Yedi İhtiyar 17

Doğuya gidip batıya varmak...

Ayakları yere basan Kara zeminin sağlam olduğuna kanaat getirince kanatlarını kapadı. Mirta hayvanın boğazını okşayarak teşekkür etti. Yeterince yormuştu zavallı Burakçıl. Yere indi, yularını bıraktı. İşte yine dağ evindeydi ve galiba sadece burada yıldızlar her an aşağı düşecekmiş gibi durmaktaydılar. Özlemişti bu evi. Meşenin altındaki çardağı ve şu an o çardakta misafirini karşılamak için ayağa kalkan ihtiyarı.

Selamlaşıp sarıldılar. Mirta her zamanki minderine oturdu. İhtiyar izin isteyip eve gitti. Büyük ihtimalle yemek getirecekti. Uzun bir yoldan gelmiş olan bir misafire gereksiz yere 'Aç mısın?' sorusunu soracak insanlardan değildi ihtiyar. Hiçbir konuda israf etmezdi. Hele kelamda asla. Bir şeyi en kısa şekilde ifade etmenin yoluna giderdi hep. Bir müddet sonra elinde nar gibi kızarmış bir tavukla geldi ihtiyar.
'Afiyet olsun sultan.'
Tavuğu gören Mirta gülümsedi. İhtiyarın gözlerine baktı
'Tahsan'da fakirler artık tavuk yiyebiliyor anlaşılan.' dedi.
İhtiyar da gülümsedi
'Sultan sensin. Senin bilmen lazım.' diye cevap verdi.
'Doğru. Benim bilmem lazım.'
Tavuğun sağ budunu koparıp afiyetle yedikten sonra bir kez daha ihtiyara baktı. O an ya dua ediyor, ya da tefekkür ediyor olmalıydı.
'Biliyordun değil mi ihtiyar?' dedi Mirta
'Neyi ey sultan?'
'Toyra'nın küre olduğunu, tepsi gibi olmadığını, yılanın bir masal olduğunu.'
'Allah isterse çok büyük bir yılan yaratır sultan. Ama Toyra'nın etrafını çeviren bir yılan yaratmadığını biliyordum. Bu konuda haklısın. Küre olduğunu da biliyordum. Bunda da haklısın.'
'Niye söylemedin ey ihtiyar?'
'Ben çok yaşlandım ey sultan. Yara diken hekimler gördüm, ama senin yaranı dikmedim. Hekim dikti ve ben o an sadece yara diken başka bir hekim gördüm. Hekim varken yara dikmedim. Toyra'nın küre olduğunu söylemesi gereken zaten söylüyordu. Yıllardır söylüyordu ve delili de vardı üstelik. Dinleyecek bir sultan lazımdı. Bunca yıl bulamadı. '
'Bu gün buldu ihtiyar. Bu gün buldu.'
İhtiyar bu gece konuşkandı
'Ey sultan. Allah Hakimdir. Her şeyi bir hesap üzere yaratmıştır. Maddeyi de manayı da sırlarla doldurmuştur. Bu sırların keşfedilmesini ister. Mana sırlarını kalp hisseder. Akıl bazen bu sırları avlar, bir şekil verir, bazen de avlayamayacağını anlar, o deryaya dalar ve safaya erer. Avlayamayacağı sırrı avlamaya kalkışırsa safadan mahrum kalır. Su elde durmaz. Maddi sırları ise göz görür akıl ispat eder. Bazıları ise aklıyla görür ve yine aklıyla ispatlar. Kıyamete kadar ne sırlar biter, ne de akıllar.'

Mirta yemeğine kaldığı yerden devam etti. Yorgundu. Epey bir yol kat etmişti. Kara da yorgundu. Bunu çok iyi bilen ihtiyar
'Bu gece misafirim ol sultan. Yarın istersen gidersin.' dedi.
Mirta da aynı düşüncedeydi. Sert yatağını ve sert yastığını da özlemişti. Başını yastığa koyduğu an uyutan dağ havasını da.

Gece rüyasında kendini Sueye'nin sarayına giden hayal ötesi güzellikteki yolun başında gördü. Karanın üzerindeydi. Bu sefer saraya uçarak gitti. Yükseğe çıkınca ileride başka sarayların da olduğunu fark etti. Kara saray kapısının önüne kondu. Sueye ve oğlu kapıda onu bekliyorlardı. Oğlu Mirta'nın sağ el işaret parmağını sıkıca kavrayıp çekiştirmeye başladı. Onu bir yere götürmek istediği belliydi. Mirta Sueye'nin gülümseyen yüzüne baktı. Sueye çocuğun amacını biliyordu.
'Sana bir şey göstermek istiyor.'
Saraya girdiler. Merdivenleri çıkıp üçüncü kata geldiler, büyük bir salona ve oradan da büyük bir balkona geçtiler. Çocuk uzakta bir saray gösterdi.
'Bunu yeni yaptılar. Sen geliyormuşsun.'
Mirta şaşırdı
'Ben mi geliyormuşum?'
Sueye eğildi, oğlunun başını okşadı
'Oğlum hele adayı fethetsin. Sonra gelecek.'
Bir anda uyandı Mirta. Ter içindeydi. Sabah olmuştu. Dışarı çıktı. Kuyudan bir miktar su çekti. Ellerini yüzünü yıkadı. Kalan suyu başına döktü. Çardakta oturan ihtiyarın yanına gitti. İhtiyar Mirta'nın halini beğenmedi
'Hayrola sultan, iyi görünmüyorsun.'
İyi değildi gerçekten
'Bir rüya gördüm ihtiyar.'
'Hayırdır inşallah.'
'Fetih günü öleceğim galiba.'
'Herkes bir gün ölecektir sultan. Elbette ölüm vakti de kaderde yazılıdır. Vakti gelince kişi ölür.'
İhtiyarın bu sözleri çok da teselli vermemişti Mirta'ya. İhtiyardan izin istedi, Karaya bindi ve Tahsani'ne doğru yola koyuldu. Yol boyunca hep rüyayı düşündü. O ölünce tahta kim oturacaktı, Tahsan'ın durumu ne olacaktı. Dersan henüz ölmemişti. Yoksa tahta tekrar o mu oturacaktı. Peki ya Sareye ne olacaktı. Yıkılacaktı zavallı kız. Etrafına bir baktı. Çok yüksekteydi. Allah'tan başka duyan olmazdı ve Allah her şeyi duymaktaydı. Avazı çıktığı kadar bağırdı
'Sen Sareye'siz ne yapacaksın Mirta?'

Saraya geldiğinde derhal komutanları toplantı salonuna çağırdı. Sayra ve generaller kısa sürede toplantı salonuna geldiler. Mirta generallere döndü masanın ortasındaki Musta'nın hazırladığı küre şeklindeki Toyra haritasını gösterdi.
'Bu nedir biliyor musunuz generaller?'
Generaller bir müddet baktılar, ellerine aldılar, incelediler. Pek bir fikirleri yoktu. Pulat biraz anlamış gibiydi
'Bu üzerindeki resim sanki Toyra haritası. Burası Kuzey Kıtasına, şurası da Güney Kıtasına benziyor. Şurası da uçan ada olmalı.'
Diğer generaller bir kez daha alıcı gözle baktılar ve Pulat'a hak verdiler. Yalnız hiçbiri neden küre şeklinde yapıldığını anlayamadı. Mirta önce küreye şaşkın gözlerle bakan generallere, sonra da Sayra'ya baktı.
'Zor olacak bu iş Sayra.' dedi.
Sayra da aynı şekilde düşünüyordu. Sultanı yormak istemedi.
'Zor olacak sultanım. İsterseniz ben anlatayım.'
Mirta bu teklifi seve seve kabul etti. Sayra küreyi eline aldı ve en son söyleyeceğini en başta söyledi
'Bakın komutanlar. Toyra aslında bu şekilde.'
Bu sözlerle şok geçiren generaller bir birlerine baktılar. Sayra olan biteni başından itibaren anlattı. Sözlerini tamamladığında tüm bu anlatılanlara bir anlam veremeyen Hilat Sayra'ya döndü
'Yani yılan yok, tepsi yok, öyle mi?'
Sayra anlattıklarından emindi
'Evet Hilat, yılan yok, tepsi yok.'
Pulat'ın sorusu daha önemliydi. Sorunun muhatabı ise sultandı
'Sultanım yanlış anlamayın, sizi yargılamak için değil ama bizi buraya bunun için mi topladınız? Buna inanmamız sizin için neden önemli?'

'Güzel bir soru bu Pulat. Eminim Musta'ya sorsak onun için en önemli şey sizi inandırmak olacaktı ama biz o kadar da idealist değiliz. Toyra'nın böyle olmasının ve bunun sadece bizim tarafımızdan bilinmesinin ne demek olduğunu düşünebiliyor musunuz?'
Bir müddet düşünerek belki bulabilirlerdi ama şu an vakit yoktu. Mirta onlara yardımcı oldu
'Morangiz ordusu üzerimize gelecek. Bunu bu salonda herkes biliyor ve yine bu salonda herkes şunu çok iyi biliyor. Şu an onlara karşı koyabilecek gücümüz yok. Bu durumda tek çaremiz var.'
Mirta küreyi eline aldı ve küre üzerinde uçan adayı gösterdi
'Onlar bize saldırmadan biz uçan adaya saldırmalıyız.'
Tüm generaller bunun güzel bir çare olduğunu kabul ettiler. Mirta kürede Tahsanin'i buldu ve konuşmasına kaldığı yerden devam etti
'Biz buradayız. Eğer şu gösterdiğim boğaz yoluyla o adaya gitmeye çalışırsak boğazı bile geçemeyeceğimizi bu salonda bilmeyen var mı?'
Elbette yoktu. Mirta parmağını tekrar Tahsanin'e koydu ve bu sefer doğuya doğru bir hat çizdi. Kürenin etrafından dolanarak uçan adaya vardı.
'Ama bu yolu kullanırsak hiçbir tehlike olmaz.'
Pulat kendini tutamadı
'Müthiş bir şey bu.'
Mirta gülümsedi.
'Ben de aynı tepkiyi verdim. Gerçekten müthiş bir şey bu.'
Aslında tüm generaller şoktaydı. Hilat dayanamadı, Sayra'ya döndü
'Başkomutanım, şu gemi direği meselesini bir daha anlatır mısınız?' dedi.
Sayra bir kez daha anlattı. Mirta generallere döndü.
'Evet komutanlar ne diyorsunuz. Var mısınız bu işe.'
Pulat ikna olmuştu
'Ben ikna oldum sultanım, ben varım.'
Hilat gemi meselesini yine tam anlayamamıştı
'Sultanım. Ben çok zeki bir insan değilimdir. Konuyu tam anlayamadım. Ama ben iyi bir askerimdir. Emri yerine getiririm. Git derseniz giderim. Sonra karşımıza ada çıkarsa adadakilerle, yılan çıkarsa yılanla savaşırım. Benim için bir sorun teşkil etmez yani.' dedi.
Diğer iki general de şu an itibariyle daha güzel bir fikrin olmadığında hemfikirlerdi. Yalnız Pulat'ın bu noktada önemli bir sorusu daha vardı
'Her şey iyi de sultanım. Bunu askerlere nasıl anlatacağız, onları nasıl ikna edeceğiz?'
Bu gerçekten önemli bir soruydu. Bu konuda Hilat'ın bir fikri vardı
'Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Koral taktiğini uygulayalım.'
Mirta hiçbir şey anlayamadı
'Neymiş o taktik?'
'Hiçbir şey açıklamayız. İlk soranı herkesin gözü önünde denize atarız.'
Salonda herkes gülünce Hilat gayet ciddi bir şekilde
'Ben espri yapmamıştım.' dedi.
Pulat Hilat'a döndü ve
'Emin ol, yılana yaklaştıklarını düşündükleri an birlik olur, bizi suya atarlar.' dedi.
Sayra'nın başka bir fikri vardı
'Sultanım yalan söylemekten başka çaremiz yok. Yılana yakın bir yerde büyük bir hazine olduğunu söyleriz.'
Pulat'ın buna da itirazı vardı
'Bir hazine için o kadar asker, o kadar burakçıl niye gitsin ki?'
Yalnız Sayra bu soruya hazırlıklıydı
'Ya Morangizler de bu hazineden haberdarsa.'
Mirta bir müddet düşündü ve kararını verdi
'Sayra'nın teklifi gayet makul. Bu durumda şu şekilde karar alıyoruz: Yedi büyük, yüz kadar küçük gemimiz var. Yedi büyük geminin tamamı ve küçük gemilerden atmış tanesi katılacak. Sadece büyük gemilere burakçıl alınacak. Burakçıl dışında başka binek hayvanı alınmayacak. Gemilere Şalam'ın gemisindeki gibi merdiven kurulacak ve iki gün sonra güneşin doğuşuyla yola çıkılacak. Hazine hikayesi askerlere toplu olarak ilan edilmeyecek, bir dedikodu şeklinde yayılması sağlanacak. Yolda disiplinden taviz verilmeyecek, askerlerin güzergah ile ilgili soru sormalarına asla müsaade edilmeyecek. İnşallah gerekmez ama gerekirse Koral taktiğini uygulamaktan çekinmeyeceğimi askerlerin bilmesini isterim.'





Seçkinler grubu...

Alaksi güneşin ışıklarının biraz yükselmesiyle birlikte güzel yatağından kalktı. Zaten uzun zamandır uyumuyor, yatakta bir o yana bir bu yana dönüyordu. Gece boyunca uykuları bir çok kez bölünmüştü. Çok heyecanlıydı. Bu gün on sekiz yaşını tamamlamıştı. Her doğum günü heyecanlanırdı elbette ama bu heyecan uykularını kaçırmazdı. Bu gün arkadaşlarına cesaretini ispatlayacaktı. O yüzden bu gün diğer doğum günlerinden farklıydı. Dizlerine kadar uzayan siyah mayosunun üstüne beyaz işlemeli halis Noralya kumaşından siyah bir şalvar ve beline kadar uzayan siyah gömlekten ibaret takımını giydi. Çok da uzun olmayan sarı düz saçlarını güzelce taradı. Aynaya baktı. Gayet şıktı.

İki katlı villanın ikinci katında bulunan odasının kapısını açınca tahmin ettiği manzarayla karşılaştı. On sekiz yaşını doldurduğunu annesi de biliyordu ve bu yüzden onu da gece uyku tutmamıştı. Sabahın erken saatinde kalkmış, merdiven başına bir iskemle koymuş, koyduğu iskemleye oturmuş, oğlunun o çılgınlığı yapmasına mani olmak amacıyla nöbet tutmaya başlamıştı. Zamanla göz kapakları ağırlaşmış ve uykuya yenik düşmüştü.

Alaksi kısa bir durum değerlendirmesi yaptı. Annesinin uykusu hafifti. Yanından geçtiği an büyük ihtimalle uyanırdı. Annesini uyandırmadan geçse bile aşağıda evin tek cariyesi tarafından yakalanırdı. Bu saatlerde kahvaltı hazırlayan cariyenin annesi tarafından uyarılmamış olması olanaksızdı. Yakalanması durumunda dışarı çıkamaz ve onu sabırsızlıkla bekleyen iki arkadaşı tarafından korkak olarak ilan edilirdi. Yapılacak şey belliydi.

Üç çarşafı uç uca ve birinin ucunu da sağlam yatağının ayağına bağladı ve kendini pencereden aşağı saldı. Bir metre kadar yüksekten yere atlamak sorun olmadı. Tavlaya gitti, burakçılının eğerini yerleştirdi, yularını tutup dışarı çıktı. Çıkışta kendisini bir sürpriz bekliyordu. Annesi babasını bahçe nöbetçisi olarak tayin etmişti ve maalesef baba uyumuyordu. Üzerinde Morangiz usulü yatay mavi çizgili kırmızı pijamalarıyla karşısında dimdik ayaktaydı.
Alaksi itiraz etti
'Baba sen de mi engel olmaya çalışacaksın?'
'Annenin kesin talimatı var Alaksi.'
'Kusura bakma baba. Bunu asla kabul edemem. Ya da bundan sonra on sekizinci yaş günündeki o dillere destan anlayışını, o korkusuzluğunu kimselere anlatamazsın.'
'Oğlum biz o zaman sert erkeklerdik, sağlam yetiştik. Siz naziksiniz. Bizim yaptıklarımızı yapamazsınız.'
'Bırak da öyle olmadığımı ispatlayayım.'
Babası Alaksi'ye şöyle bir baktı. Oğlu kesinlikle kararlıydı ve bu ona gurur veriyordu aslında. Engel olmak istemedi, önünden çekildi.
'Annene bir şey söylemek yok ama.'
Alaksi çok sevindi
'Söz söylemem baba. Göreceksin yarın tüm arkadaşların beni anlatacak.'
'İnan bana o zaman benden daha mutlu biri olmaz. Ama ufak bir şüphe hissedersen vazgeç. Arkadaşlarının dolduruşuna gelme.'
Alaksi burakçıla binip uçmaya başlamıştı bile
'Endişelenme.' diye bağırdı.
Alaksi yüksek ağaçların ve güzel bahçeli iki katlı villaların üzerinden uçarak çok da uzun olmayan bir sürede ulu çınara vardı. Morangizde halk arasında bir söz vardı: Uçan ada Yamar'ın ve ulu çınar da uçan adanın incisidir. Yamar kelimesinin Tahsan dilindeki karşılığı Toyra idi. Uçan adada ulu çınarın yaşını bilen yoktu. Bazı kökleri adanın altından elli metre aşağıdaki suya kadar uzuyordu. İşte Alaksi Yamar'ın incisinin incisine gelmişti ve bu çok az insana nasip olabilecek bir şeydi. Bir müddet bekledi. Bir süre sonra arkadaşları Kanan ve Yevor da burakçılları ile birlikte ulu çınarın dibine kondular.

Uçan adada cariyeler ve köleler dışında herkesin en az bir tane Burakçılı bulunmaktaydı. Başkenti güney kıtasının güney kısımlarında bulunan Morangiz devleti bu adaya çok önem veriyordu. Adada inşa edilen Morangiz sarayına denk saray dillere destan bağlarıyla meşhur bahçesi ile birlikte adanın ulu çınarın doğusunda kalan kısmının neredeyse yarısını işgal ediyordu. Morangiz sultanının kardeşi bu sarayda yaşıyor ve adayı yönetiyordu. Uçan ada ahalisi de seçkinlerden oluşuyordu. Adada yerleşebilmek için yıllık çok büyük bir miktarda vergi ödemek gerekiyordu ve haliyle adada villa sahibi olmak herkes için mümkün olmuyordu. Bu yüzden adada sadece zenginler bulunmaktaydı. Ayrıca kanun gereği uçan adada saray dışında tüm evler iki katlı villalar şeklindeydi.

Kanan Alaksi'ye şöyle bir baktı
'Heyecanlı mısın dostum?'
'Haliyle.' diye cevap verdi Alaksi.
Kanan devam etti
'Korkuyor musun?'
Alaksi yutkundu Burakçılın yularını sıktı, kendinden emin bir şekilde cevap verdi:
'Hayır, korkmuyorum.'
Yevor acele ediyordu
'Hadi ama Kanan. Sen de biliyorsun. Ne kadar acele olursa o kadar rahat olur.'
Alaksi de bu işi çabuk halletmekten yanaydı.
'Bence de vakit kaybetmeyelim arkadaşlar.'
Kanan
'Pekala o zaman. Hadi gidelim.'

Üç arkadaş birlikte adanın batı kısmına doğru burakçıl uçurmaya başladılar. Uçan adada on sekiz yaşını doldurmuş erkekler için adanın batı kıyısından kendini denize bırakmak önemli bir erkeklik göstergesiydi. Kanan bu deneyimi bir yıl önce yaşamıştı. Yevor ise ilk atlayışı üç ay önce gerçekleştirdi. Şimdi sıra Alaksi'deydi. Çok eski zamanlarda atlamayana erkek gözüyle bakılmadığı söylenmekteydi. Fakat şu an durum farklıydı. Elli metre yükseklikten atlamanın bir cesaret gösterisi için biraz fazla riskli bir girişim olduğu kesindi. Özellikle anneler son derece karşıydı bu saçma sapan erkeklik gösterisine. Yalnız yine de gençler arasında prestij kazandırdığı kesindi. Atlamayı başaran herkesin söylediği bir şey vardı: 'Mutlaka bir daha atlamak isteyeceksin.'

Batı kıyısına vardılar. Alaksi burakçıldan indi. Şalvar ve gömleğini çıkardı. Korkak adımlarla kıyıya yaklaştı ve aşağı baktı. Gerçekten çok yüksekti. Gerçi bu yüksekliğin yarısından defalarca atlamıştı. Adanın her tarafında denize kadar inen ip merdivenler bulunmaktaydı. Alaksi bu merdivenlerle yarı yüksekliğe kadar inmiş ve defalarca kez kendini batı denizinin serin sularına salmıştı.

Kanan ve Yevor atlayışı daha yakından görmek için burakçıllarını ada seviyesinden biraz aşağıda askıda bıraktılar. Yevor acele ediyordu. Yukarı doğru bağırdı
'Hadi Alaksi. Atla artık. Korkacak bir şey yok.'
Kanan Yevor'a kızdı.
'Hayır Alaksi. Sakın hazır olmadan atlama. Sakın.'
Alaksi bir kez daha aşağıdaki arkadaşlarına ve sonra suya baktı ve bağırarak kendini aşağı bıraktı. Yevor çok mutluydu. Alaksi düşerken etrafında geniş yarıçaplı bir tur attı. Alaksi suya girdikten sonra arkadaşları için tedirgin bir bekleyiş başladı. Bir süre sonra Alaksi'yi su yüzünde görünce ikisi de sevinç içinde bağırdılar. Alaksi sağ elini havaya kaldırdı. Zafer onundu. En yakın merdivene kadar yüzdü. Basamakları tırmanmaya başladı. Merdivenin henüz yarısına gelmemişti ki aşağıda Yevor'un Burakçılını gördü. Merdivene yaklaşıyordu. Alaksi arkadaşının ne yapmak istediğinin farkındaydı. 'Yevor yapma.' diye bağırdı ama faydası olmadığını biliyordu. Yevor merdiveni alt taraflarından tutup biraz ilerde bıraktı. Alaksi her ne kadar sıkı sıkıya tutunmaya çalışsa da sallanan merdivenden düşmekten kurtulamadı. Kendini bir kez daha Batı denizinin serin sularında buldu. Üstelik bu sefer daha fazla yüzmesi gerekiyordu.

Tekrar merdivene gelen Alaksi bu kez sorunsuz bir şekilde uçan adaya çıktı. Arkadaşları burakçıllarından inmiş yukarıda onu bekliyorlardı. Alaksi'yi alkışlarla tebrik ettiler. Alaksi
'Sağ olun, teşekkürler, teşekkürler. Beni şımartıyorsunuz.' diyerek alkışları kabul etti.
Yevor ve Kanan bir anda alkışı bıraktılar. Son derece şaşkın bir yüz ifadesiyle Alaksi'nin arkasına ufka bakıyorlardı. Bu klasik bir şakaydı ama daha çok küçük yaşlardaki çocuklara yapılırdı. Batı kıyısından herkes bir anda şaşkın bir ifadeyle ufka bakar, kandırmak istenen arkadaş oyuna gelir ve de o da ufukta ne olduğuna bakar ve tüm arkadaşları bir anda
'Hayrola, yılanı mı bekliyordun.' diyerek gülüşürlerdi.
Yamar'ın sonundan gelebilecek bir o yılan vardı. On sekiz yaşındaki birinin bu aldatmacaya kanmayacağı aşikardı. Alaksi yüzünü ekşitti ve arkadaşlarına sitem etti.
'Hadi ama, bu nasıl şaka şimdi. Bu atlayıştan sonra bunu hak etmiyorum.'
Yevor ve Kanan şaka yapıyorlarmış gibi gözükmüyorlardı
'Arkana bak Alaksi.' dedi Kanan.
Alaksi arkasına dönmemekte kararlıydı
'Klasik yılan esprisi öyle mi? On sekiz yaşında.'
Kanan Alaksi'nin başını tutup çevirdi. Gerçekten de ufuk boş değildi ve gelen de yılan değildi. Alaksi gözlerine inanamadı. Ufukta görünen gemilerin sayısı gittikçe artıyordu.
'Bu nasıl olur?' dedi Alaksi.
'Bu gemiler nereden geliyor böyle?'
Kanan Burakçılına bindi. Gelenlerin gemi olduğundan emin olmak istiyordu. Gemilerin geldiği batı yönünde uçmaya başladı ve çok gitmeden geri döndü. Şaşkınlıktan dillerini yutmuş arkadaşlarına seslendi
'Çabuk gidelim. Saraya haber vermeliyiz. Bunlar savaş gemilerine benziyor. Dost ziyareti için bu kadar kalabalık gelinmez.'
Alaksi çarçabuk giyindi ve burakçılına binerek önden uçan Kanan ve Yevor'a yetişti.
'İyi de.' diye bağırdı
'Bize inanmazlar ki. Dalga geçiyoruz diye cezalandırabilirler bile.'
Kanan da bunu nasıl başarabileceklerini merak ediyordu
'İnandırmalıyız Alaksi. İnandıramazsak sadece bizi değil bu adadaki herkesi hapsolmaktan daha kötü bir akıbet beklediğinden eminim.'

Ulu çınarın üstünden aştıktan bir süre sonra yanlarından iki tane ok geçti. Aşağı baktıkları zaman kendilerine doğru uçan yedi sekiz burakçıllı süvariyi gördüler. Anlaşılan saray bahçesi üzerinden uçuyorlardı. Adada saray bahçesi üzeri uçuşa yasak bölgeydi. O bölgede yanlışlıkla uçan biri olursa vurma amaçlı atılmayan iki okla uyarılır ve derhal bahçede nöbet tutan burakçıllı süvariler havalanırlardı. Bu uyarıdan sonra uçan kişinin inat etmeyip süvarilerin işaret ettiği yere inmesi hakkında en hayırlı olan seçenekti. Üç genç sekiz süvarinin işaret ettiği yere kondular. Burakçıllarından indiler.

Komutan olduğu anlaşılan süvari Burakçılından indi, gençlerin yanına geldi
'Gençler yasak bölgede uçtuğunuzun farkında değildiniz galiba.'
Kanan bir adım öne çıktı
'Değildik komutanım, ama gerçekten çok önemli bir sebebimiz var.'
Komutan gülümsedi
'Neymiş bakalım o sebep?'
Kanan arkadaşlarına şöyle bir baktı. İkisi de başlarını önlerine eğdiler. Bundan sonra komutanın yüzüne bakmak istemiyorlardı. Kanan çaresiz anlatmak zorundaydı
'Komutanım, inanın biz deli değiliz ve inanın şaka yapmıyoruz ama az önce batıdan adaya doğru gelen savaş gemileri gördük.'
Komutan Kanan'ın gözlerine baktı. Niyetini anlamaya çalıştı. Neticede adadaki gençler zengin ve güçlü insanların çocuklarıydı. Sırf eğlenceli bir oyun olsun diye askerlerle dalga geçmek isteyebilirlerdi. Yalnız gencin gözleri ciddi idi.
'İyi de genç. Böyle bir şeyi söylemen için ya deli olman lazım, ya da bizimle dalga geçiyor olman lazım.'
Kanan rahat bir nefes aldı. Komutanın cevabını çok daha sert bekliyordu
'Komutanım gerçekten dalga geçmiyorum. Biliyorum çok saçma ama gerçekten gemileri gördüm, adaya yaklaşıyorlardı.'
Komutan geri döndü burakçılına bindi. Kanana baktı
'Hayal görmüşsündür genç. Hadi evine git, bela arama.'
'Hepimiz mi hayal gördük?'
Komutan diğer gençlere baktı. Olay daha ilginç hale gelmeye başlamıştı
'Siz de mi gördünüz o gemileri?'
'Evet komutanım.'
'Evet komutanım.'
Orada gemi olmadığına adı gibi emindi ama bu gençlerin neyin peşinde olduklarını da çok merak ediyordu doğrusu
'Gelin sizinle şöyle bir anlaşma yapalım.' diye başladı söze komutan
'Şimdi birlikte oraya gidelim. Birlikte denize bakalım. Eğer o gemileri göremezsek sizi Morangiz süvarilerine hakaret ve onları gereksiz yere meşgul etmekten dolayı yargılayalım. Cezanız çok hafif olmaz, bu konuda uyarayım.'
Komutan gençlerin bu noktada pes edeceklerinden emindi ama durum hiç de öyle olmadı. Aksine gençler sevinç içinde
'Kabul komutanım. Lütfen hemen gidelim.' dediler.
Komutan döndü askerlere baktı. Onlar da bir anlam verememişti olup bitene. Biri dayanamadı
'Deliler galiba komutanım.'
Bu durumu yorumlayabilecek bundan daha mantıklı bir çıkarım da yoktu aslında. Komutan söz vermişti. Anlaşmanın kendine ait bölümünü yerine getirmeliydi. Çaresiz emir verdi
'Hadi arkadaşlar, gidip görelim şu gemileri.'
Gençler önde, süvariler arkada uçmaya başladı. Süvarilerden biri olan bitene bir anlam veremiyordu. Yanında uçan bir arkadaşına komutanın duyamayacağı şekilde sitemlerini iletti
'Niye gidiyoruz ki oraya?'
'Niye olacak, komutan emretti de ondan.'
'İyi de hepimiz orada gemi olamayacağını biliyoruz ki.'
Arkadaşı gülümsedi
'Komutan bilmiyormuş demek ki.'
'İnşaallah bu olay duyulmaz. Rezil oluruz.'
'Kesinlikle. Bir daha arkadaşlar içine çıkamayız, ben sana söyleyeyim.'


Batı kıyısına vardıklarında komutan ve askerler gördüklerine inanamadılar. Alaksi ve arkadaşlarının korkusu bir kat daha arttı. Çünkü gemiler artık ufuk çizgisinde değillerdi. Epey yaklaşmışlardı. Komutan ne diyeceğini bilemiyordu.
'Aman Allah'ım, bu nasıl olur?'
Askerlere döndü
'Beni takip etmeyin.' diye bağırdı.
Burakçılını gemilere doğru uçurdu. Gemilerin Morangiz gemileri olmadığından emin olmak istedi. Gerçi o da mantıklı değildi ama yine de yabancı gemiler olmasından daha açıklanabilir bir durumdu. Epey bir müddet uçtuktan sonra havada bir u dönüşü yaptı. Kıyıda bekleyen askerlerin üzerinden uçarken dehşet içinde bağırdı
'Bunlar Tahsanlılar. Çabuk olun, saraya haber vermeliyiz.'
Askerler burakçıllarını komutanın peşi sıra uçururken gençlerin dertleri başkaydı. Ailelerini haberdar etmeleri gerekiyordu. Tabi inandırmayı başarabileceklerinden emin değillerdi.

18 Haziran 2014 22-23 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar