Yedi İhtiyar-2

Mağaralı Tepe Savaşı...


Halagi ileride ağaçları görünce sağ elini havaya kaldırdı. Bu 'Dur' anlamına geliyordu. Bir seksen boyu, elli yaşına rağmen henüz bir teli bile ağarmamış kahverengi ve örgülü saçı, gür sakalı, güçlü fiziği ve siyah savaş elbiseleriyle son derece heybetli görünüyordu. Gece siyahı burakçılını mahmuzladı ve burakçılıyla ordunun üstünde uçmaya başladı. En önde yaklaşık bin beş yüz burakçıllı süvariden oluşan burakçıl birliği, arkalarında bir o kadar burakçalı süvariler, arkalarında iki bin civarında okçu ve en sonunda yirmi bin civarında piyade asker. Ordu üzerinde alçaktan iki tur attı Halagi ve herkes tarafından duyulabilecek bir yerde burakçılı asılı bıraktı. Asılı bırakmak tabiri sadece burakçıllar için kullanılan bir tabirdi ve havada yerini değiştirmeden durdurmak anlamına geliyordu. Her Burakçılın yapabileceği bir şey değildi bu. Halagi hafif kanat çırpışlarıyla asılı duran gece siyahı burakçılını bir kez şaha kaldırdı. Hiçbir ses bir orduyu şaha kalkmış bir burakçıl sesi kadar motive edemezdi.

Morangiz ordusunun başkomutanıydı Halagi. Girdiği bütün savaşları kazanmıştı. Gaddarlığı ile tüm Toyra'ya nam salmıştı. Cariye yapmak istediği güzel kadınlardan başka hiç kimseyi esir almaz, herkesi acımasızca öldürürdü. Morangiz kralı ona çok güvenmekteydi. Yıllar Halagi'ye zafer yolunda ayrıntıların asla ihmal edilmemesi gerektiğini öğretmişti. Yaz ve bahar olmak üzere iki mevsimin olduğu bu gezegende ordusunun güçlü olduğundan emin olan bir komutan havanın güzel olduğu bahar mevsiminde sefer yapmalıydı örneğin. Yazın yapılan bir seferde sıcaklar sefer yapan ordu için dezavantajdır, oysa ki ev sahipleri için böyle bir dezavantaj söz konusu değildir. Komutanın burakçılı ve kıyafeti kesinlikle siyah olmalıydı. Ordu düzenli olmalıydı. Ama bütün bunlardan daha önemlisi savaş öncesi yapılan konuşmaydı. Konuşma ordunun dinlemeye en motive olduğu anda yapılmalıydı, yani şimdi. Gür bir sesle ve tane tane konuştu:

'Komutanınızı iyi dinleyin ve ona itaat edin. Siz Yertepsi üzerindeki en güçlü ordusunuz. Siz Morangiz ordususunuz. Hiç yenilgi tatmadınız. Ama bugün sizin gibi bir ordu için bile büyük bir gün. Tahsan Devletini tarihe gömeceğiz. Başkent Tahsanin'e kadar gidecek, orada taş taş üstünde bırakmayacağız ve saraylarını başlarına yıkacağız. Sonra tüm devletler önünüzde diz çökecek ve böylece bu ordu tarihe geçecek. Yıllar sonra gelenler bu devirde dünyaya gelip sizinle savaşmamış olduklarına şükredecekler. Sizi yenebilecek bir ordu yoktur ve olamaz. Ama elbette ki bazı cahiller sizi yenebileceklerini sanacaklar ve sizinle savaşacaklar. Onlara kendinizi gösterin.'

Ordu hep bir ağızdan

'Yaşasın Morangiz, yaşasın sultan, yaşasın Halagi.'

'Sizinle açık alanda savaşmaya cesaret edemezler. Bu yüzden burakçılları etkisiz bırakmak amacıyla sizi ormana çekmek isteyecekler. Bu oyuna sakın gelmeyin. Ormanı solumuza alıp ilerleyeceğiz. En solda kalkanları hazır vaziyette piyade askerler yürüyecek. Bir ok saldırısı olması durumunda kalkanları kaldırıp orduyu koruyacaksınız. Tekrar ediyorum sizi asla yenemezler. Akşam sakalarımızı saray cariyelerinin ellerinden içeriz. Yalnız kimse Sueye'ye göz dikmesin. O, bana saka verecek.'

Bütün ordu kahkahalarla gülmeye başladı. Bu da Halagi'nin asla ihmal etmediği bir ayrıntıydı. Konuşmanın sonunda tüm ordu iştahlı bir şekilde kahkaha atmalıydı. Gece siyahı burakçıl o meşhur ses eşliğinde bir kez daha şaha kalktı ve uçarak ordunun önüne geçti.
Ordu ormanı soluna alarak yola devam etti. Sağ taraflarında uzanan Sıralı Tepe dizisi ile orman arasındaki başlangıçta iki kilometre kadar olan mesafe gittikçe daralıyordu.

Sıralı Tepeler Tahsan Coğrafyasının en görülmeye değer yerlerinden biriydi. Yükseklikleri beş yüz metre ile bin metre civarında yüzden fazla tepe Büyük orman ile birlikte batıdan doğuya doğru uzanıyordu. Tahsanin'in başkent seçilmesinin sebebi saltanat yolu dışında oraya giden tek yolun şu anda Halagi'nin ordusunun gittiği yol olmasıydı. Saltanat yolu gibi orman içinde uzayan dar ve yukarıdan ağaçlarla sınırlanmış bir yolu ordusu için tercih edecek bir komutan Toyra üzerinde bulunamazdı. Dolayısıyla Tahsanin'e saldırmak isteyen bir ordu mutlaka Sıralı Tepeler ile orman arasındaki yolu kullanmak zorundaydı. Bu da Tahsan ordusu için büyük bir avantaj sağlıyordu. Herhangi bir saldırı durumunda bu tepelerden herhangi birinin arkasına ve orman içerisine asker yerleştirmek düşmanı gafil avlamaya yetiyordu. Fakat bu sefer işler o kadar kolay değildi. Çünkü Halagi'nin ordusu için hiçbir tepenin arka tarafı yoktu.

Elli burakçıllı suvari bu tepeler üzerinde keşif uçuşu yapıyor, onlar geri dönünce yine elli burakçıl uçuşa geçiyor ve bu sayede ileride karşılaşabilecekleri bir tehlikeye karşı önlem almış oluyorlardı. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra tepeler ile ormanın arası iyice daralmış, bin metreye kadar inmişti ki o anda orman içinden oklar gelmeye başladı. Morangiz ordusu Halagi'nin söylediği gibi ormana doğru bir adım dahi ilerlemeden kalkanları kaldırdı. Bir kısmı burakçalı süvari olan bir grup Tahsan askeri gürültüyle saldırıya geçti, bir müddet göğüs göğüse savaştıktan sonra bozguna uğramışçasına gerisin geriye ormana kaçtılar ama Halagi ordusu bu tuzağa düşmedi. Arkalarından ok attılar ve sonra burakçıllı süvariler ormanın üstünden uçup her tarafı yukarıdan ok yağmuruna tuttular. Tahsanlı askerlerin acı çığlıklarını duyan Halagi tarifi imkansız bir hazzın verdiği kahkaha eşliğinde yanındaki iki generale

'Umarım böyle defalarca saldırırlar ve ben bu anı defalarca yaşarım.'

'Umarım.' dedi iki general içinden karakter olarak Halagi'ye yakın olanı Moratta. Diğer general Selasi asla gaddar bir asker değildi. Halagi'nin savaş sırasında çok büyük bir komutan olduğu ortadaydı. Savaşmak konusunda çok şey öğrenmişti ondan. Yalnız karşı taraf teslim olduktan sonra yaptıklarını tasvip etmesi mümkün değildi. Elbette Halagi'ye karşı çıkması ve hatta bu konudaki düşüncelerini Halagi'ye en nazik formatta ifade etmesi bile aklından geçirebileceği bir şey değildi. Moratta ise gaddarlık konusunda adeta Halagi ile yarış içindeydi. Elbette Halagi de bu durumun farkındaydı ve herhangi bir yere baskın yapılması gerekirse komutan olarak mutlaka Moratta'yı atardı.

Dediği oldu Halagi'nin ve o anı defalarca yaşadı. Gerçekten de Tahsan ordusu çok aciz bir durumdaydı. Halagi'nin ordusunu bir türlü ormana çekemiyor ve burakçılların varlığı nedeniyle tepeleri kullanamıyorlardı. Daha doğrusu Halagi öyle zannediyordu.

Halagi ordusu altıncı kez ormandan saldırıya uğradı. Bir müddet göğüs göğüse çarpışan Tahsanlı askerler yine bozguna uğramış gibi geriye doğru kaçmaya başladılar. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi gidiyordu. Tam burakçıllar kalkışa geçiyorlardı ki bir boru sesi duyuldu. Sesin nereden ve niçin geldiğini anlamaya çalışan Morangiz ordusu üzerlerine doğru dev taşların geldiğini görünce şaşkına döndüler. Taşlardan sonra düşen taşların açtığı mağaralardan burakçalı süvariler dik kayalıklı tepeden aşağı defalarca antrenman yapmış olmanın verdiği rahatlıkla uçarcasına indiler. Yine aynı mağaralara yerleşmiş okçular havalanmaya kalkan burakçıllı süvarileri avladılar. Bu arada ormandan binlerce Tahsanlı asker saldırıya geçti. Böylece Halagi hayatının ilk ve son yenilgisini aldı. Savaş sonunda Orel tarafından yere serilen cansız heybetli bedeninin bundan sonra başka bir yenilgi tatması olanaksızdı.

Orel'i tebrik etmeye gelen askerler Halagi'nin Orel'in sol kolunu dirsekten kestiğini fark ettiler. Orel kesik sol kolunu havaya kaldırdı ve orduyla birlikte haykırdı

'Yaşasın Tahsan, yaşasın sultan.'
'Yaşasın Tahsan, yaşasın sultan.'

Zeki bir komutandı Orel. Hiç kimse tepenin görünen yüzünden saldırı beklemezdi. Hele hele tepenin ön yüzü dik ve kayalık ise. Böyle tepelerden birinde ondan fazla büyük mağara vardı. Orel bu mağaraları günlerce süren bir çalışma ile genişletti. Askerlerini mağaralara yerleştirip girişleri de dev kayalarla kapatınca Halagi daha önce hiçbir orduya nasip olmamış bir tuzağa düştü. Moratta ölmüş, Selasi ise yirmi otuz kişilik burakçıllı bir süvari grubu ve süvarileri ölmüş yüze yakın burakçıl ile kaçmayı başarmıştı. Kaçarken Tahsan askerleri tarafından yakalanabilmiş burakçılları öldürmeyi ihmal etmediler. Bu Morangiz ordusunun en önemli kuralıydı. Bir burakçıl sağ olarak asla düşman eline geçmemeliydi.

Tahsanin'de günlerce bayram yapıldı. Sultan Orel için Doğu Denizine bakan yamacın en güzel yerinde güzel bir ev yaptırdı. Sultan sarayından sonra en güzel ev Orel'in eviydi artık. Sultan sarayından başka hiçbir yapıya saray demeyen Tahsan halkı Orelin evine Saraycık ismini verdi. Orel artık yeterince yaşlanmıştı. Sol kolunu da kaybedince sultandan emeklilik için izin istedi. Sultan bir şartla kabul etti. Saraycıkta her zaman yüz tane muhafız bulunacak, onlar hem Orel'i koruyacaklar, hem de Orel tarafından sultan muhafızı olarak yetiştirileceklerdi.


Sultanlar da ağlar...


Sareye yatakta belki de yirminci kez sağdan sola dönünce doğruldu. Bazı geceler uyumakta zorluk çekiyordu. Anlaşılan bu da o gecelerden biriydi. Duvarda asılı lambelenin alt tarafı geniş ve üste doğru daralan camdan yapılmış lambesini çıkardı. Lambenin üst kısmındaki demirden kapağı özenle komidinin üzerine koydu. Komidinin en alt çekmecesinden bir avuç büyüklüğünde olan lok taşlarından birini aldı. Son derece hafif olan lok taşını lambelenin kristal altlık kısmına koydu ve lambeyi taktı. Yine mili çekmeyi unutmuştu. Lambeyi tekrar açtı, lok taşını çıkardı, kristal altlıktaki mili çekti, lok taşını tekrar kristal altlığa koydu ve lambeyi bir kez daha taktı. Mili lok taşına değdiğine emin olana kadar itti, sonra çevirdi ve lok taşı alev aldı. Lok taşından çıkan dumanlar lambede bir renk cümbüşü oluşturdu ve Sareye'nin bir yatak, küçük bir dolap, komidin ve bir aynanın sığabileceği genişlikteki odasının duvarlarında farklı renklerde bölgeler oluşturdu.

Biraz sonra duman bitecek ve lok taşından elde edilen kor uzun süre odaya sarı ışık yayacaktı. Güldü Sareye. Bu kadar güzel manzara cariyeliğin ilk yıllarında amma da korkuturdu onu. Daha çok küçüktü ve daha önce böyle bir şey görmemişti. Babası ve annesi ölmeden önce evlerindeki tek ışık kaynağı kandillerdi. Elbette hayatı boyunca o kandillerle yaşamaya razıydı ama maalesef olmamıştı. Hakkını yememeliydi yalnız. Orel tam bir babalık yapmıştı ona. Lambeleden korktuğunu da ilk o sezmiş ve 'Korkma kızım o sadece ışık verir, hem bak ne güzel renkler.' deyip gülerek başını okşamıştı.

Sahi Orel ne yapıyordu acaba o an. Salıncakta uyuya kalmış olmalıydı yine. Üstü açıktı haliyle. 'Gidip uyandırayım, hava serin.' diye düşündü. Geceliğinin üstüne kırmızı sabahlığını giydi ve balkona doğru yola çıktı. Odasının kapısını sessizce açtı ve bir koridor boyunca sağlı sollu odalarda yatan her yaştan on cariyeden hiçbirini uyandırmamak için ayaklarının ucuna basa basa yürüdü. Koridorun bitimindeki kapıyı açınca saraycığın ana girişine geldi. Kapıda nöbet tutan iki asker birden ayağa kalktılar. Sareye sessizce 'Benim benim.' anlamında kendisini gösterince tekrar oturdular.

Yukarı doğru çıkan iki merdivenden efendilerin kullanmadığı merdiveni, yani soldakini kullanarak iki kat çıktı. Diğer katlardan farklı olarak bu katta sadece büyük bir salon bulunuyordu. Efendi Orel bu salonu sadece özel günlerde özel misafirleri için ve daha çok balolar için kullanıyordu. Duvarlarında belli aralıklarla asılı yirmi lambele içeren bu muhteşem salonda, bir de on lambeleli kristal avize bulunmaktaydı. Duvarlarda Tahsan ordusunun Mağaralı Tepe Savaşında gösterdikleri kahramanlığı anlatan altı resmin dört tanesinde haliyle ana kahraman Orel'di. Ayrıca yerdeki tek parça halı üzerinde yine o savaşta tepeden inen burakçaların resmi işlenmiş ve bu halı yirmi kız tarafından bir yılda tamamlanabilmişti. İşte bu değerli halı üzerinde metreler süren bir yolculuk yapan Sareye geniş balkona ulaştı. Bu balkon da aslında davetliler düşünülerek yapılmıştı ama Orel özellikle geceleri zamanının çoğunu Doğu Denizinden gelen dalga sesleri arasında eski günleri hatırlayarak geçirirdi.

Balkonun kapısının hemen sağında duvara asılı bir mandolin bulunmaktaydı. Sareye bazen bu mandolinle efendisine istediği şarkıları çalardı. Orel onun sesinin güzel olduğunu daha ilk günlerde sezmiş ve iyi bir müzik eğitimi almasını sağlamıştı. Aslında sadece müzik alanında değil, birçok alanda ancak bir prensesin alabileceği eğitimi almıştı.

Sareye balkona geldiğinde efendisini beklediği gibi balkonda buldu ama bir konuda yanılmıştı. Orel uyumuyordu

'Yine uyuyamadın mı Sareye?'
'Uyuyamadım efendim.'
'Bak buna sevindim.'
'Anlayamadım efendim.'
'Bu gece her şey çok güzel Sareye, büyük ay dolunay evresinde, denizde hoş bir manzara var, torunumla saatler geçirdim, saka içtim, tek bir eksik kalmıştı. Senin sesinden bir şarkı.'
'Emredersiniz efendim.'
'Estağfurullah Sareye, sadece rica ediyorum.'
'Zevk duyarım efendim. Hangi şarkıyı söyleyeyim Efendim?'
'Tahsan'ın en sevdiği şarkıyı.'

Sultan Mirta ölen eşi Sueye için bir şiir yazmış ve ülkenin en iyi bestecisi bu şiiri şarkıya dönüştürmüştü. İşte o şarkı Tahsan'ın en sevdiği şarkıydı. Sareye mandolini eline aldı, efendisinin daha önce defalarca hatırlatmış olduğu üzere onun yanına oturdu ve yanık sesiyle şarkıyı söylemeye başladı.

Onun nasihatiydi Sueye
Ağlama dedi sultan olduğunda
Sultan babam
Sultan olacak oğluna
Sakın ağlama
Ayıplarlar sonra
Yapamadım Sueye
Bak
Ağlıyorum işte

Sultanlar da ağlar Sueye
Sakın ayıplama
Bak
İki mehtap birden şahit gözyaşlarıma
Yadırgamadılar ama
Saklanmadılar bulut arkasına
Bu nasıl Sultan diye
Evet
Ağlıyorum Sueye

Sultanlar da ağlarmış baba
Gördün işte
Emrettim ama durmadı fırtına
Deniz dinmedi
Savurdu teknemi sağdan sola
Soldan sağa
Emrettim ama dayanmadı
Parçalandı tekne
Hiçbir şey emretmedim askerlere
Emredemedim baba
Üstelik Sultandım o gün
Ayıplamadılar ama merak etme
Onlar da gördüler
Dev dalgalar da şahit baba
Aciz kaldım o demde
Onlar da gördüler
Gitme dedim
Emrettim ama
Ellerimde can verdi Sueye

Her zamanki gibi çok güzel söylemişti ve her zamanki gibi Orel de, Sareye de gözyaşlarını tutamamıştı. O sırada bir asker soluk soluğa balkona geldi.

'Bu nasıl bir geliş asker.' dedi Orel son derece sinirli bir şekilde.
'Efendim çok özür dilerim. Sultanın muhafızları geldi, oğlunuz Musta'yı götürmek istiyorlar.'
'Ne!' diye yerinden fırladı Orel.

Salonda duvara asılı kılıcını aldı ve hızla aşağı indi. Kapı önünde kıyafetlerinden sultan muhafızları oldukları anlaşılan altı asker ve karşılarında çoğu gece kıyafetinde Orel'in eğittiği askerler Musta'nın önünde set kurmuş bir şekilde Orel'i bekliyorlardı. Orel son merdivenin basamaklarını inerken öfkeyle haykırdı

'Orel'in evine gece yarısı baskın yapıp oğlunu götürmeye kalkışmak ha.'

Bu haykırış üzerine tüm askerler kılıçlarını çekti. Orel kılıcı elinde kendi askerlerinin önüne geçti. Merdivenlerin yukarısında olup biteni seyreden Omre çok korktu. Bunu fark eden ve aslında en az onun kadar korkmuş olan Sareye Omre'nin başını okşayıp korkudan olduğu on yaşında bir çocuk tarafından bile rahatça anlaşılabilecek titreyen bir sesle

'Korkma Omre, sakın korkma.' dedi.

Saltanat muhafızlarının en önünde bulunan uzuna yakın boylu düzgün ve kısa kesilmiş siyah sakallı olan muhafız sol elini havaya kaldırarak sağ elindeki kılıcını yavaşça yere bıraktı. Orel'i saygıyla selamladı. Hiçbiri sakallı olmayan diğer saltanat muhafızları da kılıçlarını yere bıraktılar. Tahsan'da saltanat muhafızlarından sadece general olanları sakal bırakabilirlerdi. Bu jeste rağmen Orel sakinleşememişti. Yalnız kendisine selam veren uzun düz saçlı ve otuz beş yaşlarındaki generale dikkatlice bakınca öfkesi bir anda şaşkınlığa döndü

'Sayra, sen misin?'
'Evet büyük komutan.'

Orel oğlunu götürülmek istendiğini duyunca öyle sinirlenmişti ki Sayra'yı ilk başta fark edemedi. Gerçi saraycığın normalde altı lambele ile aydınlatılan giriş kısmında bu saatlerde sadece bir lambele yanmasının da tanıyamamasında rolü büyüktü.

'Nasıl böyle bir şeyi yaparsın Sayra.'

Şaşırmakta haklıydı Orel. Sayra Orel'in elinde büyümüştü. Daha çok gençken Orel ondaki zekayı fark etmiş ve onu özel olarak yetiştirmişti. Ona sadece güzel dövüşmeyi değil, savaş stratejisini de öğretmiş ve Sultan da Orel'in tavsiyesi üzerine Orel'den sonra Sayra'yı ordu komutanı olarak atamıştı. Eski komutanının oğlu hakkındaki hassaslığını da en iyi o bilirdi.

'Komutanım gerçekten çok özür dilerim ama siz de bilirsiniz. Emri yerine getirmemiz gerekiyor.'

'Sakın bana Sultanın emri olduğunu söyleme.'
'Haklısınız komutanım, onun emri değil. Köse Büyücünün emri. Ama...'
'Buna yetkisi var değil mi? Bak Sayra. Sultanın emri olmadan oğlumu alamazsın.'
'Komutanım bunu Sultana söyleyemem, siz bunu benden daha iyi bilirsiniz. Ama size söz veriyorum. Sultanın karşısında yargılanmasını sağlarım.'
'Bunu yapabilir misin?'
'Yapabilirim komutanım.'

Bu gerçekten güzel bir teklifti. Daha doğrusu bu durumda yapılabilecek en iyi teklifti. Bunu Orel de çok iyi biliyordu. Bu teklifi de kabul etmezse yapılabilecek tek şey ordu toplayıp saraya savaş açmaktı. Daha fazla diretmenin bir anlamı yoktu

'Sana güveniyorum Sayra ama güvenmediklerim buna imkan vermezse şunu iyi bilsinler: Kesinlikle gidebileceğim yere kadar giderim.'

'Biliyorum komutanım. İnanın onlar da bilir.'

Onlar dedikleri kişi elbette Köse Büyücüydü.

03 Haziran 2014 16-17 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar