Yedi İhtiyar 11

Aşk acısı...

Orel her zaman olduğu gibi burakçasının eğerini bizzat kendisi yerleştirdi. Tek kolla biraz zor oldu, bazen bir muhafızdan yardım almak zorunda kaldı ama yine de kendisi yerleştirdi. Ona her şeyi öğreten hocasının nasihatiydi bu. İyi bir komutan yakınında bulunacak askerleri iyi seçer ve onlara güvenirdi. Güvensizlik ortamında hiçbir iş yapılamazdı zira. Ama Allah'tan başka hiç kimseye de can emanet edilecek kadar güvenilemezdi. Burakçanın eğeri bilerek ya da sehven yanlış yerleştirilirse sonuç ölüm olabilirdi. Üç metre yüksekliğinde hızlı bir şekilde uçan bir burakçadan düşen birinin ölmesi gayet normaldi.

Burakçanın eğerini bir kez daha kontrol etti. Bir hata yapmadığından emin olduktan sonra burakçaya bindi. Siyah lekeli beyaz asil burakçasını ağır adımlarla bahçe kapısına sürdü. Muhafızlardan biri koşarak kapıyı açtı. Orel burakçasını saltanat yoluna doğru sürdü. Yalnızdı. Bunca yıl yanında muhafızlar olmadan asla dışarı çıkmayan Orel son günlerde birkaç kez öğlen vakti yalnız başına çıkmış ve akşam vakti dönmüştü. Bu durum tüm muhafızların dikkatini çekmişti elbette. Kapıda görevli muhafızlardan biri kapıyı açan muhafıza
'Bu adam bu sıralar çok yalnız çıkmaya başladı. Sebebi ne ola ki?'
'Kim bilir. Belki de bir sevgilisi vardır, bu yaştan sonra herkese göstermeye utanıyordur.'
Muhafızlar o sırada yanlarına kadar yaklaşan komutanı fark edemediler. Konuşmaları duyan komutan
'Siz delirdiniz mi, kellenize mi susadınız?' diye sordu.
İki muhafız derhal komutana selam durdular
'Özür dileriz komutanım.'
'Bu aramızda kalacak ama siz de bundan sonra sadece işinizi yapacaksınız. Anlaşıldı mı.'
'Emredersiniz komutanım.'
'Hadi şimdi görevinizin başına.'
'Emredersiniz komutanım.'
Muhafızlar yerlerine giderken komutan arkasına döndü. Kimseye duyurmadan gülmeye başladı. O ana kadar zor tutmuştu kendini.
'Bir sevgili ha. Aslında mantıklı bir fikir.' dedi kendi kendine.
Saltanat yolunda yarım saat kadar ilerleyen Orel durdu. Takip edilmediğinden emin olmak için etrafını dikkatli bir şekilde taradı. Sonra ormanın içine daldı ve Sıralı Tepelere doğru burakçasını sürdü. Meşhur mağaralı tepeye yirmi kilometre mesafede bulunan bir ağaçlık bir tepeye vardı, tepenin arkasına dolandı, yukarı doğru dizili ağaçların arasına daldı. İki yüz metre kadar gittikten sonra bir mağaraya vardı.

Mağarada Sayra ve Musta onu bekliyorlardı. Sayra suikast gecesi yara almadan kaçmayı başarmıştı. Başka bir yoldan saraya gitti. Bir muhafızdan olanları öğrenince saraydan kaçtı. Bu durumda güvenebileceği tek kişi vardı. Hocası Orel. Saraycıkta herhangi bir muhafıza görünmeden Orel ile görüşmenin tek yolu saraycığa balkondan girmekti ve Sayra gibi iyi yetişmiş bir asker için bu pek de zor olmadı.

Olanları öğrenen Orel'in aklına ilk olarak Musta geldi. Büyücü kesinlikle onu öldürmek isteyecekti. Gecenin o geç saatlerinde hiç beklemeden Sayra ve Musta'yı bu mağaraya getirdi. Burada bulunmaları imkansız gibiydi. Sıralı Tepelerde onlarca tepeye yayılmış yüzlerce mağara bulunmaktaydı. Dolayısıyla bu mağaralardan birinde olduklarını tahmin etseler bile hangi mağarada olduklarını bulmaları çok zordu.

Gündüz bile görüşün az olduğu mağarada Sayra gelenin Orel olduğundan emin olana kadar kılıcını bırakmadı. Orel gülümsüyordu.

'Size bir müjdem var.'
Sayra ve Musta uzun zamandır bir müjde duymamışlardı. Meraklı gözlerle Orel'e baktılar
'Yeni sultan büyücüyü öldürmüş.'
'Ne?' dediler birlikte.
'Nasıl olmuş bu?' diye sordu Sayra.
Orel bir gün önceki meydan konuşmasını ayrıntısıyla anlattı ve sonuç cümlesini söyledi:
' Yani anlayacağınız Dersan şu anda halk gözünde kahraman.'
Sayra gülümsedi
'Hıh. Bir kalede mahkumlar dahil tüm erkekleri öldürten bir kahraman, öyle mi? Madem halkını bu kadar düşünüyor, neden büyücü onları idam ederken onaylamış.'

Orel yerde serili kilime oturdu, bağdaş kurdu ve söze başladı:
'Aslında Sayra, dünden beri benim de aklımda bazı sorular var. Esteronya kalesine saldıran askerler Dersan sultan olduktan sekiz gün sonra kaleye ulaştılar. Forancık'ın en korunaklı kalesini rahatlıkla dize getirmelerinde burakçıllı yirmi süvarinin çok etkili olduğu savaşa katılan tüm askerler tarafından kabul ediliyor. Ordunun içinde daha önce Morangizlerle savaşan askerler vardı. Burakçıllı süvarileri bilen, onlarla savaşmış askerler yani. Bu askerlerin anlattıklarına göre o süvariler Morangizli burakçıllı süvarilerden bile ustaymışlar burakçılları kullanma konusunda. Koca savaş bitmiş ve bir tanesi dahi ölmemiş. Ayrıca bu burakçıllı süvariler yüzleri peçeli savaşmışlar. Kimse onları tanımıyor yani. Saray muhafızlarından olmadıkları kesin. Eğer Dersan'ın dün meydanda söyledikleri doğruysa burakçıllar Dersan tahta çıktıktan sonra ele geçirildi ve haydutlardan beşi ele geçirilip diğerleri elden kaçırıldı.'
Burada Musta söze girdi
'Dolayısıyla o savaşta burakçılları yeni süvariler kullanmış olmalı. Tabi Dersan'ın dediği doğruysa.'
'Aynen öyle oğlum. Ama ben çok iyi biliyorum ki burakçıllı bir süvari için Burakçılın uçuşuna alışmak bile bir haftadan aşağı sürmez. Uzmanlaşmak ise çok daha uzun bir vakit alır. Bence o gün o burakçıllılar üzerinde haydutlar vardı.'
Bu noktada Musta'nın bir itirazı vardı
'İyi de o halde neden onların beşini öldürdü ki?'
Bu noktada Sayra devreye girdi
'Halkın güvenini kazanmak istedi. Çünkü o kaleye açılan savaş Toyra tarihinde yapılan en büyük siyasi hataydı. Tahsan devletinin sonunun geldiğini halk da en az sultan kadar görüyor. Forancık'a karşı savaştın diyelim, peki ya Morangizler. Onlara karşı ne yapabilecek.'
Çok sinirliydi Sayra, ayakta bir o yana bir bu yana gidiyordu. Sözlerine devam etti.
' Bunu çocuklar bile bilir. Dersan bu olayı halka unutturmalıydı. Yalnız hakkını teslim etmek gerekir, iyi bir yol bulmuş.'

Yalnız Orel'in anlattıklarında Sayra'nın da kafasına takılan bir yer vardı. Kilimin üzerinde Orel'in karşısına bağdaş kurdu
'Hocam o yirmi burakçıllı süvarinin kim olduğunu o savaşa katılan komutanlar da mı bilmiyorlarmış? En azından ana komutan bilmeli. Yoksa savaş planını nasıl yapabilir ki?'
'Ana komutan Dersan sultan olduktan sonra general yapılmış biri. Çok sert biriymiş. Savaşa giderken soru soran bir komutanı izinsiz soru sordu diye derhal infaz edip başını çadırının önüne astırmış. Bu olaydan sonra haliyle kimse ona soru soramamış. Ama o biliyordur elbette.'
'Bu komutanın ismi neymiş hocam.'
'Söylemişlerdi ama unuttum. Neydi onun ismi. Üstelik bir lakabı da vardı. Tamam lakabını hatırladım. Lakabı acımasızdı galiba.'
Musta gayet sakin bir şekilde
'Acımasız Koral.' dedi.
Orel de hatırladı
'Evet, evet. Kesinlikle acımasız Koral.'
Yalnız ortada bir gariplik vardı. Bu ismi Musta'nın bilmesine şaşırdı. Başını kaldırdı oğlunun gülümseyen yüzüne baktı. Musta cevabı hazırlamıştı
'Baba ben senin gibi saraycıkta yaşamıyorum. Yıllardır halkın içindeyim. O lakabı ona zaten halk koydu.'
Sayra da bu ismi biliyordu
'Acımasız Koral general oldu ha. Her şey anlaşıldı bu durumda.'
Orel bu konuşmalara bir anlam veremedi
'Ben de bu konuda biraz bilgilenebilir miyim Sayra?'
'Hocam bu adam gerçekten acımasız biri. Hiç konuşmayan, duygusuz, buz gibi bir adam. Lakabı çocukluktan gelme. On beş yaşlarındayken hayvanları işkence ile öldürünce etrafındakiler ona bu lakabı vermişler. Hiçbir zaman bir arkadaşı olmamış. 'Akıllı ol.' diye uyardığı bazı kişilerin esrarengiz şekilde ölümlerinden dolayı halk içinde şöhreti yayıldı. Bir infaz timi olduğundan şüphelendik. Bir hafta takip ettik. Bu bir hafta süresince kimseyle görüşmedi. Sanki takip edildiğini biliyordu. Şimdi sebebini anlıyorum. Onun hakkındaki şüphelerimizi bir Pazartesi toplantısında söylemiştim ve haliyle büyücü de oradaydı. O haber vermiş olmalı. İyi de nasıl haber verdi? Kimse ile görüşmeyen birine nasıl haber verilir?'
Sayra durdu, bir miktar düşündü. Sonra sinirle ayağa kalktı. Başını iki eli arasına aldı.
'Tabi ya. O ayyaş. O söylemiş olmalı.'
'Hangi ayyaş?' diye sordu Orel.
'Ajanlarım Koral'ın evine yakın bir köşe başında bir ayyaşın dilendiğini söylemişlerdi. O kadar sarhoşmuş ki, dilenemiyormuş bile. O adamı anlatıp anlatıp gülüyorlardı.'
'İyi de bunun Koral ile ne ilgisi var.'
'Koral bazen onun yanında bir miktar oyalanıp, onunla şakalaşmış. Hatta bir iki kez içki parası da vermiş.'
Orel çok şaşırdı, ayağa kalktı. Sayra'nın gözlerine baktı
'Dünden beri halk içerisinde yeni baş komutan Barsa ile meşhur bir ayyaş arasındaki ilginç benzerlik konuşuluyormuş. Benim muhafızların kulağına kadar gelmiş. Sabah 'Vay be yeni başkomutan ayyaşın biriymiş.' diye gülüşüyorlardı.'
Sayra bunun üzerine
'Hocam ben bir müddet daha saklansam iyi olacak galiba.'
'Galiba öyle olacak Sayra. Bu arada Mirta'dan hala haber yok.'
'O olsaydı işler ne kadar kolay olacaktı?'
'Doğru, kolay olacaktı.'
Orel Musta'ya döndü
'Oğlum sen istersen gel. Dersan'ın senden haberi bile yoktur. Büyücü öldüğüne göre senin için tehlike kalmadı diye düşünüyorum.'
'Ne olur ne olmaz baba. Hem Sayra yalnız kalmasın. İyi anlaştık onunla. O bana gündüzleri kılıç kullanmayı öğretiyor, ben de ona geceleri Toyra ile hakikatleri.'
Orel Sayra'ya döndü
'Senin de mi başını ağrıtıyor.'
'Ben rahatsız değilim. Hatta mantıklı gelmeye başladı. Birkaç gün daha kalırsa ben de inanacağım galiba.'
Orel kahkahayı bastı
'Ne diyeyim, Allah yardımcın olsun.'
Orel getirdiği yiyecekleri bıraktıktan sonra yola koyuldu. Normalde yol boyunca oğlu Musta ve Sayra'nın durumlarını düşünmesi gerekiyordu ama şu an daha büyük bir problemi vardı. Sareye hastalanmıştı. Uzun zamandır yemeden içmeden kesilen zavallı kız bir gün önce yatağa düşmüştü. Saraycığa gittiği gibi bu konuyla ilgilenmeye niyetliydi. Tanıdığı bütün hekimleri, bütün büyücüleri çağıracak ve bu işi çözecekti. Evet, kesinlikle buna bir çare bulmalıydı. Sareye'yi kaybetmeye yüreği dayanamazdı.

Kimseye görünmemek, kimse tarafından duyulmamak için saltanat yoluna kadar olan yolu temkinli bir şekilde yavaşça gidiyordu. Yarım saat kadar yol almıştı ki duyduğu bir ses yüzünden burakçasını durdurdu. Emin değildi ama gelen sesler sanki atların ayak seslerine benziyordu. Ne olur ne olmaz bir yere saklanmalıydı. En yakın tepeye tırmanmaya başladı. Ağaçlar arasında yol alırken biraz ileride bir mağara gördü. O mağaraya girmekten başka çaresi yoktu.

Mağaraya girdi. Burakçadan indi. Akıllı hayvandı, bir yere bağlamasına gerek yoktu. 'Burada kal.' demek orada kalması için yeterli oluyordu. Mağaranın içine baktı. İlkin hiçbir şey görmeyen gözleri zamanla karanlığa intibak etti ve yeterince büyük olan mağarada ileride oturan birini fark etti. Kılıcını çıkardı, yavaşça oturan adama yaklaşmaya başladı. Biraz yaklaştıktan sonra
'Hey oradaki, kimsin?' diye bağırdı.
Adam başını Orel'e doğru çevirdi. Orel adama yüzünü seçebilecek kadar yaklaşmıştı. Epey uzun bir sakalı olan bir ihtiyardı bu. Yaşlı sayılabilecek Orel için bile yaşlı olan biri. Et yiyordu ihtiyar. Ortada ne yanan bir ateş vardı, ne de yanmış bir ateşin külleri ama etin mis gibi kokusu Orel'in burnuna kadar gelmişti.
'Hayrola misafir.' dedi ihtiyar
'Hem eve izinsiz girip hem de ev sahibini mi öldüreceksin?'
Orel kılıcını hala kınına koymadığını fark etti.
'Kusura kalma ihtiyar.' dedi ve kılıcı kınına koydu.
İhtiyar devam etti
'Benim kim olduğumu sordun. Ben daha uzun sakallı ihtiyarım.'
Orel gülümsedi.
'Kime göre daha uzun sakallı?'
'Uzun sakallı ihtiyarlara göre.'
'Güzel bir cevaptı daha uzun sakallı ihtiyar. Misafir kabul eder misin?'
'Elbette. Buyur otur.' dedi ve önünde bulunan kaptaki et parçalarından birini uzattı.
Sıcacık mis gibi eti ısıran Orel'in gözleri yine etrafta köz aradı ama bulamadı. İki üç ısırık aldıktan sonra yine Sareye'yi düşünmeye başladı. Daha uzun sakallı ihtiyar misafirinin dalgın gözlerine baktı
'Misafir elin eti ağzına götürüyor, dişlerin o eti parçalıyor ama aklın başka yerlerde. Bir derdin mi var yoksa?'
'Yok daha uzun sakallı ihtiyar, bir sıkıntım yok. Sadece biraz daldım.' dedi Orel önce ama sonra düşündü. Bu ihtiyarın garip bir hali vardı. Ateş yanmamış bir yerde sıcacık et sunan ve üzerine kılıçla gelen birine karşı bu kadar korkusuz duran bir ihtiyar görmemişti daha önce. Gerçi eti mağaranın dışında pişirmiş ve getirmiş olabilirdi ama o durumda bile etin bu kadar sıcak olması olanaksızdı. Bu ihtiyar o yedi ihtiyardan biri olabilirdi. Belki bilmediği bir çare söylerdi. Ayrıca sıkıntısını anlatsa ne kaybedecekti ki.
'Aslında bir derdim var be uzun sakallı ihtiyar.'
'Dertlerin dermanı Allah'tandır ama Allah işleri hikmete uygun olarak bazı vesilelerle yapar. Şerh et hele derdini. Kim bilir belki benimdir bu kez dermanın vesilesi.'
'Bir cariyem var ihtiyar. Cariye dediysem cariyeden çok ötedir benim için. Kızım gibidir. Gencecik yaşında hastalığa tutuldu. Yemeden içmeden kesildi önce. Geçer dedim ama geçmedi. Şimdi de yatağa düştü. Derdine derman olacak hekim aramaktayım şu an.'
'Daha önce böyle bir hastalığı oldu mu?'
'Hayır, olmadı.'
'Öksürüyor mu, ateşi var mı?'
'Hayır, onlar da yok.'
'Gönlünü kaptırdığı biri var mı?'
O iki sorudan sonra birden bu üçüncü sorunun gelmesi garip olmuştu.
'Benim bildiğim yok.'
'O zaman sana şunu söyleyeyim misafir. Gönlünü kaptırdığı bilmediğin biri var.'
'Nasıl olur. Öyle olsaydı mutlaka bilirdim.'
İhtiyar yemeğine devam etti. Fikrinde ısrarlı olduğu anlaşılıyordu. Biraz düşündü Orel. Mİrta'nın geldiği gün ağlayan Sareye'yi düşündü.
'Aslında birini biraz beğendi gibi ama çok az gördü onu. O kadar zamanda sevdaya tutulamaz ki. Hele böyle bir sevdaya.'
'Bir görüşte sevda olmaz mı misafir?'
'Bu derece olmaz daha uzun sakallı ihtiyar.'
'Dur o zaman sana bir hikaye anlatayım misafir. Günün birinde on beş on altı yaşlarında genç bir cariye şehre inmiş. Meydana geldiğinde birden bir nida duymuş: 'Şehzade geliyor.' diye. Herkes gibi o da yol kenarına çekilmiş. Şehzade meydana gelmiş. Cariye şehzadeyi gördüğü gibi sevdalanmış. Genç kızın bakışlarındaki masumiyet şehzadenin dikkatini çekmiş. Atından inmiş şehzade, kızın yanına gelmiş. Hiçbir şey söylemeden kıza bir mendil hediye etmiş. Sonra atına binmiş ve oradan gitmiş. Cariye bu imkansız sevdadan kurtulmak istemiş. Bir kere şehzadenin dillere destan başka bir aşkı varmış. Ayrıca o kim, şehzade kimmiş. Çok uğraşmış unutmak için. Unutmayı başaramasa da kendinden bile saklamayı başarmış. Günlerden bir gün bir şey kızın umudunu arttırmış. Arttırmış arttırmasına ama sevdiği adamın ölüm haberi onu yıkmış. Yataklara düşmüş kız. Halbuki sevdiği yaşıyormuş ama o bunu bilmiyormuş.'
Uzun sakallı ihtiyar burada durdu ve etinden bir lokma daha aldı. Orel merak içinde sordu
'Sonra ne olmuş daha uzun sakallı ihtiyar?'
'Bilmem ey misafir. Bunu sadece Allah biliyor.'
Orel kendi kendine kızdı. Oturmuş böyle bir mecnundan çare bekliyordu. Hayatında böyle komik bir duruma düşmemişti. 'Daha uzun sakallı ihtiyarım.' dediği an karşısındakinin mecnun olduğunu anlamalıydı. İhtiyara döndü
'Et için teşekkürler daha uzun sakallı ihtiyar, misafirperverliğin için de.'
'Yolun açık olsun misafir. Allah o kıza şifalar versin.'

Orel hışımla çıktı mağaradan. Yol boyunca hep mağaradaki o adamı, daha uzun sakallı ihtiyarı düşündü. Uzun bir yolu vardı. Önce sinirlenerek hatırladığı olayı, sonra gülümsemeyle ve en sonunda kahkaha ile hatırladı. En çok da onu yedi ihtiyardan biri sanmasına gülüyordu. Ama yine de aşk meselesi kafasını kurcalıyordu. Sareye o gün Mirta'yı beğenmişti galiba. O yüzden ortalıkta dolaşan ölüm haberi onu etkilemiş olabilirdi. Elbette bu derece hasta edemezdi ama etkilemiş olabilirdi.

Saraycığa girdiği gibi kendi odasına gitti. Sareye'nin odası dar olduğu için kendi odasında yatırılmasını emretmişti. Sareye her ne kadar karşı çıktıysa da Orel'in kararı kesin olmuştu. Başında üç cariye vardı. Orel odaya girince cariyelerden ikisinin çıkmasını istedi. Kendisinin de çıkması gerektiğini sanan Taneye yerinden kalkınca Orel nazik bir şekilde kalmasını istedi.
'Taneye sen kal. Sen çıkma. Bu evde cariyelerle ilgili her şey seni ilgilendirir.'

Taneye kırk yaşlarında, çok güzel olmasa da çirkin de denemeyecek sempatik bir cariyeydi. Cariyeler içinde en yaşlı o olduğundan Orel cariyeleri ona emanet etmişti. Melek gibi bir insandı Taneye. Saraycıkta onu sevmeyen bir kişi bile yoktu. Cariyeler için ise tam bir ablaydı. Ne dertleri varsa onunla çözerlerdi. Sareye hasta olduğunda adeta o da hasta olmuş ve o da iştahtan kesilmişti. Bir an bile başından ayrılmadı Sareye'nin.
'Ne oldu sana güzeller güzeli deyip saçlarını okşadı durdu.'
Uzun yıllardır Sareye'yi hep güzeller güzeli diye çağırıyordu. Sareye ismini kullandığını duyan olmadı.
Orel Sareye'ye şefkatle yaklaştı.
'Nasılsın kızım?'
'İyiyim efendim, sağ olun.'
Taneye'nin fikri başkaydı.
'Hiç iyi değil efendim. Hiçbir şey yemiyor.'
Saraycık içerisinde Orel fikrini sormadan Orel'e karşı fikrini söyleyebilen tek kişi Taneye idi. Orel Sareye'nin yanına oturdu. Sareye de doğrulmaya yeltendi ama Orel buna müsaade etmedi.
'Yat kızım, yat. Kalkma. Yalnız niye bizi bu kadar üzüyorsun kızım. Neden bir şey yemiyorsun?'
'Bir şeyim yok efendim. İştahım yok sadece.'
'Kızım sana bir soru soracağım. Ama bana doğru cevap vereceksin.'
'Estağfurullah efendim. Elbette doğru cevap veririm.'
'Sen birine mi sevdalandın?'
Sareye çok korkmuş, çok heyecanlanmıştı.
'Estağfurullah efendim. Ne sevdalanması?'
'Niye kızım. Gençsin, güzelsin, gönlünü birine kaptırman çok normal.'
'Yok efendim, ben kimseye sevdalı değilim.'
Taneye burada söze girdi.
'Neden sordunuz efendim. Bir şey mi sezdiniz?'
Sareye de bu sorunun cevabını çok merak ediyordu. Ama soramazdı. İşte Taneye de tam bu sebepten sormuştu soruyu. Sareye'nin merak ettiğini o da çok iyi biliyordu
'Doğrusu bir şey sezdim Taneye. Sultan Mirta gelmişti hatırlar mısın?'
Orel Taneye'ye anlatıyor, fakat Sareye'nin yüzüne bakıyordu. Taneye cevap verdi.
'Evet efendim, hatırlıyorum.'
Sareye'den gözlerini ayırmayan Orel devam etti.
'İşte o gün bu kızın gözlerinde bir sevda gördüm. Gerçi Mirta'nın gözlerinde daha büyük bir sevda vardı ama neyse.'
Sareye'nin gözlerini takip eden Taneye özellikle bu son cümlede Sareye'nin çok heyecanlandığını görünce o cümlenin biraz daha açılması gerektiğine kanaat getirdi.
'Beğendi değil mi benim güzeller güzelimi. Kim beğenmez ki bu güzelliği?'
'Beğenmek ne kelime Taneye. Bir an bile gözlerini alamadı. Ben hiçbir zaman bir sultanın bu kadar aciz kaldığını görmedim.'
Sareye'nin gözlerini takip eden Taneye o mavi gözlerdeki sevinci rahatlıkla okuyabiliyordu. Karşısındaki Orel olmasaydı da başkası olsaydı şu an Sareye onun yakalarına yapışır
'Gerçekten öyle miydi? Beni bu kadar beğenmiş miydi?' diye sorardı ama karşısındaki maalesef Orel'di.
Orel ise gözlere değil sözlere bakıyordu ve sözler yanıltıcı olabiliyordu
'Estağfurullah efendim. Ben kim sultanı sevmek kim.'
'Yani Mirta'ya sevdalı değilsin.'
'Hayır efendim, asla.'
'Biliyordum. Ah ihtiyar mecnun ah.'
İhtiyar mecnun da kimdi. Bunu sadece Sareye değil Taneye de merak etti.
'Efendim hangi ihtiyar mecnun?'
Orel bir miktar düşündü. Sonra kendi kendine gülmeye başladı.
'Bakın bana gülmeyeceğinize söz verirseniz size anlatırım.'
'Estağfurullah efendim. Tabi ki gülmeyiz.'
'Estağfurullah efendim.'
'Söz verin.'
'Söz.'
'Söz.'
Orel'in amacı aslında Sareye'yi neşelendirmekti. Böylece günlerdir acı çeken kız biraz mutlu olacaktı. Aksi taktirde bu olayı asla anlatmazdı. Daha uzun sakallı ihtiyar ile yaşadığı macerayı baştan sona anlattı. Hatta ihtiyarın anlattığı hikayeyi bile. Taneye Sareye'nin gözlerini takip ediyordu. Orel ihtiyarın anlattığı hikayeyi naklettiği sıralarda hikayenin başında çok heyecanlanan Sareye hikayenin sonunda Orel'in

'Yalnız kız yanılıyormuş, aslında sevdalı olduğu adam ölmemiş.' cümlesini duyunca bir anda yataktan kalka yazdı. Karşısında Orel'in olduğunu hatırlamış olacak ki tekrar yattı. Gözleri sevinçten ışıl ışıldı. Orel Sareye'nin hikayenin sonundaki garip hareketlerini gülmemek için kendini tutmaya çalışmasına verdi.
Bu cümleden sonra durdu Orel. Beklediği soruyu Taneye sordu
'Sonra ne olmuş efendim? Kız ile şehzadenin sonu nasıl olmuş?'
Taneye gözlerini Sareye'nin mavi gözlerinden ayıramıyordu. Sareye bu sorudan sonra heyecandan üzerindeki örtüyü ısırdı. Sareye'nin örtüyü ısırdığını gören Orel 'Zavallı kız, gülmeyeyim diye ne hale geldi?' diye düşündü. Sonra kızcağız rahat gülsün diye Taneye'ye döndü
'Ben de onu sordum daha uzun sakallı ihtiyara. Ne dese beğenirsin?'
'Ne dedi efendim?'
'Onu ben bilmem. Sadece Allah biliyor dedi ve ben işte tam o anda bir mecnun ile karşı karşıya olduğumu anladım.'
Bir müddet Taneye ve Sareye'nin yüzlerine baktı Orel. Gülmüyorlardı. Aslında bu noktaya kadar geldikten sonra gülmelerini tercih ederdi ama başta söz almıştı.
'Neyse ben çıkayım.' dedi Orel.
'Çıkayım da siz rahat rahat gülün.'
Orel odadan çıkarken diğer iki cariye de odaya girmek istedi ama Taneye
'Kızlar siz daha sonra gelin.' dedi ve onları gönderdi.
Çok şaşkındı Taneye. Sareye'nin ışıl ışıl parlayan gözlerine baktı
'Doğru mu bu güzeller güzeli?'
Sareye evet anlamında başını salladı
'Sen altı yedi yıl önce şehir meydanına mı gittin?'
'Evet abla, gittim.'
'Orada şehzade Mirta'ya mı aşık oldun?'
'Evet abla.'
'Onun dillere destan olan Sueye aşkı yüzünden bu sevdayı unutmaya mı çalıştın?'
'Evet abla.'
'Sonra Sueye'nin öldüğünü duyunca aşkın yine mi canlandı?'
'Evet abla.'
'Sonra Mirta'nın öldüğünü duyunca yataklara düştün. Öyle mi?'
'Öyle abla. Bak işte yataktayım.'
Taneye kendini tutamadı Sareye'ye sıkı sıkı sarıldı, sonra saçını okşadı
'Benim güzeller güzelim meğer neler yaşamış da bizim haberimiz olmamış?'
Sareye'nin şöyle bir yüzüne baktı
'Peki şimdi mutlu musun?'
'Çok mutluyum abla.'
'İyileştin mi?'
Sareye gülümseyerek yatakta doğruldu
'Acıktım abla.'
'Bir şartla yemek veririm.'
'Nedir o abla?'
'O mendile ne oldu? Bana onu anlat.'
Sareye sağ elindeki mendili uzatıp gösterdi.
Taneye çok şaşırmıştı. Bu kadarını beklemiyordu.
'Bu kadar mı sevdin onu?'
'O zaman biraz da çocuktum abla. Geçen yıl şöyle bir düşündüm.' Belki de çocuksu bir aşktı, şimdi görsem belki sevmem.' dedim kendi kendime. Bilirsin, öyle şeyler çok olur. Sevdamdan emin olamadım anlayacağın. Son gelişinde yakından baktım yüzüne abla. Yeniden bir daha sevdalandım.'
Sareye'nin de Taneye ablasına sormak istediği bir soru vardı
'Abla o ihtiyar, yani daha uzun sakallı ihtiyar...'
Sorunun nereye varacağı belliydi.
'Bak güzeller güzeli. Şu an üç şeyden eminim. O ihtiyar yedi ihtiyardan biri, Mirta şu an yaşıyor ve sizin hikayenizin nereye varacağını yalnız Allah biliyor.'
Bir soru daha sormak istiyordu Sareye. Utana sıkıla sordu.
'Abla sence Orel efendim abartıyor mudur? Yani hani Mirta'nın bakışları konusunda.'
'Orel asla abartmaz.'
'Orel asla abartmaz, öyle mi?'
'Yani Orel efendi asla abartmaz.'
'Ha yani Orel efendi abartmaz. Ben sanki sadece Orel gibi duydum da.'
'Bana bak kız. Sen kendi derdinle ilgilen tamam mı. Şaşkın aşık seni.'
'Tamam abla. Söz, ben kendi derdimle ilgileneceğim.'

12 Haziran 2014 22-23 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar