Yedi İhtiyar 13
Bencilin zulmü...
Sareye ayak parmak uçları ile yere dokundu, kendini geriye doğru itti. Böylece durmak üzere olan salıncak yeniden sallanmaya başladı. Herkesin uykuda olduğu gecenin bu geç saatinde bu geniş balkonda, salıncakta yıldızları seyretmenin bu kadar keyifli olduğunu bilseydi her gece uykusundan fedakârlık eder, gizli gizli balkona kaçardı. Gerçi bunu yapamazdı. Yakalanmaktan korkardı. Ama şu an korkması için bir sebep yoktu. Orel onun iyileşmesine o kadar sevinmişti ki herkesi salona toplamış ve Sareye'nin bundan sonra saraycık sınırları içerisinde istediğini yapmasına izin verdiğini açıklamıştı. O gün bu gündür kendisi de Sareye'den herhangi bir iş yapmasını istemedi.
İtiraf etmeliydi ki yıldızları seyretmek değildi asıl güzel olan . Mirta'nın öldüğünü sandığı o günlerde ne bu balkon, ne de tüm genişliği ile bu gök kubbe onu rahatlatamaz, doya doya nefes almasını sağlayamazdı. Güzel olan bu gök kubbeye bakıp, Mirta'nın sağlığı için dua etmekti ve bunu her gece yapıyordu. Bir cariyeye sevda ile bakan gözlere hayalen bakmak ve o gözlerde o sevdayı her gece defalarca okumaktı güzel olan.
O gün giydiği kıyafetleri giyiyordu her gece. Mavi şalvar ve boğazını örten kısa kollu mavi gömlek. Her sabah yıkıyor ve her gece giyiyordu. Temiz olmalıydı kıyafeti. Bu gece de o kıyafetleri giydi. Terlikler de şu an çıplak olan ayaklarının biraz ilerisindeydi. Eline mandolini aldı ve kısık bir tonda Noralyaca şarkılar söyledi. Şarkılardan sonra mandolini yere bıraktı. Salıncağı bir kez daha salladı. Yine hayallere daldı. Şu an balkona gelseydi ne iyi olurdu. Bunun imkansız olduğunu biliyor ama yine de her gece geldiğini düşünmekten kendini alamıyordu.
Sareye bunları düşünürken birden güzel taranmış uzun saçları, kısa ve düzgün kesilmiş sakalı ile Mirta'nın başının balkon duvarının gerisinden yükseldiğini gördü. Gözlerini ovuşturdu, açtı. Bu kez omuzlarını da görüyordu. Bu kesin bir rüya olmalıydı. Gerçi rüya bile olsa razıydı ama kendisini bir kontrol etti, 'Adettendir.' dedi, kolunu sağlam bir çimdikledi. Hayır, gördüğü rüya değildi. Sonra Mirta'nın altındaki Burakçılı da görünce bir anda korkuya kapıldı. Bağırmak üzereyken Mirta parmağını ağzına götürdü ve susmasını tembih etti.
Kara balkona zarif bir şekilde kondu. Mirta burakçıldan indi ve burakçılı balkonun bir ucuna götürdü. Sonra Sareye'nin yanına geldi, şaşkınlık ve sevinç karışımı bir mana yüklü gözlerine baktı.
'Sen o kızsın değil mi?'
Sareye toparlandı, kendine geldi.
'Evet sultanım, size o gün şarkılar söyleyen, size sakanızı veren cariye benim.'
Gülümsedi Mirta
'Onu biliyorum elbette. Ama ben onu sormuyorum.'
'Neyi soruyorsunuz sultanım?'
'O gün meydanda bana çok dikkatli gözlerle bakan masum kız sensin değil mi? Hani mendil verdiğim o kız.'
'Unutmadınız mı sultanım?'
'Unutmadım Sareye. İsmin Sareye idi değil mi?'
İsminin Sareye olduğunu elbette biliyordu. Orel söyledikten sonra o gün yüzlerce kez zihninde tekrar etmişti bu ismi.
'Evet sultanım. İsmim Sareye.'
'O gün o masum kızın yüzüne baktım ve şunu söyledim kendime. Kendi kendime 'Birkaç yıl sonra bu kız çok can yakar.' dedim.'
Aslında bu noktada hem Sareye hem de Mirta Sareye'nin 'Peki, gerçekten de can yaktı mı?' diye sormasını çok arzu ediyordu ama ikisi de soramayacağını biliyordu.
'Estağfurullah sultanım. İltifatınız için çok teşekkür ederim.' demekle yetindi Sareye.
Bir müddet daha bakıştıktan sonra Mirta kendine geldi. Sareye'ye
'Sareye kimseye duyurmadan komutan Orel'i buraya çağırabilir misin?' diye sordu.
Sareye birden irkildi ve o da kendine geldi. Çok da utandı. Neden bu kadar beklemişti ki? Koskoca sultan buraya kadar balkondan aşk serenatları düzmek için gelmiş olamazdı sonuçta.
'Elbette sultanım. Ben şey ben çok özür dilerim. Sizi bu kadar beklettim.'
Sareye sessiz bir şekilde Orel'in odasına doğru yola koyuldu. Aradan çok geçmeden Orel pijamalarıyla balkona geldi. Mirta'yı görünce çok sevindi, kendini tutamadı, tek kolu ile sultana sarıldı.
'Hoş geldiniz sultanım. Bu Toyra'da çok az kişi birini gördüğüne şu an benim sevindiğim kadar sevinmiştir.'
'Sağ ol Orel komutan, çok sağ ol. Ben de seni gördüğüme çok sevindim.'
Balkonun bir ucunda duran burakçıla baktı Orel. Mirta'nın balkona nasıl çıktığını Sareye'ye sormuş ve odasından balkona kadar olan yolculuk sırasında burakçıl konusunda bilgi sahibi olmuştu.
'Burakçılınız hayırlı olsun sultanım.'
'Sağ ol komutan. Kara olmasaydı buralara gelmem çok zor olurdu.'
Sareye de balkona kadar gelmişti. Gözleri yaşlı bir şekilde
'Efendim bir şey ister misiniz?' diye sordu.
'Kızım saka getir bize. Aç mısınız sultanım?'
Mirta gerçekten açtı
'Açım komutan, gerçekten açım.'
Orel Sareye'ye döndü
'Kızım hemen aşçıyı kaldır ve çabucak et kavurmasını istediğimi söyle. Sultandan sakın bahsetme.'
'Emredersiniz efendim.'
Sareye hayatında hiçbir iş için bu kadar istekli olmamıştı. Aşçıyı uyandırıp Orel'in isteğini söyledi. Gecenin bu saatinde böyle isteğe anlam veremeyen aşçı etrafta Orel'in olmadığından da emin olduktan sonra homurdana homurdana mutfağa gitti. Sareye sonra eline bir tepsi, saka dolu bir sürahi ve iki kadeh alıp balkonun yolunu tuttu.
Sareye bu işleri yaparken Orel ile Mirta balkonda karşılıklı iki mindere oturdular ve Orel olan bitenleri Mirta'ya anlattı. Mirta Orel'in anlattığı kadar ayrıntılı olmasa da Sayra'nın mektubu sayesinde olanlardan haberdardı ama yine de hiç bilmiyormuş gibi dinledi.
Sareye saka dolu kadehleri sultana ve Orel'e uzattıktan sonra yemekle ilgilenmek üzere mutfağa inmek için izin istedi.
'İyi olur kızım, sen mutfağa in, yemek hazır olunca buraya getir. Aşçı buraya gelmesin. O sürahiyi yanıma koy. Bundan sonraki sakaları ben doldururum.'
Sareye gittikten sonra Orel Mirta'ya döndü.
'Sultanım yalnız şu an Tahsan başında çok büyük bir bela var.'
'Nedir o komutan?'
'Forancık devleti ordusunu toplamış savaş için geliyor.'
Mirta sakadan bir yudum aldıktan sonra derin bir of çekti.
'Esteronya kalesinden sonra geç bile kalmışlar. Morangiz ordusu da yakında Tahsanin'de olursa hiç şaşırmam.'
'Bu kadarla kalsa yine iyi sultanım. Dersan on gün önce on beş bin genci çok yüksek bir maaş vaadiyle askere aldı. Önce bir anlam veremedik. O meblağın altından değil Tahsan, Morangiz bile kalkamazdı zira. Sebebini sonradan anladık ama elimiz kolumuz bağlı. Yapabileceğimiz bir şey yok.'
Mirta bu konuşmaya bir anlam veremedi
'Hazinenin durumunu bırak onlar düşünsün komutan. Ama benim anlamadığım bir şey var. Bu kadar askeri ne yapacak ki? Eskiler öldü mü? Yoksa Morangizlerle savaşa mı hazırlanıyor?'
'Hazinenin durumu beni ilgilendirmez ilgilendirmesine de hazinenin durumu Tahsanin'deki çocukların bile malumu. Sarayda israf aldı başını gidiyor. Her gece eğlence, her gece eğlence. Eskiden yılda iki kez vergi alınırdı. Şimdi kafalarına estiği zaman vergi memurları kapıya dayanıyor. O askerlere vaat ettikleri maaşı vermeleri imkansız sultanım. Vermeyi düşünmüyorlar zaten. Çünkü çoğu daha bir ayını tamamlamadan ölecekler.'
Mirta Orel'in ne demek istediğini anladı ama inanamadı
'Yok canım on günlük gençleri Forancık ordusuna karşı çıkarmazlar herhalde.'
'Asıl ordu olarak gidiyorlar sultanım. On beş bin on kişilik orduda on komutan ve on beş bin yeni asker var.'
'İyi de bu nasıl olur? Eski askerler nerede? Onlar niye gitmiyorlar ki? Kim savaşa kaybetmek için girer ki?'
'Sultanım anladığım kadarıyla onları yem olarak kullanacaklar. Bu konuda çok ciddi dedikodular dolaşıyor. Saray bile çalkalanıyor.'
'On beş bin kişi yem edilir mi komutan? Sen ne diyorsun? Bu gençler ne zaman yola çıkıyorlar?'
'Halk onları iki gün önce uğurladı bile. Ben de gittim uğurlamaya. Çoğunun zırhı yok, ellerinde eski kılıçlar. Yüz kadarına göstermelik yay ve birkaç tane ok vermişler. O yaylar dördüncü okta parçalanırlar. Ben yıllarca komutanlık yaptım sultanım. Bu taktik yıllar yıllar önce kullanılırdı. Önden bir grup asker göstermelik olarak saldırır, sonra bozguna uğramış gibi kaçar ve düşmanı tuzak içine çeker. Bu gruptaki askerler hızlı koşanlar arasından seçilir. Teçhizatları çok da önemli değildir. Kaçacaklardır sonuçta. Zaten ne kadar önlem alırsanız alın maalesef çoğu ölür. Şu an Yertepsi üzerinde bu tuzağa düşebilecek bir ordu yok. Ama on beş bin kişilik grup yem değil, ordunun tamamı olarak algılanır. Zavallı çocuklar zaten savaşmayı bilmiyorlar. Etraflarında onlara cesaret veren de olmayacak. Göğüs göğse mücadele başladığı an geri kaçacaklardır ve böylece Forancık ordusu asıl ordunun tuzağına düşecek.'
'Eski askerler gitmedi demedin mi?'
'Sultanım araştırdım. Eski askerleri savaşa yolcu etmedik ama Tahsanin'de çok az eski asker var. Diğerlerinin nerede olduğunu kimse bilmiyor.'
O sırada Sareye geldi ve nar gibi kızarmış etleri sultanın ve Orel'in önüne koydu.
'Başka bir şey ister misiniz efendim?' diye sordu Sareye.
'Sultanım başka bir arzunuz var mı?' diye sordu Orel.
'Teşekkür ederim büyük komutan. Bu kadarı kafi.'
Orel Sareye'ye döndü
'Kızım çok teşekkürler. Sen git yat istersen. Yorulmuşsundur.'
Sareye kalmayı tercih ederdi ama gitmekten ve yatakta uyuyamadan sağa sola dönmekten başka çaresi yoktu.
'Peki efendim.'
Sareye gittikten sonra Mirta Orel'e döndü
'Bu nasıl bir zulüm komutan. Benim kuzenim bu kadar zalim biri mi?'
'Sultanım nasıl diyeyim. Buna zalimlik denmez. Bencillik desek daha doğru olur. Saraydakilerle çok konuştum. Herkes aynı şeyi söylüyor. Sadece kendini ve kendi keyfini düşünen birisi olduğunu söylüyorlar. Keyfine hiçbir şey zarar vermemeliymiş. Ali hakimin bir cümlesi çok hoşuma gitti: Onun daha iyi yaşaması için tüm Tahsan'ın ölmesi gerekiyorsa bu durumda Dersan gayet sakin bir şekilde, kısık bir sesle ve tane tane konuşur, 'Ne yapalım, ölsünler o zaman.' der dedi.'
'Bu da elbette insanı en zalimden daha zalim yapabilir?'
Mirta birkaç lokma et yedi ve birkaç yudum saka içti. Karnı doymuştu. Kalktı salıncağa oturdu. Yıldızlara bakarak Orel ile konuşmaya başladı.
'Komutan, yola çıkalı iki gün olduysa ordular üç dört gün içinde birbirleriyle karşılaşırlar.'
'Öyle sultanım.'
'Bu ordular savaşmamalı komutan. Aslında böyle bir savaş hiç olmamalıydı.'
'Ne yapılabilir ki sultanım.'
'Sadece bir şey yapılabilir komutan, sadece bir şey.'
Orel heyecanlandı. Yapılabilecek bir şey vardı demek. Sadece bir şey olsa bile yapılabilecek bir şey vardı demek. Duymak için sabırsızlanıyordu
'Nedir sultanım?'
'Ben Forancık sultanı ile daha önceden çok defalar görüştüm. Beni sever ve sayar. Bu durumda yapılacak şey belli. Forancık sultanı ile görüşmeye gideceğim ve ona bu menfur saldırı emrini veren Dersan'ın, o acımasız denen mel un Koral'ın gereken cezaya çarptırılacağına ve bunu tüm Toyra'nın duyacağına dair söz vereceğim.'
Orel
'Yetişebilir misiniz sultanım?'
Mirta Karaya baktı
'Önceden olsa yetişemezdim ama şimdi yetişebilirim komutan.'
Orel bu ayrıntıyı unutmuştu.
'Doğru sultanım, yetişebilirsiniz ve gerçekten en güzel çözüm bu olur.'
Mirta ayağa kalktı. Orel'e baktı, gülümsedi
'Yalnız eski komutan, öncelikle bana Sayra'nın yerini gösterir misin? Sultan ile gizli görüşebilmem için ikimizden birinin Forancık'ta başka kişiler tarafından görünmesi gerekecek gibi.'
'Ben sizinle gelsem sultanım. Beni tanırlar, sultan ile görüşebilirim. Böylece Sayra da siz de bilinmemiş olursunuz.'
'Hayır komutan. Dersan'ı o tahttan indirebilmek için en çok sana ihtiyacımız olacak. Senin asla bilinmemen gerekiyor. Bu arada sahi seni nasıl bu kadar rahat bıraktılar?'
'O yeni komutan Barsa üç kez geldi. Saraycığın her tarafını aradı. Her seferinde yeni sultana sadık olduğumu söyledim. Sayra'yı korumak için yaptım bunu yoksa onlardan korkmazdım. Barsa'nın bana tam olarak güvenmediğini hissediyorum. Ama kimse halkın gözünde kahraman olan ve istediğinde bir ordu toplayabilecek olan birini direk karşısına alamaz. O da zamanını bekliyor. Zaten son zamanlarda yetiştirmem için yeni asker göndermiyorlar. Yetişmiş askerler saraya gidince de emrimdeki askerler git gide azalıyor.'
'Hadi gidelim komutan. Yapacak çok işimiz var.'
'Elbette sultanım. Yalnız müsaade edersiniz önce ben bir giyineyim ve bir kıyafet getireyim.'
'Kıyafet Sayra için mi?'
Orel utana sıkıla
'Hayır sultanım. Sizin için. Beyaz şalvar ve beyaz gömlek üzerine saltanat kaftanı size pek gitmemiş de?'
Mirta şöyle bir üstüne başına baktı
'Tamam komutan. Bana da bir kıyafet getir.'
Tahsan'ın ilk burakçıllı süvari birliği...
Orel şafak vakti güneşin ilk ışıklarıyla birlikte tek elinin yetersiz kaldığı yerlerde yardım alarak bizzat kendisinin eğerlediği burakçasına bindi. Arkasına baktı. Elli tane aslan gibi delikanlı da on kadarı burakçaları, kalanı atları üzerinde hazır ve onun emrine muntazırdılar. Eskiden Orel'in eğitiminde bulunan her bir asker için saray bir burakça verirdi. Fakat Dersan döneminde bu burakçalar peyderpey elinden alınmış ve yerlerine at verilmişti.
Orel emri verdi
'Haydi aslanlarım ileri. Bugün varacağız inşallah.'
Aslında askerler nereye varılmak istendiği konusunda en ufak bir fikre sahip değillerdi. Orel'in emri ile dört gündür atları çatlatacak derecede kuzeye doğru yol almışlar ve beşinci gün sabahı yine kuzeye doğru yola çıkmışlardı.
Askerlerin bilgisizliğine karşın Orel ne yaptığını gayet iyi biliyordu. Sultan Mirta'nın, Tahsan ülkesinin gerçek sultanının emrini yerine getiriyordu. Ayrıca yolculuktan dolayı bezgin düşmüş elli genç aslanın bu gün ne kadar mutlu olacağını ve bir anda nasıl enerji dolu hale geleceklerini çok iyi biliyordu. Bir miktar yol aldıktan sonra tüm ihtişamı ile Pola dağı karşılarındaydı. Artık yapması gereken şey dağın yukarılarında bir gölden çıkan, kuzeyden güneye Tahsan ülkesinin büyük bir kısmını sulayarak Doğu denizine dökülen Samarin ırmağını görünceye kadar at sürmekti.
Öğlene kadar yol aldıktan sonra ırmağa ulaştı. Mirta'nın dediği gibi ormana girene kadar ırmağı akıntı yönünde takip etti. Çok kısa bir süre sonra ormana ulaştı. Orman içinde bir miktar yol aldıktan sonra aradığını buldu. Ağaçlara bağlanmış elli bir tane burakçıl.
Mirta ve Sayra o gece vakit kaybetmeden Forancık'a uçmuşlardı. Sayra beyaz Burakçılı sürerken çok zorlanmıştı. Yer yer Mirta yanına kadar gelip yardım etmiş ve o şekilde yolu tamamlamışlardı. Bu zorlanmaya karşın Sayra durumundan asla şikayetçi olmamış ve hatta Mirta'nın duymayacağından emin olduğu anlarda sevinç çığlıkları atmıştı. Günlerce yarı hapis hayatı yaşadıktan sonra uçmak tarifi mümkün olmayan bir haz vermişti başkomutana. Ara sıra gökteki yıldızlara, ara sıra altından akan ormana bakıyor ve haline şükrediyordu.
Forancık sarayına eski dostları sayesinde girmeyi başaran Sayra Forancık sultanı ile görüşmüş ve Mirta ile Forancık sultanının gizli bir şekilde buluşmalarını sağlamıştı. Mirta'yı görmekten dolayı memnundu Forancık sultanı. Olan bitene bir anlam verememişti. Dersan denen bu adamın ne yapmak istediği hakkında en ufak bir malumatı olmadığı gibi o katliamı yapan insanın ruh halini de ciddi anlamda merak ediyordu. O da bir savaş istemiyordu aslında ama bu durumda savaşmamak da hiç bir ülkenin kabul edemeyeceği bir şeydi. Mirta ile görüşmeden sonra vaatlerin takipçisi olduğunu hatırlatarak ordusuna geri dönmeleri için haber gönderdi.
Bu hayati görüşmeden sonra Mirta ve Sayra vakit kaybetmeden Pola dağındaki Samarin gölüne uçtular. Sayra bu uçuşta burakçıla epey uyum sağladı. Sonraki bir hafta boyunca elli bir tane vahşi Burakçılı ehlileştirmek zorunda kaldılar. Sayra bu işte gerçekten çok iyiydi. Bir burakçılı ehlileştirmek bir atı ehlileştirmekten daha kolaydı ama burakçıldan düşmek ile attan düşmek arasında büyük fark olduğu da kesindi.
Orel burakçıllara alıcı gözle baktı, arkasına döndü ve askerlerine haykırdı
'Aslanlarım. Bu hayvanlar artık sizin.'
Askerlerden kırk tanesi sevindi. Attan inip burakçaya bineceklerdi ve bu gerçekten çok güzel olacaktı. Diğer on tanesi için durum değişmemişti. Yalnız atlı olsun, burakçalı olsun elli asker içinde bu yolculuğun neden yapıldığını anlayan olmadı. Atla burakçayı değiştirmek elbette güzeldi ama bu kadar burakçayı beş asker çok rahat Tahsanin'e kadar götürebilirdi. Bu anlamsız görünen yolculuğun bir anlamı olması gerekiyordu. Askerlerden kırk dokuzu homurdanmaya başladığı sırada biri dayanamayıp sordu
'Komutanım bu burakçalar için mi geldik?'
Orel genç askerlere şöyle bir baktı. Kıs kıs güldü ve sorunun cevabını verdi
'Hayır asker, bu burakçalar için gelmedik.'
Mutluluktan gözlerinin içi gülüyordu Orel'in. Bu sahneyi hayatının sonuna kadar unutmayacağına emindi. Şaşkın bakışlarla ne olduğunu anlamaya çalışan askerlerine baktı ve sevinç içinde haykırdı
'Bu burakçıllar için geldik.'
O an 'Burakçıl mı?' sorusu elli askerin her biri tarafından sevinç içinde soruldu. Tüm askerler atlarından, burakçalarından indiler ve çocuklar gibi koşuşarak kendilerine bir burakçıl seçtiler. Haliyle son kalan burakçıl da Orel'in oldu. Ama Orel buna razıydı. Askerlerini buraya bunu için getirmişti. Tahsan'ın ilk gerçek burakçıllı süvari birliğini kurmak için. Eğitimlerini de Pola Dağı'nın eteklerinde yapacaktı elbette. Tahsanin'de günlerce uçuş talimi yapan elli Burakçıllı askerin kimse tarafından görünmemesi ihtimali yoktu.
Sultanının verdiği görevin yarısını yerine getirmiş ve askerleri burakçıllarla buluşturmuştu. Elli asker istemişti sultan. 'Fazlası olmasın.' demişti ama Orel'in elinde zaten fazlası yoktu. Ellisi de buradaydı ve burakçıllarına binmişlerdi bile. Orel de heyecanlanmıştı. Çok mutluydu o an. Tek düze giden hayatında yeni bir tecrübeyi, başkomutanlık döneminde bile yaşamadığı bir tecrübeyi yaşamak üzereydi. Çok zafer kazanmış, bir çok ilke imza atmıştı. İşte bir ilkte daha onun mührü olacaktı. O an daha önce fark etmediği bir şeyi fark etti Orel. Bir şeyi yapmanın hazzı bizzat faaliyeti gerçekleştirirken alınmaktaymış meğer, bitirdikten sonra övgüyle anılırken değil.
Aradan çok geçmeden eğitimlerine başlayan elli genç üç gün gibi kısa bir sürede uzmanlaştılar. Üçüncü gün gruplar halinde son derece estetik hareketler yapabiliyorlardı. Bu Orel'in hiç ummadığı bir şeydi. Daha uzun süreceğini zannediyordu. Karşısındakilerin yirmi yaşında kabiliyetli gençler olduğunu unutmuştu. Daha doğrusu balkonda yıldızları seyrettiği onca gece sonunda gençliğin ne olduğunu unutmuştu. 'Gençlik.' dedi kendi kendine. 'Çarçabuk yaşayarak, risklere korkmadan atılarak öğrenmek.' Gerçekten de çok riskli hareketler yapıyorlardı genç öğrenciler. Hatta bir ara bir asker kırk metre kadar yükseklikten düşmüştü. Allah'tan ırmağa düşmüştü de bir şey olmamıştı.
Kendisi de bu zaman zarfında genç askerlerin yardımıyla idare edecek kadar bir şeyler öğrendi. Tek kolu olduğundan ani hareketler yapması olanaksızdı. Sadece düz ve alçaktan uçuş çalıştı. İlk yükselişlerde korkudan gözlerini kapatması genç askerlerin kahkahalarını tutamamalarına sebebiyet vermiş ve Orel bunun üzerine
'Hele bir yere inelim. Size sorarım.' diyerek kendisi de kahkahalara eşlik etmişti.
Üçüncü gün sonunda eğitimin tamamlandığına kanaat getiren Orel askerlerine yola koyulma emri verdi. Dikkat çekmemek için geceyi iyi değerlendirmeleri ve çok yüksekten uçmaları gerekiyordu.
Yolculuk başlamadan evvel askerlerden biri diğerinin kulağına eğildi.
'Baksana , komutan bu burakçılları nereden buldu?'
'Bilmiyorum. İnan bana merak da etmiyorum. Sadece uçmanın tadını çıkarıyorum.'
'Aslında haklısın galiba.'
Orel'in emri ile yola çıktılar. Yalnız bu sefer Orel en önde değil ortadaydı. Komutanlarının durumunu çok iyi bilen genç askerler onu yakın takibe aldılar ve hayatlarının en zevkli yolculuğunun tadını çıkardılar.