Yedi İhtiyar 16
Müthiş bir hakikat, müthiş bir adam...
Mirta gecelik kıyafetlerini giydikten sonra odada yanan tek lambeleyi de söndürdü. Yatağına sırtüstü uzandı. Yatak sultan yatağı, yastık kuş tüyündendi ama uyuyamıyordu. Oysa o dağ evindeki o sert yastığa başını koyduğunda ne rahat uyurdu. Elbette dağ havasının olmaması önemli bir sebepti ama daha önemli başka bir sebep vardı uykuyu zorlaştıran. Bir milletin vebali yüklüydü omuzlarına. Kolay değildi bunu hesabını vermek.
İki hafta olmuştu tahta tekrar oturalı ve Allah çok şeye muvaffak etmişti. Buna şükrediyordu. Fakirleri bir nebze olsun rahatlatmakla kalmamış, çoğu fakir aileye şehir dışında arazi ve bir miktar hayvan vermişti. Böylece hem onları açlıktan kurtarmış hem de miskin birer dilenci olmalarını engellemişti. Tahsanin'de bir hastane açmıştı. Hatta bu hastanenin ve hastane bahçesinin önemli bir bölümünü delilere tahsis etmişti. Aynı hastanenin benzerleri diğer şehirlerde de inşa edilmekteydi. Savaş gemilerini sağlamlaştırmış ve yeni gemilerin yapılması için talimat vermişti.
Burakçıllar sayesinde ordu güçlenmiş, askerler bir disipline kavuşmuş ve şehirlerde asayiş sağlanmıştı.Burakçıllar gerçekten çok faydalı olmuştu Tahsan için. Ülkenin dört bir yanıyla haberleşme kolay hale gelmişti. Ayrıca Mirta sadece Tahsanin'de değil diğer şehirlerde de tebdili kıyafet gezebilmekteydi. Tahsanin dışında iki şehre gitmişti bile. Sadece iki şehre gitmiş fakat bu gidişler tüm şehirlerdeki kale komutanlarını hizaya getirmişti. Bundan sonra hangi şehre gideceği belli değildi çünkü. Gelgelelim bu gece uyuyamamasının sebebi de yine burakçıllardı.
Morangiz ordusunun saldıracağı kesindi. Her günü Morangiz ordusunun hareket ettiği haberini alma korkusuyla geçmekteydi. İyi bir ordusu vardı ama Morangizin güçlü ordusuyla savaşmaya kesinlikle hazır değildi. Bunun için biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Yalnız bu ihtiyacın Morangizler tarafından bilindiği de aşikardı. Dolayısıyla yeterli zamanı vermek istemeyecekleri kesin bir gerçekti.
Şu anda yatmanın bir faydası yoktu.Uyuyamıyordu çünkü. Kalktı ve balkona çıktı. Müsrif Dersan'ın yaptığı iki güzel icraattan biriydi sultan odasına balkon yaptırmak. Bu on beş gün zarfında çok defalar çıkmış ve gökyüzüne bakıp tefekkür etmişti. Bir müddet gökyüzündeki yıldızları seyrettikten sonra Allah'a dua etti
'Allah'ım korkuyorum. Korkumun ölüm korkusu olmadığını bilirsin. Halkımın ölümü korkutuyor beni. Allah'ım bize güç ver. Düşmanımıza karşı nusret ver Allah'ım. Amin.'
Dua biraz rahatlattı. Gökyüzünü bir müddet daha seyretti. Bir an Sareye geldi aklına. O masum cariye. Güldü kendi kendine. Neden kaçıyordu ki bu gerçekten. Artık itiraf etmeliydi. Onu hatırlamasındaki tek neden masumiyeti değildi. Her şeyi hoş geliyordu. Dersan'ın yaptığı iki güzel icraattan ikincisi de ahıra uzanan tüneldi. İki kez Karayı gizlice o ahıra bağlamış ve gece kimselere görünmeden saraydan kaçıp Orel'in balkonu altında Sareye'nin şarkılarını dinlemişti. Her gece orada şarkı söylüyor olmalıydı. Bunun sebebini tahmin edebiliyor fakat emin de olamıyordu.
Neden evlenmiyordu ki onunla? İşte bunun için iki sağlam sebebi vardı: Sueye'ye ihanet etmek gibi geliyordu bu ona. Başka biriyle evlenmek değildi Mirta'nın nazarında ihanet olan şey. Onun nazarında ihanet olan şey başka birini Sueye kadar sevmekti ve Sareye'yle evlenmek işte tam bu yüzden Sueye'ye ihanetti. İkinci sebep ise daha da caydırıcı bir sebepti: Morangiz ordusu ile çok yakında yapılacak olan kaçınılmaz savaşta ölmesi ihtimali yüksekti. Sareye'ye bu acıyı yaşatamazdı, Sueye öldüğünde yaşadığı acıyı Sareye yaşamamalıydı.
Sareye'yi düşünmek biraz daha rahatlatmıştı sultanı. Galiba uyuyabilirdi artık. Yatağına yattı. Sueye'den öğrendiği çat pat Noralyaca ile Sareye'nin söylediği şarkılardan en beğendiğini biraz mırıldandı. Güzel şarkıydı. Bu şarkı eşliğinde bir müddet sonra uyumayı başardı.
Sabah erken kalkıp giyinmeye başladı. Henüz saltanat kaftanını giyemeden kapısı çalındı. Acele etmedi, kaftanını giydi ve sonra kapıdaki muhafıza seslendi
'Gir.'
Muhafız içeri girdikten sonra hazır ol vaziyetinde selam verdi
'Sultanım başkomutan Sayra girmek için destur ister.'
'Söyle ona toplantı salonuna gitsin. Onunla orada görüşeceğim.'
'Emredersiniz sultanım.'
Bir süre sonra toplantı salonuna gelen Mirta Sayra'nın korku içinde bakan gözlerini görünce
'Geliyorlar mı?' diye sordu
'Henüz değil sultanım ama çok büyük bir hazırlığın olduğunu duyduk. Güney kıtasının dört bir yanından askerler Horas şehrine doğru yola çıkacaklarmış. Uçan adadan da askerler gelecekmiş. Donanmada da hazırlıklar varmış. Yakında Noralya'ya asker gönderecekleri konuşuluyor.'
Bu kadarını beklemiyordu Mirta.
'Dört bir yandan saldıracaklar desene.'
'Öyle görünüyor sultanım.'
Mirta iki elini masaya hızlıca vurdu, bir miktar öyle kaldıktan sonra
'Sayra generalleri toplayıp hemen bana alternatif savaş planları hazırla. Akşam tüm planları görmek istiyorum.'
'Emredersiniz sultanım.'
Konuşma bitmiş fakat Sayra çıkmamıştı.
'Başka söyleyeceğin bir şey mi var Sayra?'
Sayra utana sıkıla
'Sultanım böyle bir durumda bunu söylemeye utanıyorum ama inanın biz bu planı yaptığımızda bu sabah size verdiğim haberi almamıştım.'
'Yaptığınız planı mı? Kiminle yaptın planı Sayra?'
'Yasmin'le sultanım. Onunla evlenmeye karar verdik. Tabi sizin de müsaadeniz olursa.'
Mirta gülümsedi
'Ne müsaadesi Sayra. Ne zamandan beri sultanlar kimin kiminle evleneceğine karar veriyor. Ama hangi Yasmin bu? Kimdir merak ettim şimdi.'
'Sultanım geçen hafta meydanda halkın önünde şeref madalyası ile onurlandırdığınız kız.'
Mirta da hatırladı o kahraman kızı. O madalyayı orada almayı kesinlikle hak etmişti. Sayra gibi bir kahramana da iyi bir eş olacağı açıktı. Hiçbir erkeğin yapamayacağı şeyi yapmış ve o meydanda askerlere başkaldıran beş yüz kadar kadının sözcüsü olmuştu. Orel isyan çıkarabilecek erkek ararken onu bulmuş ve o da cesaretle planı yerine getirmişti.
'Hatırladım Sayra. Tebrik ederim. Peki nasıl oldu, nasıl tanıştınız?'
'Ben kızı çok beğendim. Orel'in onu tanıdığını da biliyordum. Rica ettim, bizi tanıştırdı. O da beni tanıyor ve uzaktan seviyormuş.'
'Düğün ne zaman peki?'
'Yarın küçük bir tören ile evlenmeyi düşünüyoruz.'
'Beni davet etmiyor musun?'
'Haşa sultanım. Ben sizi meşgul etmek istemedim. Yoksa sizin olmanızdan ancak şeref duyarız.'
'Düğünün yarın bu sarayda olsun. Senin şahidin ben olacağım.'
Sayra çocuklar gibi sevinmişti
'Teşekkür ederim sultanım.'
Komutanlar akşama kadar muhtemel savunma planları üzerinde çalıştılar ve Sayra bu planları sultana sundu. Mirta hiçbirini yeterli bulmadı. Aslında komutanlar da tatmin değillerdi planlardan. Eldeki imkanlarla yapılabilecek en iyisini yapmaya çalışmışlardı. Moraller bozuldu. Bir sonraki gün sarayda akşama kadar Sayra'nın düğün hazırlıkları yapılmış ve akşam büyük bir düğünle Yasmin ve Sayra Toyra evine girmişlerdi. Düğünden sonraki gün Sayra izinliydi. İkindiye kadar iznini kullandı. Sonra Yasmin'den izin istedi.
Böyle bir zamanda başkomutanın görevi başında bulunması gerekiyordu.
Muhafızlardan sultanın o gün odasından hiç çıkmadığını ve hiç kimseyi de odasına kabul etmediğini öğrendi. Akşam geç saatlere kadar yer yer odasına uğradı ve her seferinde kapıdaki muhafızlardan aynı cevabı aldı. Ne kendi çıkıyor ne de bir başkasını odaya kabul ediyordu. Daha fazla duramazdı Sayra. İçeride ne olduğunu öğrenmek zorundaydı. Muhafızları iki eliyle iki kenara çekti yavaşça kapıyı açtı. Oda boştu ve balkon kapısı açıktı. Ağır adımlarla balkona gitti. Sultan duvara dayalı bir mindere bağdaş kurarak oturmuş, başını duvara yaslamış yıldızları seyrediyordu. Sayra'nın geldiğini fark edince
'Sen bu gün izinli değil miydin Sayra?'
'İzinliydim sultanım.'
'Ama yine de buradasın.'
'Buradayım sultanım.'
'Daha uzun sakallı ihtiyar senin hakkında ne doğru söylemiş?'
Sayra bir şey demedi. Mirta'nın yanında ayakta durdu. Mirta Sayra'ya baktı, gülümsedi
'Utanmıyor musun sultandan daha yukarıda olmaya. Şöyle karşıma otur da biraz alçal.'
Sayra Mirta'nın gösterdiği mindere oturdu. Başını öne eğdi
'Kusura bakmayın sultanım. Güzel bir plan bulamadık.'
'Senin bir suçun yok Sayra. Ne senin, ne komutanların. Sabahtan beri düşündüm ve kimin suçlu olduğunu buldum.'
Sayra şaşırdı. Sultanın gözlerine baktı. Gülüyordu sultan
'İhtiyarlar. Evet kesinlikle ihtiyarlar suçlu. Kendileri istedikleri zaman gelir, bir şeyler söyler giderler. Ama sen istediğin zaman kapını bile çalmazlar.'
Sayra da bu söz üzerine gülümsedi. Neden sonra Mirta ciddileşti, Sayra'nın gözlerine baktı
'Tek bir çare var Sayra. Tek ama imkansız bir çare.'
Sayra heyecanlandı
'Nedir o sultanım?'
'Onlar bize saldırmadan biz onların en nazik yerine saldırmalıyız.'
Sayra en nazik yer ile nerenin kast edildiğini anlamamıştı
'En nazik yer neresi sultanım?'
'Uçan ada.'
Sayra başını öne eğdi. O da uçan adanın en nazik yer olduğunu kabul ediyordu. Yalnız o da sultanı gibi düşünüyordu. Oraya değil saldırmak yaklaşmak bile imkansızdı. Mirta gökyüzüne baktı ve
'Bir yolu olmalı, bir yolunu bulmalıyım.' dedi.
Sayra saçı başı dağılmış sultana bir baktı. Artık neden gün boyu kimseyi kabul etmek istemediğini anlıyodu. Onu bu halde ve hele bu düşüncede gören biri sultan hakkında çok da iyi şeyler düşünmezdi. Dinlenmesi şarttı. Bu düşüncelerle uyuyamayacağı kesindi. Bir şey yapmalıydı. O an aklına bir fikir geldi
'Sultanım. Şalam ile bir görüşseniz. Bilirsiniz o uçan adaya çok gitti. Belki bir yardımı olur.'
Şalam Tahsan'ın en büyük tüccarıydı. Büyük ve lüks ticari gemisi Tahsan ülkesinde uçan adaya yaklaşabilen tek gemiydi. Ayrıca uçan adada iki villanın da sahibiydi Şalam. Morangiz kanunları uçan adada daha fazlasına sahip olmasını engelliyordu. Morangizler göz bebekleri gibi baktıkları uçan adaya her tüccarın girmesine izin vermiyorlar ve hiç kimsenin adada iki villadan fazla mülk edinmesine müsaade etmiyorlardı. Bir tüccarın uçan adaya mal götürebilmesi için bizzat Morangiz sultanı tarafından verilen ticaret hakkı sertifikasına sahip olması şarttı. Bu sertifikayı alabilmek için Morangizin başka limanlarına en az on yıl boyunca mal taşımak gerekmekte fakat bu bile tek başına yeterli olamamaktaydı. Güvenilirlik şarttı. Mallar kaliteli olmalı, fiyatlar makul olmalı ve en önemlisi tüccar sadece ticaret yapmalıydı. Gemisinde asker taşıyan veya muhbirlik yaptığı anlaşılan bir tüccar sertifika alamazdı. Sertifika almış bir tüccar böyle bir şey yaparsa sertifikası derhal iptal edilmekteydi.
Mirta bu fikri beğendi.
'İyi düşündün Sayra. Yarın sabah ilk işin Şalam'ı bulmak olsun. Onunla bir görüşeyim.'
Sayra bu sayede sultana bir ümit vermiş ve dinlenmek üzere yatağa gitmesini sağlamıştı. Yoksa o tüccardan öğrenilebilecek her şey zaten biliniyordu. Boğazın her zaman Morangiz savaş gemileriyle dolu olduğunu herkes biliyordu. Kuzey Kıtasının kuzeyindeki Kuzey Denizinde ve Güney kıtasının Güneyindeki Güney Denizinde de gemilerinin bulunduğunu bilmek için basit coğrafya bilgisi yeterli olacaktı. Burakçılların Morangizdeki bir kaç şehir dışında deniz üzerinden uçan adaya kadar uçabileceği yerler sadece güney Noralya'da bulunmaktaydı ve oralarda her zaman Morangiz üsleri bulunmaktaydı.
Sayra'nın planı tuttu ve sultan yatağa giderek uyuyabildi. Zaten vücudu dinlenebilmek için bir bahane arıyordu.
Ertesi gün sabah saatlerinde açılan saltanat kapısından giren ve altı burakça tarafından çekilen altın işlemeli araba o sırada bahçede bulunan herkesin dikkatini çekti. Böyle bir araba sarayda bile görülmemişti. Merdiven başında duran arabadan bir atmış boylarında, şişmanca, bıyıksız ve sakallı bir adam indi. Başındaki başlık üzerindeki elmasın parlaklığı herkes tarafından görülüyordu. Kaftanı da değerli taşlarla doluydu. Ağır adımlarla merdivenleri çıktı. Sayra onu saray kapısında karşıladı. Sayra sabah bulamayabiliriz endişesiyle gece haber yollamıştı Şalam'a.
Sultan, Şalam'ı büyük salonda tahtında kabul etti. Şalam için tahtın hemen karşısında iki metre mesafede tahttan biraz aşağıda olmak şartıyla şaşaalı bir koltuk konmuştu. Sayra'nın emriyle salondaki tüm muhafızlar dışarı çıktı. Şalam sultanı saygıyla selamladıktan sonra kendisi için konmuş koltuğa oturdu. Sayra tahtın sağında bir metre uzakta el pençe divan durdu. Söze Mirta başladı
'Merhaba büyük tüccar. Sarayıma hoş geldin.'
'Merhaba sultanım. Hoş buldum.'
'Şalam ülkemizde uçan adaya mal götürebilen tek tüccarsın. Seninle yakından tanışmak ve bizzat tebrik etmek istedim.'
'Teveccühünüz sultanım. Ben de bu tanışmadan dolayı ziyade mutlu oldum ve bu nazik davetinizden dolayı size müteşekkirim.'
'İnanın fazlasını hak ediyorsunuz.'
'Teşekkürler sultanım. Teveccühünüz.'
Artık yavaş yavaş asıl konuya geçebilirdi Mirta
'Uçan adaya ne satar oradan ne alırsın büyük tüccar?'
'Sultanım ben her yerin en meşhur malını alır, uçan adaya satarım. Tahsan'dan kuru meyve, kuru yemiş, Forancık'tan mutfak eşyası, Noralya'dan kumaş alırım. Uçan adadan hiçbir şey almam. Orada satıcı bulunmaz. Sadece alıcılar vardır.'
'Malları nasıl götürür, elli metre yüksekteki adaya nasıl taşırsın.'
Mevzu Şalam'ın hoşlanmadığı bir tarafa doğru gidiyordu
'Adanın doğusunda adadan yüz kilometre kadar uzakta Morangiz savaş gemileri bulunur. Bunlar geliş gidişleri kontrol ederler. Sertifikaya bakarlar önce. Uygunsa iki savaş gemisi eşliğinde gemi adaya yaklaştırılır. Adanın her tarafından aşağı ip merdivenler sarkıtılmış. Haliyle doğu kısmında bulunan merdivenler hem biraz daha fazla hem de daha sağlam ipten yapılmışlar. Eskiden köleler malları sırtlar bu merdivenlerle yukarı taşırlardı. Daha ağır yükleri ise ücret karşılığında kendi burakçılları ile yukarı çıkarırlardı. Yalnız bu uygulamadan hiç memnun olmadım. İp ne kadar sağlam olsa da ipten yapılmış merdiven çok sallanıyor, köleler düşüyor ve güzelim mallar ziyan oluyordu. Burakçılların kirası da pahalıydı.'
Gülümsedi Şalam. Her ne kadar uçan ada hakkında bilgi vermek işine gelmiyorsa da zekasını gösteren bu olayı anlatmaktan her zaman zevk almıştı. Övünerek arkasına yaslandı.
'Ben de ne yaptım. Gemiye aralarındaki mesafe bir metre olan atmış metre uzunluğunda sağlam iki direk diktim ve onların arasına basamaklar yapıp kendi merdivenimi kendim hazırladım. Benden gören tüm tüccarlar aynı şeyi yaptılar.'
'En son ne zaman gittin?'
'On beş gün önce oradaydım.'
'Bir değişiklik var mı?'
'Güvenlik önlemleri arttırılmış. Geminin her tarafını didik didik aradılar. Gemi sayısını da arttırmışlar.'
'Yaklaşık kaç savaş gemisi vardı. Boğazdan da geçmişsindir, oranın durumu nasıldı?'
İşte bu sorulara asla cevap veremezdi Şalam.
'Bakın sultanım. O sertifikayı almak için ben yıllarımı harcadım. Kaybedersem adaya bir şey götürmeme izin vermezler. Bu bilgileri size verirsem o gün alırlar sertifikamı.'
Mirta bu cevabı bekliyordu ve hazırlıklıydı.
'Kuru meyve ve kuru yemiş satabilmen için önce alabilmen gerekmez mi büyük tüccar?'
Fakat Şalam ciddiydi. Ayağa kalktı, sinirli bir şekilde
'Ben de başka şeyler satarım sultan.' dedi ve arkasına dönüp gitmeye başladı.
Sayra sinirlendi ve tüccarın arkasından bağırdı
'Vücudunun üzerinde bir kafan olmazsa ne alabilir ne satabilirsin Şalam?'
Şalam geri döndü. Sayra'dan daha sinirliydi. Ağır adımlarla Sayra'ya yaklaştı
'Beni hiç araştırmadan çağırmışsın komutan. Araştırsaydın o sertifikanın benim için bu kelleden daha önemli olduğunu bilirdin.'
Sonra sultana döndü. Acı acı gülümsedi
'Bilgi mi istiyorsun ey sultan. Dinle o zaman. İnan bana ne boğazdaki gemileri ne de teşrifatçı gemileri sayabildim. O kadar çoklardı. Ayrıca üzerimizden burakçıllar uçuyor, yanımızdan gemiler geçiyor ve Horas'a asker taşıyorlardı. Tahsan'a büyük bir saldırı yapacaklarını köleler bile biliyor. Ben tüccarım, askerlikten anlamam ama ben bile bu durumda uçan adaya saldırmak isteyeceğinizi biliyorum. Morangizler de hesaplamışlardır herhalde. Üstelik önlem almak için aciz de değiller. Şimdi müsaade ederseniz gideyim sultan.'
Tekrar Sayra'ya döndü, gözlerine baktı
'Ya da gövdemi başsız bırakın.'
Sultan destur verdi. Şalam ağır adımlarla girdiği salondan hızlı adımlarla çıktı. Sayra ve Mirta birbirlerine çaresizce baktılar. O sırada kapıda görünen muhafız Orel'in geldiğini haber verdi. Mirta tahttan kalktı. Orel'i ayakta karşılamak istiyordu. Torunu ile gelmişti büyük komutan. Sultanın yüzüne bakan Orel sultanın sıkıntılı olduğunu anladı
'Bir sorun mu var sultanım?'
'Var büyük komutan, büyük bir sorun var. Senin fikrini de almamız şart ama önce şu genci bir tanıyalım.'
Gülümseyerek on yaşlarındaki çocuğun başını okşadı. Orel torununa baktı
'Bu aslan parçası benim torunum sultanım. Asker olacak inşallah.'
'İnşaallah.'
Mirta Sayra'ya döndü.
'Ne dersin, asker olabilir mi?'
Sayra şakayla karışık cevap verdi
'Bakalım şöyle bir. Başı dik, kollar güçlü görünüyor, ayaklar sağlam basıyor. Olabilir bence. Ama babası ne der bilmiyorum. Mağarada bayağı beraber kaldık babasıyla. Pek kabul edecek birine benzemiyordu ama.'
Mirta ayağa kalktı
'Babası kim?'
Orel utanmıştı
'Tanırsınız sultanım, hani yerin tepsi gibi olmadığını söyleyen kişi.'
'Ha o mu?'
Omre kızmıştı. Dedesine haşin bir bakış attı
'Babam doğru söylüyor, ben ona inanıyorum.' dedi.
Sayra ortamı yumuşatmak istedi
'İnanın sultanım, o mağarada benden iki gün az kaldı. Son iki gün de kalsaydı ben de ona inanacaktım.'
Büyükler gülüştüler ama Omre ciddiydi
'Babam doğru söylüyor. Daha uzun sakallı ihtiyar da ona inanıyor.'
Bu söz üzerine Mirta gülmeyi bıraktı. Tekrar çömeldi, çocuğun gözlerine baktı:
'Sen daha uzun sakallı ihtiyarı gördün mü yavrum?'
'Yedi ihtiyarın hepsini gördüm.'
Mirta çocuğa, Sayra ve Orel de bir çocuğun dediklerine bu kadar önem atfeden sultana şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Ama Mirta olayın nasıl gerçekleştiğini gerçekten merak ediyordu.
'Sen şu olayı baştan sona bir anlatsana Omre.'
Omre o gece başından geçenleri anlattı. Mirta çok şaşkındı. Birden ihtiyarın saraya ilk geldiğinde söylediği sözü hatırladı:
'O'dur her şeyi yaratan, geceyi gündüze, gündüzü geceye dolayan O'dur.' demişti. Aynı şeyi daha uzun sakallı ihtiyar da söylemişti. Gömleğinin ucunu parmağı etrafında döndürdü. Bu bir işaretti aslında. Açıkça söylememişler ama Musta'yı desteklemişlerdi.
Sayra'ya döndü Mirta
'Sayra Musta'yı hemen bul getir. Anlatacaklarını dinleyeceğimi söyle. Beni ikna etmek için gelsin.'
Sayra sultanın böyle bir zamanda böyle bir konuya neden bu kadar önem atfettiğini anlamıyordu. Çok uykusuz kalmıştı sultan. Bundan olsa gerekti. Ama verebileceği tek cevabı verdi.
'Emredersiniz sultanım.' dedi ve derhal yola koyuldu
Omre korkmuştu. Yanlış bir şey mi yapmıştı yoksa. Babasını cezalandıracak mıydı sultan? Korku içinde Mirta'ya baktı.
'Babama kötü bir şey yapmayacaksınız değil mi sultanım?' diye sordu.
Mirta Omre'ye gülümseyen gözlerle baktı
'Asla Omre. İnan bana şu an Toyra'da babana inanmayı benden daha çok isteyecek birini bulamazsın. Baban beni ikna ederse ben ondan daha fazla sevineceğim. Senden de daha fazla sevineceğim.'
Çok geçmeden Musta Sayra ile birlikte saraya geldi. Çok heyecanlıydı Musta. Sultan, Orel ve Omre toplantı salonuna geçmişler birlikte saka içiyorlardı. Musta hazırlıklı gelmişti. Uzun zaman yaptığı çalışmaların ürünü olan Toyra haritasını getirmişti. Bu haritanın bilinenlerden farkı küre şeklinde olmasıydı. Haritayı masanın üstüne koydu ve elinde tuttuğu bir gemi maketini sultana gösterdi.
'Hemen başlayalım. Sultanım sahilden bir geminin gelişini seyretmişsinizdir. Bir düşünün, önce geminin neresini görürsünüz?'
Mirta gülmemek için kendini zor tutuyordu. Musta sultanın karşısına gelmiş fakat selam bile vermeden direk konuya girmişti ve sultana da soru soruyordu. Ama bu durum şu an itibariyle Mirta'nın da işine geliyordu.
'Direğini.'
'Çok doğru. Toyra düz olsaydı bu böyle olmamalıydı ama.'
Musta maket gemiyi masanın düz zemini ve hazırladığı küre zemini üzerinde hareket ettirerek iddiasının ispatını tamamladı. Heyecanlı gözlerle sultana baktı. Mirta çok şaşırmıştı ve çok heyecanlanmıştı. Musta'ya döndü
'Yani Toyra bu şekilde. Ne tepsi var ne yılan öyle mi?'
Musta çok mutluydu. Galiba sultanı ikna edebilmişti
'Kesinlikle sultanım.'
Mirta ayağa kalktı. Musta'nın elinden maket gemiyi aldı. Küre üzerinde Tahsanin limanını buldu. Gemiyi önce boğazdan geçirerek uçan adaya kadar yüzdürdü. Sonra gemiyi tekrar Tahsanin limanına koydu ve bu sefer ters taraftan yüzdürdü, Toyra'nın etrafını dolaşarak uçan adaya vardı. Odadakilerden sadece Sayra bu çocuksu oyunun hikmetini anlayabildi. Mirta şaşkın gözlerle Musta'ya bir müddet baktı, gemiyi masaya koydu.
Küreye bir kez daha baktı
'Müthiş bir şey bu, gerçekten müthiş bir şey bu. Müthiş bir adamsın sen.' cümlelerini defalarca kez tekrar etti. Orel'e döndü
'Kusura bakmayın benim bir yere gitmem lazım.' diyerek toplantı salonundan çıktı.
Musta ve Omre çok sevinmişti. Orel ise sevinçten ağlayarak oğluna sarıldı.
'Özür dilerim oğlum, çok özür dilerim. Bunca yıl seni dinlemeliydim.'