Yedi İhtiyar 14

Kadın cesareti...

Barsa gökyüzüne baktı. Vakit öğleyi biraz aşmıştı. Sultan uyanmış olmalıydı. Bir insanın bu kadar keyfine düşkün olmasını aklı almıyordu. Böyle bir zamanda bile ne gece eğlencelerinden, ne uykusundan, ne de sakasından taviz vermiyordu. On beş bin asker hiç savaşmadan dönmüş, eğitimlerine devam etmek için savaşa gitmiş olma bahanesiyle verilen süresiz tatillerinin bitmesini bekliyorlardı. Bir hafta sonra ilk maaşlarının ödenmesi gerekiyordu ve elbette ki ödenmeyecekti. Sonra isyan çıkarsa on beş bin genci ve ailelerinin tamamını öldürecekler miydi. Gerçi öldürülmelerini isterse kimse şaşırmazdı. Bütün bunlardan daha da önemlisi Forancık ordusunun neden savaşmadan döndüğünü bile bilmiyorlardı ve en çok da bu konu günlerdir Barsa'nın içini kemiriyordu.

Forancık'a gönderdiği ajanları bu sabah çok önemli bir bilgiyle döndüler. Dersan dışında kim sultan olursa olsun hiçbir bahane kabul etmez ve bu haberi geciktirdiği için Barsa'yı derhal idam ederdi. Ama Dersan başkaydı. Uyanıp Rüveyda ile kahvaltısını yaptıktan sonra birkaç kadeh saka içer ve o zamana kadar kimseyle asla görüşmezdi. Bu yüzden sabah haberi aldığından bu yana vakit geçirmeye çalışıyordu Barsa. Her sabah yaptığı yarım saatlik bahçe teftişini saatlerce uzatmıştı. Başkomutan olduktan sonra saraya bir miktar yeni muhafız aldı. Her sabah bahçeyi teftiş eder ve sadece kendisi tarafından muhafız kadrosuna dahil edilmiş askerlerle durum değerlendirmesi yapar ve sonra işlerine bakardı.

Tekrar gökyüzüne baktı. Artık uyanmış, kahvaltısını yapmış ve üç kat genişletilmiş odasında cariyelerle birlikte saka içiyor olmalıydı. Saraya girdi Barsa. Sultanın odasına geldiğinde kapıda bekleyen muhafıza sultan ile özel olarak görüşmek istediğini söyledi. Muhafız başkomutanın emrini yerine getirdi. Biraz sonra üç cariye odadan çıktı ve Barsa odaya davet edildi. Başkomutan odaya girdiğinde Dersan ayakta saka içiyordu. Barsa'yı görünce gergin bir şekilde, kısık bir sesle konuşmaya başladı

'Buyur Barsa. Özel olarak görüşmek istemişsin. Ben de cariyeleri gönderdim. Mesele nedir? Yine şu on beş bin asker meselesi ise sakın başlama. O meseleyi daha sonra konuşuruz.'
Bu cümle o meselenin hiçbir zaman konuşulmayacağı anlamına geliyordu. Aslında o mesele de çok önemli bir meseleydi ama Barsa'nın o an söyleyecekleri daha önemliydi.
'Hayır sultanım, daha önemli bir mesele var?'
'Neymiş o, bak şimdi merak ettim.'
'Sultanım Forancık'a gönderdiğim ajanlardan haber geldi. Forancık ordusu geri dönmeden bir gün önce Sayra Forancık sarayına girmiş.'

Bu haber çok önemliydi. Dersan yine sükunetinden ödün vermek istemedi ama yüzü heyecanını ele veriyordu. Yine sakin bir şekilde
'Olması gereken savaştan bir gün önce öyle mi?'
'Evet sultanım. Bir gün önce.'
Dersan elinde kadeh bir müddet Barsa'nın etrafında çember çizdi ve sesli bir şekilde düşünmeye başladı.

'Ordunun dönme sebebinin bu ziyaret olduğunu varsayalım ki çok da mantıksız bir varsayım olmaz. O halde Sayra ona çok önemli bir şey söylemiş olmalı.'
Barsa dayanamadı, konuşmaya dahil oldu
'Kesinlikle sultanım.'
'Peki Barsa sen şimdi Forancık sultanı ol. Sana ne denirse orduyu geri çekersin? Sadece bir özür yeter mi? Düşün bir kere. Kalen yağmalanmış, erkeklerin başı kesilmiş ve biri gelip 'Kusura bakma.' diyor. Bu yeter mi?'
'Kesinlikle yetmez sultanım.'
'O halde sana ne denmeli, daha doğrusu ne vaat edilmeli ki sen ordunu geri çekesin?'
'Suçluların kelleleri. Başka hiçbir şey tatmin etmez sultanım. O da hatır adına kabul edilebilir ancak.'
Gerçi Barsa böyle hatır gönül işlerinden anlamazdı ama böyle insanların var olduğu da bir gerçekti.
'Sana kesinlikle katılıyorum Barsa. Bu durumda şöyle bir soru sorayım. Bu vaadi sana kim vermeli. Sayra'nın vermesi yeterli olur mu?'
'Asla sultanım.'
'O halde.'
'Ben de aynı şeyi düşünüyorum sultanım. Mirta hayatta olmalı.'
Bu sırada kapı çalındı. Dersan
'Gir.' dedi
İçeri giren muhafız Dersan'ın önünde saygıyla eğildi
'Sultanım şehir meydanında bir isyan çıkmış.'
Dersan sakindi
'Kimmiş bu isyanı çıkaran. Kaç kişilermiş ve ne istiyorlarmış.'
'Sultanım yirmi yaşlarında genç bir kadın çıkarmış isyanı.'
Barsa ilk defa Dersan'ın şaşırdığını gördü. Sultan olduğunu öğrendiği gece bile bu kadar şaşırmamıştı.
'Yirmi yaşında genç bir kadın mı?'
'Evet sultanım. Beş yüz kadar kadını toplamış, artan tecavüz olaylarına isyan ediyormuş.'
'Yirmi yaşında genç bir kadın ha. İlginç. Tamam muhafız. Çıkabilirsin.'
Dersan Barsa'ya döndü
'Barsa derhal meydana git ortalığı sakinleştir. Kızı da bir araştır. Sonra ne yapılması gerektiğini biliyorsun.'
'Sultanım isterseniz Koral gitsin. Ben ...'
'Hayır Barsa. Koral oraya asla gitmeyecek. Kadın sözü en munis adamı bile çileden çıkarır. Koral dayanamaz. Meydanda kadın katliamı olmasını istemiyorum. Sen git ve sakın unutma. İstersen sonradan oradakilerin hepsini öldür. Ama o meydanda bir kadının bile burnu kanamasın.'
'Emredersiniz sultanım.'
Barsa derhal yüz kadar muhafızla meydana gitti. Gerçekten de yirmi yaşlarında, fakir giyimli, bir yetmiş boylarında, sarışın genç bir kadın ufak bir kürsü bulmuş beş yüz kadar kadına konuşuyor, onlar da tezahüratlarla onu destekliyor beş bin kadar kişi de onları seyrediyordu. Genç kadın gelen askerleri görünce daha bir coşkulu bağırmaya başladı.
'Artık kadınlara tecavüz edilmesini istemiyoruz.'
'İstemiyoruz.'
'Genç kızların kaçırılıp tecavüz edildikten sonra öldürülmelerine, ailelerinin öldürülmelerine daha ne kadar sessiz kalacağız?'
'Öleceğiz ama sessiz kalmayacağız.'
'Peki bizi kim koruyacak?'
Genç kadın askerlere döndü, parmağı ile onları işaret ederek
'Bu zavallılar mı?'
Kalabalık bağırdı
'Asla.'
'Her gün sayıları artıyor ama yirmi kişiyi yakalayamıyorlar.'
'Yakalayamıyor zavallılar.'
Barsa konuşan kadına şöyle bir baktı. Nasıl bu kadar cesur olabiliyordu. Deliydi galiba. Dersan haklıydı. Koral olsaydı kesin katliam olurdu.
Genç kadın tekrar onları işaret etti
'Bu zalimler mi bizi koruyacaklar?'
'Asla.'
'Kendileri tecavüz etmiyorlar mı?'
'Ediyor zalimler.'
Barsa burakçasından indi. Daha fazlasına izin veremezdi. Kürsüdeki genç kadının kolunu sahte bir gülümseme eşliğinde sıkıca kavradı. Burnunu kanatmayacak kadar itti. Kadın düşeyazdı ve kürsüden indi. Barsa topluluğa seslendi.

'Sevgili Tahsanin kadınları. Sizleri çok iyi anlıyorum ve acınızı ta yüreğimde hissediyorum. Maalesef bir savaş belası ile karşı karşıya kaldık, o haydutlarla ilgilenemedik. Söz veriyorum, onları yakalayacağız. Acınızı anlamakla birlikte bu yaptığınız uygun değil. Sultanımız hoş görülü biri olmasaydı şu an sultana isyandan yargılanabilirdiniz ama çok şükür ki sultanımız son derece hoş görülü. Mesajınızı verdiniz. Artık lütfen dağılın.'

Kalabalık dağıldı. Beş yüz kadar kadını izleyen beş bin kadar kişi içerisinde Barsa'nın ajanları vardı elbette ve onlar şu an ne yapmaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Kimsenin bir şey söylemesine gerek yoktu. Bir saat kadar sonra öğrendiler. Genç kadının evi şehrin batı tarafında ve biraz dışındaydı.

Şehir meydanında bu olaylar olduğu sırada Sıralı Tepeler tepe grubuna mensup bir tepede bulunan mağaralardan birine giren Tahsan sarayının Mirta döneminden kalma son generali Hilat karşısında Mirta'yı görünce kendini tutamadı ve sultanına sarıldı. Orel 'Sultan seni görmek istiyor.' diye gizlice haber göndermiş ve o da uçarak gelmişti. Otuz dört yaşında, bir doksan boylarında güçlü kuvvetli biriydi general Hilat.

Ufak bir hasret gidermeden sonra Mirta, Sayra ve Hilat toplantıya oturdular. Mirta Hilat'a döndü
'Bize sarayın şu anki durumu hakkında bilgi ver Hilat. Oraya nasıl girebiliriz?'
'Sultanım Barsa denen melun bir çok yeni muhafız aldı ve almaya da devam ediyor.'
'Eski muhafızları attılar mı?'
'Hayır sultanım, şu an için atamazlar da. Onlara muhtaçlar. Yeni alınanlar tam bir çapulcu, saray muhafızlığı ciddiyetinden uzaklar. Az görev alıyorlar ve çok içiyorlar.'
'O zaman bu iş kolay olacak.' dedi Sayra.
Hilat çok da basit olacağını düşünmüyordu.
'Yalnız şöyle bir durum var komutanım. Önemli yerlerde Barsa'nın adamları var ve onları sıkı takip ediyor. Her gün mutlaka kontrol eder.'
'Nerelerde görevli bu yeni muhafızlar?' diye sordu Mirta
'Sultanım, tüm kapılarda her zaman yeni muhafızlar vardır. Bahçe burçlarında her zaman sayıca fazla olurlar. Sizin ve Sayra'nın saraya girmenizi engellemek amacıyla olduğu çok belli. Yalnız saray içinde daha çok eskiler vardır.'
Mirta'nın en çok merak ettiği şey Hilat'ın eski askerler üzerindeki etkisiydi
'Hilat, peki eski askerler seni ne kadar dinlerler?'
'Sultanım ben bir general olduğum halde yeni askerlere emir verme yetkisine sahip değilim. Zaten Samil bu duruma isyan ettiği için öldürüldü. Eski generalin durumu böyleyse eski askerin durumu nasıldır siz bir düşünün. Hepsi kin dolu. Şu an saldırın desem yeni askerleri yer bitirirler.'
'Peki sence saraya nasıl girebiliriz?'
'Sultanım onların yolunu kullanalım.'
'Nasıl yani?' diye sordu Sayra
'Onlar kargaşa çıkardılar, biz de kargaşa çıkarırız. Yalnız bahçeye nasıl gireceksiniz. Bir burakçıl olsaydı ne güzel olurdu.'
Mirta ve Sayra göz göze geldiler. Hilat'ı rahatlatan Sayra oldu
'Hilat, bizim burakçılımız var.'
'Gerçekten mi komutanım. Bu çok güzel. O zaman benim planım tamam ve bu planı zevkle uygularım. Zaten uzun zamandır bekliyordum Koral'la hesaplaşma fırsatını.'
Hilat planın ayrıntılarını anlattı.

Gece şehrin batı tarafında ve biraz dışında olan bir eve yaklaşan dört burakçıllı haydut ay ışığının yerde oluşturduğu dört burakçıl gölgesinin neden bir anda kalabalık bir burakçıl grubunun gölgesine dönüştüğünü ilk önce anlayamadılar. Yukarı baktıklarında gördükleri yirmi burakçıllı süvariden aynı anda çıkan oklar dördünü de kanlar içinde yere serdi. Orel'in öğrencileri havada süvarisiz kalan burakçılları yularlarından tuttular ve gecenin karanlığında kayboldular.


Tünel...

Barsa'nın kısa teftişini müteakip Hilat bahçede bir teftiş yaptı ve başkomutanın muhatap almadığı tüm muhafızlarla uzun uzun görüştü. Daha önce herhangi bir askerle bu kadar uzun görüştüğü görülmemişti. Vakit öğleye yaklaşıyordu ki saray bahçesinin dışından gelen ve tonu git gide artan sevinç çığlıkları yavaş yavaş bahçeyi de aşıp sarayın içine kadar ulaştı. Neler olup bittiğine bir anlam veremeyen Barsa ve Koral saray ana kapısından dışarı çıkarak saltanat kapısına doğru ilerlemeye başladılar. O sırada bahçede bulunan Hilat ve muhafızlar da neler olduğunu merak ediyorlardı.

Saltanat kapısında nöbet tutan muhafızlar Barsa'nın emri ile kapıyı açtılar. Yedi sekiz atlı asker arkalarında onlara tezahürat yapan halkla birlikte saltanat yolundan saraya doğru ağır ağır yaklaşıyorlardı. Kalabalık biraz daha yaklaşınca atlı askerlerin arkasında üzerlerinde ceset bulunan dört adet burakça görüldü. Halktan bazıları bazen kendilerini tutamıyor, ellerindeki sopalarla cesetlere vuruyorlardı. Atlı askerler engel olmaya çalıştıysalar da bir yerden sonra pes ettiler. Kalabalık biraz daha yaklaşınca Barsa hemen yanı başında bulunan Koral'a sessiz bir şekilde
'Bunlar Orel'in askerleri. Orel de aralarında.' dedi.
Koral olan bitene bir anlam veremiyordu.
'Neden gelmiş acaba?'
Bunu Barsa da merak ediyordu
'Halk niye bu kadar mutlu? Arkadaki cesetler kimin? Burnuma kötü kokular geliyor Koral? Dün gece kaç kişi göreve gitti?'
'Her zamanki gibi dört kişi. Zavallı bir aile, dört kişi bile fazla gelir?'
'Döndüler mi?'
'Bilmiyorum. Dönmeseler bile haber gelmez. Bazen görevden sonra bir şeyler içip kutlamaya gidiyorlar. Biz buraya geldikten sonra onlar da disiplini tamamen kaybettiler.'

Orel ve askerleri saltanat kapısından girdikten sonra kapı kapandı. İçeri alınmayan halk
'Kahrolsun haydutlar, yaşasın Tahsan.' diye tezahürat yapmaya başladılar.
Olay anlaşılmış, Barsa korkmakta haklı çıkmıştı. Orel gülümseyen bir yüzle attan indi Barsa'nın elini sıktı ve müjdeyi verdi.

'Müjde başkomutan. Benim öğrenciler haydutlardan dördünü öldürmüşler. Cesetleri ve burakçılları getirdik. Burakçıllı süvari birliğinize dört yeni asker alabilirsiniz. Burakçıllar bizim hediyemiz.'
Bir anda cesetlerin etrafı askerlerle çevrildi. Hepsi sırayla haydutların yüzlerine baktılar. Kimileri yüzlere tükürdü, kimileri tükürmedi. Barsa gülümsemeye çalıştı
'Tebrik ederim büyük komutan. Nasıl oldu bu?'
'Her gece öğrencilerimden yedi tanesi gece nöbetine çıkarlar. Bilirsin işte, eğitimin en önemli parçalarındandır bu. Gurur duydum onlarla. Öğrettiklerimi iyi anlamışlar.'
'Ne öğretmiştin komutan?'
Orel Barsa'ya biraz daha yaklaştı. Gözleri Barsa'nın gözleriyle buluştu.
'Onlara şunu demiştim başkomutan. Akıllı asker tehlikenin yerini sezebilen askerdir. Bunun için de halkı iyi bilmek, şehirde neler olduğuna vakıf olmak gerekir. Gerçi bunları sana söylemek elbette gereksiz. Ama ben askerlere bu şekil söyledim. Onlar da dün genç bir kadının şehir meydanında o haydutlar hakkında bağırıp çağırdığını duymuşlar. Gece o kadının evine burakçıllıların uğrayacağı kesin gibi bir şey. Evin etrafında ok mesafesinde beklemeye başlamışlar. Bu melun serseriler ellerini kollarını sallayarak gelince bizim gençler için kolay lokma olmuşlar.'
Orel alaycı bir şekilde gülümsedi ve devam etti
'Burakçılları olsa da haydutlar sonuçta değil mi. Senin benim gibi bir komutanın eğitiminden geçmemişler ki.'
Koral dişlerini gıcırdattı, Barsa'nın dürtmesi üzerine zorla gülümsedi ve elini zorla da olsa uzatıp Orel'in elini sıktı. Hiçbir şey söylemeden geri dönüp oradan uzaklaştı. Barsa kendini bir açıklama yapmak zorunda hissetti.
'Kusura bakma komutan. Koral'ın sert bir yapısı vardır. Konuşmayı pek sevmez.'
'Demek meşhur Koral bu. Meşhur acımasız Koral.'
'Zalimlere karşı acımasız.'
'Elbette öyle. Ben de onu kast etmiştim zaten. Neyse sultan yok herhalde.'
'Henüz uyanmadı.'
Orel güneşe baktı
'Hasta mı?'
'Dün gece çok çalıştı, çok yoruldu.'
'Dinlensin o zaman sultanımız. Tahsan'ın ona ihtiyacı var. Artık hediyemi sen arz edersin. Hürmetlerimi de.'
'Şüphen olmasın komutan. Yolun açık olsun.'
Orel atına bindi, askerlerine döndü
'Gidiyoruz aslanlarım. Sizlerle gurur duyuyorum.' dedi.
Orel ve öğrencileri yine halkın tezahüratları arasında yola koyuldular. Olan biteni uzaktan seyreden Hilat Barsa'nın yüzündeki kini o mesafeden hissetti. Gerçekten de çok sinirliydi Barsa. Hışımla muhafızlara bağırdı
'Ne duruyorsunuz, hadi saltanat kapısını kapatın, bu haydutları gömün ve burakçılları ahıra koyun.'
'Emredersiniz komutanım.'
Barsa saraya doğru yöneldi ve kapıdaki muhafızlara Koral'ı çalışma odasında beklediğini söyledi. Bir müddet sonra Koral ile Barsa komutanlar için tahsis edilmiş çalışma odasında buluştular. İkisi de çok sinirliydi. Bunu hazmedemezlerdi. Barsa Koral'ın iki yakasını tuttu
'Bak Koral. Derhal git, o kalan on dört serseriyi bul. Orel yarına sağ çıkarsa yarın hepsini ellerimle öldürürüm bilmiş olsunlar.'

On dört haydut kalmıştı. Beş haydut idam edilince Barsa Dersan'ın müsaadesiyle üç yeni haydut bulmuştu. Beş burakçıldan iki tanesi Dersan ve Rüveyda'ya tahsis edilmişti.

Koral olanlardan endişeliydi.
'Orel bu akşam onları bekleyecektir.'
'Bundan sonra hangi gece beklemeyecek ki? Ona göre plan yapsınlar. Burakçıllar onlarda. Kapıdan girmeleri gerekmiyor ki.'
Koral'ın yakasını bıraktı Barsa, bir müddet konuşmadı. Biraz sakinleştikten sonra devam etti
'Herkes tepeden ineceklerini zannediyor. Bunu hesaba katıp planı yapın. Bu gece bu iş bitsin Koral. Kellesini de şafaktan önce meydana atsınlar.'
'Emredersiniz. Ben de onlarla gideyim mi?'
'Hayır sen sarayda bulun. Sayra ile Mirta yaşıyor. Saraya gelmeye cesaret edemezler ama ne olur ne olmaz sen burada ol.'
'Emredersiniz.'

Koral derhal çiftlik evine vardı ve gerekli planları yapıp saraya geri döndü.
Gece olunca dört burakçıllı haydut Orel'in saraycığı üzerinde çember çizmeye başladılar. Tahmin ettikleri gibi aşağıdan oklar gelmeye başladı. Okların hiç biri onlara ulaşmıyordu. Dört haydut saraycığın bahçesine rastgele ok yağdırarak cevap verdiler. Bu sırada sahil şeridinden oldukça alçaktan uçarak gelen on burakçıllı haydut saraycığın balkonuna kadar geldiler. Sekiz tanesi balkona çıktı ve kalan ikisi burakçılları aşağı indirip beklemeye koyuldular.

Yukarıdaki dört burakçıllı haydut Orel'in askerleri ile ok atma oyununa devam ededursunlar sekiz haydut saraycığın karanlık odalarını kontrol etmeye başladılar. İkinci katta kimsenin olmadığını gören haydutlar birinci kata inmek üzere merdiven başına gelince saraycığın ana kapısında bile herhangi bir muhafızın olmadığını fark ettiler. Bunun üzerine biri
'Burada kimse yok, tuzağa düştük.' diye bağırdı.
Derhal balkona çıktılar ve biri ıslık öttürüp arkadaşlarını çağırdı. Fakat gelen olmadı. Bir daha ıslık öttürdüler. Yine gelen yoktu. O sırada yukarıdan bırakılan altı cesedin gözlerinin önünden geçmesi üzerine korku içinde yukarı baktılar. Onlarca burakçıllı süvari haydutlara çevrili oklarını fırlattı ve Tahsan'da haydut dönemi kapandı.

Bu sıralarda saray bahçesinde Hilat yeni askerlerden birine neden görev başındayken içki içtiğini sordu.
'İçmek serbest değil mi general?' dedi asker.
Bunun üzerine sinirlenen Hilat askere sağlam bir tokat attı. Olay bazı yeni askerler tarafından Koral'a bildirildi. Bahçeye gelen Koral Hilat'a
'Neden bu askere tokat attın?'
'Emrime itaat etmedi de ondan.'
'Emrin neydi?'
'Sana ne? Sana mı hesap vereceğim? Sen de generalsin ben de.'
Koral'ın vakti yoktu. Askerlere döndü
'Alın bunu götürün. Sonra görüşürüz.'
Hilat'ı almaya gelen askerler bütün gün Hilat tarafından kışkırtılmış eski muhafızlardan bazıları tarafından durduruldu. Kılıçlar çekildi. Koral olan bitene bir anlam veremedi.

'Siz kim oluyorsunuz?' diye muhafızların üzerine yürümeye yeltendi ama karşısında kendisinden on santimetre kadar uzun Hilat'ı buldu. Gülüyordu Hilat.

'Ne oldu acımasız. Bak seni dinlemiyorlar. Şimdi ne yapacaksın? Hepsini öldürecek misin?'
Koral şaşkındı. Olan bitene bir anlam veremiyordu. Hilat'ın söyleyecekleri henüz bitmemişti.

'Peki buna ne dersin Koral?' dedi ve Koral'ın yüzüne sert bir yumruk attı. Bu yumrukla birlikte eski ve yeni muhafızlar da birbirine girdi. Arkadaşlarına saldırıldığını gören yeni eski tüm muhafızlar arkadaşlarına yardıma koştular. Bu sayede bahçedeki tüm muhafızlar ön bahçedeki kavgaya karıştılar. Ön bahçedeki kavga kısa sürede sarayın içine kadar uzandı. Barsa avazı çıktığı kadar bağırıyor ama bu bağırma bir fayda etmiyordu. O sırada dans etmekte olan Dersan sakin bir şekilde tahtına oturdu ve salona kadar uzayan kavgayı seyretmeye başladı. Cariyeler, çocuklar ve tüm siviller bir köşeye çekilip kendilerini gelen yumruklardan sakınmaya çalıştılar.

Yeni muhafızlar hem sayıca az hem de sarhoş olduklarından kaybetmeye mahkumdular.
Hilat yerde yüzü kan içinde yatan Koral'ı iki yakasından tutup ayağa kaldırdı.
'Ne oldu Koral, habersiz mi vurdum. Adil olmadı değil mi? Sen adil biri misin Koral?' dedi ve bir yumruk daha attı ve sonra kılıcını çıkardı. Yerde yatan Koral'ın göğsüne sapladı.
Bu sırada arka bahçeye iki burakçıl kondu ve o burakçıllardan inen yüzleri peçeli iki kişi arka kapıdan saraya girdi. Bu iki kişi büyük salonun girişinde bulunan Hilat'ı da alarak salona girdiler. Hilat salondaki askerlerine bağırdı
'Durun.'
Eski askerler salonda zaten az sayıda olan ve epey hırpaladıkları yeni askerleri bırakıp sessizce kenara çekildiler. O sırada Barsa da salona kadar gelmişti. Yüzleri peçeli yabancılardan biri yüzünü açtı ve salonda Forancık'tan gelen cariyeler hariç herkes şaşkın bir şekilde fısıldadı.
'Sayra.'
Evet Sayra'ydı bu kişi ve Hilat'a dönüp sordu.
'Kimdir bu Barsa denen kişi?'
Hilat Barsa'yı gösterdi.
'Tutuklayın onu Hilat.'
Hilat ve askerler Barsa'yı tutuklamaya giderken olan biteni sakin bir şekilde izleyen Dersan Sayra'ya baktı
'Sana bir soru sorabilir miyim Sayra?'
'Sor bakalım Dersan.'
'Buraya kadar gelip böyle emir verebildiğine ve bana ismim ile hitap edebildiğine göre diğer peçeli kişi kuzenim olmalı. Haklı mıyım?'
Mirta peçesini açtı. Salon bir kez daha şaşırdı.
'Sultan Mirta.'
'Sultan Mirta gelmiş.' fısıltıları salonu sardı.
Tahta baktı Mirta
'Benim yerimde oturuyorsun Dersan.'
Dersan ayağa kalktı. Yine sakindi. Kısık bir sesle tane tane konuştu
'Öyleyse kalkarız kuzen. Bak yerin boş. Buyur otur.'
Mirta alkışlar içinde tahtına oturdu. Dersan tahtına oturan kuzeninin önünde saygıyla eğildi
'Bir şey sormama müsaade eder misiniz sultanım.'
'Buyur sor.'
'Bana ne yapacaksınız?'
Mirta da sakindi
'Bir kale dolusu erkeğin başını kesen insana ne yapılırsa onu yapacağım kuzen.'
'Adil bir yargılama olmadan mı?'
'Merak etme adil bir yargılama olacak. Muhafızlar alın bunu da Barsa'nın yanına götürün.'

İki muhafız Dersan'ı kollarından tuttu ve zindana doğru yola koyuldular. Zindana sarayın zemin katından uzun bir tünelle geçiliyordu. İki muhafız ve Dersan tünelde ilerlerken arkadan sessizce yaklaşan biri muhafızları sırtlarından hançerledi. Bu Rüveyda'dan başkası değildi. Dersan ve Rüveyda sarayın zemin katına geri döndüler. Zindan tüneli kapısının biraz ilerisinde zeminde bulunan bir kapağı açtılar ve başka bir tünele girdiler. Bu tünel sarayın dışında orman içinde bir ahıra çıkıyordu ve Dersan ile Rüveyda'nın burakçılları bu ahırdaydı. Tabi epey miktarda altın da saklamışlardı bu ahırda.
Ahıra vardılar. Burakçılların eğerlerine altın doldururken Rüveyda Dersan'a baktı. Gülümsüyordu.
'Demedim mi sana bu tüneli ve bu ahırı yaptıralım diye.'
Dersan sakindi
'Dedin Rüveyda, dedin. Ben de demedim mi sana bu sultanlık zor iş, bana göre değil diye. Sadece kendini değil tüm halkı doyurman gerekiyor. O kadar hazinemiz vardı, yetmiyordu. Oysa şu an bu kadar altın hayatımızın sonuna kadar yeter.'
Tasdik etme sırası Rüveyda'daydı
'Dedin Dersan, dedin.'
'Buraya niye saka koymadık ki. Yola çıkmadan önce içerdik.'
Şafağa yakın bir vakitte ormanın saraya yakın bir yerinden havalanan iki burakçıl bilinmeyen bir yere doğru kanat çırptılar.

15 Haziran 2014 21-22 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar