Yedi İhtiyar 4

Suikast...

İhtiyar salondan çıkınca Sultan Sayra'ya döndü

'Derhal süvari birliğini hazırla, burakçamı eğerlesinler, yola çıkıyoruz.'
'Derhal Sultanım.'

Mirta hızlı adımlarla salondan çıktı, yukarı doğru simetrik olarak uzayan merdivenlerden sağdakine yöneldi. Merdiven basamaklarını seri adımlarla çıktıktan sonra sağlı sollu hazır olda bekleyen muhafızların bulunduğu geniş ve uzun koridoru geçerek odasına vardı. Dolabı açtı, yolculuk zırhını çıkardı ve bizzat kendi giyindi. Biraz sonra kapı çalındı.
'Gir.'
Gelen Sayra'ydı.
'Birlik hazır sultanım.'
'Gidelim.'

Sayra bile Mirta'ya yetişmekte zorlanıyordu. Ortada normal olmayan bir durum olduğu aşikardı. Bunun sebebinin kimsenin hikmet sahibi biri mi, yoksa bir densiz mi olduğuna tam karar veremediği o ihtiyarın özellikle Sueye ile ilgili sarf ettiği sözler olduğu da açıktı. Yalnız anlaşılmayan iki nokta vardı: Mirta o ihtiyarı neden serbest bırakmıştı ve şu an nereye gidiyordu.

Mirta sarayın ana kapısı olan kuzey kapısından çıktı. Seri bir şekilde merdivenlerden indi. Bir muhafız tarafından tutulan eğerli burakçasına her zaman olduğu gibi herhangi bir yardıma ihtiyaç duymaksızın çevik bir hareketle bindi. Her açıdan iyi yetiştirilmişti Mirta. Dövüş sanatlarında, silah kullanımında hiçbir askerden geri olmadığı gibi bilimde ve teknikte de hiçbir alimden geri değildi. Şiir yazabilecek kadar edebiyatçı olan Mirta resimden de iyi seviyede anlardı. Morangiz Dilini Morangizli bir hocadan ve Forancık Dilini Forancıklı bir hocadan daha küçük yaşlardayken öğrenmişti. Noralya Dilini ise hayatındaki en sevimli hocadan, eşi Sueye'den epey ileri yaşlarda öğrendi. Yaşının büyüklüğünden olsa gerek Noralya Diline çok hakim olduğu söylenemezdi. Kesinlikle hiçbir bilgiye sahip olmadığı tek branş büyü idi. İşte bu yüzden Köse Büyücüye katlanıyordu.

Burakçayı mahmuzladı ve dört nala sürmeye başladı Mirta. Bu tamamen usule aykırı bir durumdu. Sultanın muhafız alayında Sayra ile birlikte yirmi asker bulunur, sultan bir yere giderken en öne Sayra geçerdi. Sultan sağında ve solunda ikişer muhafız olmak üzere ikinci sırada yer alır ve onların arkasında on beş muhafız beşerli üç sıra halinde giderlerdi. Güvenlik açısından en iyi yol buydu. Yalnız şu anda Sayra ve diğer muhafızların yapmaya çalıştıkları tek şey Sultana yetişebilmekti.

Mirta saray bahçesinin saltanat kapısından çıkınca şehre giden yolu değil Büyük ormanın içinden giden saltanat yolunu tercih etti. Biraz sonra ana saltanat yolunu terk edip sağa döndü. Saltanat yolunun bu kolu limana varmaktaydı. Tahsan sarayı doğu denizine on kilometre mesafede bulunmaktaydı. Tahsanin şehir merkezi sarayın on kilometre kadar kuzeyindeydi. Tahsanin limanı ise şehir merkezinin biraz daha kuzeyindeydi. Yalnız eskiden beri sultanlar limana şehir merkezine uğramadan gitmek istemişler ve bu yüzden ana kolu Büyük orman içinde doğudan batıya uzayan saltanat yolunun bir çok yan kolundan bir kolunu limana uzatmışlardı. Bu yola liman yolu da denmekteydi.

Mirta hala en öndeydi ve bu gerçekten tehlikeli bir durumdu. Sayra hızlandıkça hızlandı ve Sultana yetişmeyi başardı. Bu hiç de kolay olmamıştı elbette. Sultanın burakçası haliyle en iyi burakçaydı ve sultan onu en hızlı şekilde koşturuyor, hatta daha doğru bir anlatımla genelde uçuruyordu. Sayra sultanı mutlaka uyarmalıydı. Sesini Mirta'ya duyurabilecek şekilde gür bir sesle

'Sultanım çok hızlı gidiyorsunuz, muhafızlar geride kaldılar, size yetişemiyorlar.' diye bağırdı.

Mirta hiçbir şey demeden hızını biraz azalttı. Liman yolu yaklaşık yirmi kilometrelik bir yoldu. Aslında yolun ortasına yakın üç kilometrelik bir kısmı ağaç barındırmayan Ölüm Korusundan geçmekteydi. İki tarafında otuzar metrelik ağaçlar bulunan yol haliyle yazın en sıcak günlerinde bile serindi. Aslında bu saltanat yolunun tüm kolları için geçerli bir özellikti. Ağaçların yüksekliği ve yolun genişliği en fazla üç metre yükselebilen burakçaların herhangi bir sorunla karşılaşmadan uçmalarına olanak sağlıyor ve bu da suikast ihtimalini oldukça azaltıyordu.

Limana varınca durdular. Mirta burakçasını ağır adımlarla rıhtıma yaklaştırdı. Uçsuz bucaksız deniz üzerinde ufka baktı. Burakçasını şahlandırdı ve olan gücüyle bağırmaya başladı
'O sana inanıyordu.'
'O sana inanıyordu. Ama genç yaşta öldü.'

Mirta biraz olsun rahatlamıştı. Geri döndüğünde Sayra'nın korku dolu gözlerle ona baktığını gördü. Aslında diğer muhafızlar da korku içerisindeydiler ve bir felaket gelmesi durumunda kaçabilmek için birkaç adım gerilemişlerdi. Bunun sebebini elbette biliyordu Mirta. Tahsan ülkesinde Allah'a inanmayanlar bile O'nun olması durumunda verebileceği cezadan korkarlardı. İşte bu yüzden de isyan cümlelerinden kaçınırlardı. Yalnız Sayra farklıydı. O gerçekten Allah'a inanırdı ve bundan dolayı da onun korkusu daha fazlaydı.

Biraz sakinleşen Mirta burakçasını geri döndürdü, yavaş yavaş yürüttü. Sayra'nın yanına geldiğinde kulağına eğildi.
'Çok mu korktun Sayra?'
Sayra sessiz kaldı. Mirta devam etti
'Senin Allah'a inandığını biliyorum Sayra.'
'Ne zamandan beri Sultanım?'
'İnan bana yeterince uzun zamandan beri.'
'Peki öyleyse neden...'
'Neden seni görevden almadım ve neden sana bu görevi verdim değil mi? Bilirsin Sayra fikirlere çok karışmam, işi etkilemediği sürece. İşini iyi yapıyorsun, o yüzden de oradasın.'

Mirta başını kaldırdı ilerlemeye başladı. Burakça henüz dört adım atmışken durdurdu ve tekrar Sayra'ya döndü. Başı önünde düşünceli bir şekilde duran Sayra derhal başını kaldırdı ve sultana baktı. Mirta Sayra'ya önemli bir şeyi hatırlattı

'Yalnız Sayra bunu Köseye sakın belli etme. Hadi saraya dönelim.'

Sayra muhafızlara nizami düzenin alınmasını emretti ve Sayra önde yola çıktılar. Ölüm korusuna kadar herhangi bir sorun çıkmadı. Beklenmiyordu da. Aslında koruda da bir sorun olmaması gerekiyordu. Burakçalar Ölüm korusuna gelip koru içinde beş yüz metre kadar ilerleyince en arkadaki muhafızların sesi duyuldu.

'Arkadan gelenler var.'

Sayra derhal burakçası ile saat yönünde bir yarım daire yaparak en arkaya döndü. En arkadaki iki beşli grup Sayra'nın arkasına tek sıra halinde dizilip gelenleri beklemeye başladılar. Sultan, yanındaki dört muhafız ve arkalarındaki beş muhafız hızlarını kesmeden yola devam ediyorlardı. Herhangi bir tehlike anında yapılması gereken buydu.

Sayra gelen gruba baktı.Tamamen siyah giyinmiş on kişi civarında vardı, burakçalarını dört nala onlara doğru sürüyorlardı. Sayra'nın arkasındaki on muhafız oklarını hazır hale getirdiler ve Sayra'nın emrini beklemeye başladılar. Fakat bu sırada hiç birinin olmasını istemediği ve olmasını olası görmedikleri bir şey oldu. Gelen grubun burakçaları havalanmaya başladı. Yükseldiler, daha da yükseldiler. Bu gerçekten beklenmedik bir durumdu

'Eyvah.' dedi Sayra
'Bunlar burakçıl.'

İşte bu çok kötüydü. Muhafızlar ok atsalar da o yüksekliğe ulaşmaları olanaksızdı. Derhal geri dönüp burakçaları koşturmaya başladılar. Bu arada üstlerinden geçen haydutların attığı okların isabet ettiği üç muhafız öldü ve bir muhafız yaralandı.

Arkasına baktığında gördüklerinden hoşlanmadı Mirta. Ormana ulaşmasına daha bir kilometre vardı ama burakçasını koşturmaktan başka çaresi de yoktu. Burakçıllara karşı savaşmaya çalışmak herkesin ölüm fermanını imzalamaktan başka bir şey değildi. Yanlarında yolculuk okları vardı ve bu okların o yüksekliğe ulaşmaları olanaksızdı. Burakçalarını yer yer uçurarak dört nala sürmeye devam ettiler.

Kendilerine atılacak okların yetişemeyeceği yüksekliğe kadar çıkan haydutlardan beşi burakçılları ile eğik dalışa geçtiler. En aşağı noktada oklarını fırlattılar ve tekrar yükselmeye başladılar. Bu oklardan ikisi Mirta'nın hemen sağındaki ve onun arkasındaki muhafızların sırtlarına isabet etti. Sırtlarından ok yiyen muhafızlar yere serildiler.

Olan biteni korku dolu gözlerle izleyen Sayra bu dalıştan Sultanın sağ çıkmasına çok sevindi. Bir sonraki dalışa izin vermemeliydi. Bu sefer atılacak oklardan birinin sultana gelmesi kesin gibiydi. Ormana da az bir mesafe kalmıştı. Belinden boruyu çıkardı ve öttürdü. Borunun kendileri için çalındığını zanneden muhafızlar buna bir anlam veremedi. Koşmaktan başka ne yapabilirlerdi ki?

Ormana az kaldığının farkında olan haydutlar bir kez daha toplu olarak eğik dalışa geçtiler. Birinci haydut okunu fırlatacağı sırada orman girişinde yüksek bir ağaçtan gelen ve ok tabancasından çıktığı büyüklüğü ve hızından belli olan bir ok burakçasına yakın bir yerden geçti. Sonra başka ağaçlardan başka oklar da gelmeye başladı. Hatta bir ok haydutlardan birinin burakçasına değdi. Uzun mesafede şiddetini kaybettiğinden saplanamadı ama haydutlara biraz daha yaklaşırlarsa neler olabileceği hakkında fikir vermeye yetti. Derhal yükselişe geçen haydutlar uçarak oralardan uzaklaştılar.

Sayra ormana girdikten sonra yavaşlayan Sultana yetişti, tekrar öne geçti. Sayra önde, Sultan ve yedi muhafız arkada hızla saraya doğru ilerlerken diğer muhafızlar ölü ve yaralı muhafızlarla ilgilenmek üzere geride kaldılar.

Saraya gelen Mirta derhal ikinci kattaki toplantı odasına geçti. Girerken kapıda bekleyen iki muhafıza Sayra'yı çağırmalarını emretti ama buna gerek kalmamıştı. Çağırılacağını çok iyi bilen Sayra gelmişti bile.

Mirta haydutları ne kadar merak ediyorsa en az o kadar da ağaçlardan gelen okları merak ediyordu
'O askerleri ağaçlara sen mi yerleştirdin Sayra?'
'Evet Sultanım.'
'Tedbiren mi yoksa bir duyum almış mıydın?'
'Aslında bir takım duyumlar alıyorduk Sultanım?'
'Ne gibi duyumlar bunlar?'
Sultanın Sayra'dan beklediği cevap başka yerden geldi
'Efendim Siyah Peçeliler diye bir grup...'
'Morangiz sultanının hazırladığı özel bir suikast grubu Sultanım.'

Sayra ve Mirta sesin geldiği kapıya doğru yönelince Büyücüyü gördüler. Büyücü Sultanın önünde saygıyla eğildi ve devam etti.
'Kusura bakmayın Sultanım, lafınızın arasına girdim.'
'Devam et Büyücü.'
'Grubun adı Siyah Peçeliler değil aslında, Halagi İntikamcıları. Bilirsiniz Halagi siyah savaş elbiseleri giyerdi. Bunlar da intikam için aynı renkte giyinmişler. Yüzleri belli olmasın diye peçe de giyince onları gören bir iki köylü onlara bu ismi takmışlar.'
Mirta tam bir şoktaydı.
'O halde bu yüzden burakçılları vardı. İyi de bütün bunlardan benim niye haberim yok?'
'Tam emin olamadık. Bu yüzden sizi rahatsız etmek istemedik.'
'Bundan sonra söylerseniz sizin hakkınızda daha iyi olur. Rahatsız olup olmayacağıma bırakın ben karar vereyim.'
'Emredersiniz sultanım.'
'Emredersiniz sultanım.'
'Peki Büyücü, sen gidebilirsin.'
Büyücü
'Tekrar geçmiş olsun Sultanım, sağ salim döndüğünüze sevindim.'
'Sayra sağ olsun. Orel gerçekten kimi seçeceğini iyi biliyormuş. Sen de gidebilirsin Sayra'
Sayra Büyücü ile birlikte kapıya yöneldi.

Daha uzun sakallı ihtiyar...

Orel gerçekten çok sinirliydi. Ne kadar konuşursa konuşsun bir türlü ikna edemiyordu Musta'yı. Saraycığın misafir salonunun duvarları bir kez daha Orel'in haykırmasıyla çınladı

'Anlamıyor musun hala oğlum. Herkes seninle dalga geçiyor. Herkese maskara oldun. Oğlun büyüdü , kocaman oldu. O bile senden utanıyor.'

Salonun ortasında büyük avizenin altında her ikisi de ayaktaydı. Musta babası konuşurken sadece dinlerdi. Yıllarca babasına gerçeği anlatmaya çalışmış, başarısız olmuş ve kesinlikle ümidini yitirmişti. O yüzden babasını hep aşağı bakarak tepkisiz bir şekilde dinler, ne kadar bağırırsa bağırsın ona cevap vermezdi. Yalnız bu son söz onu kalbinden vurmuştu. Yere bakan gözlerini kaldırdı, babasının gözlerine baktı

'Omre benden utanıyor mu?' diye sordu.

Oğlunun bu üzüntülü hali Orel'i bir anda sakinleştirdi
'Evet Musta, maalesef oğlun da sana inanmıyor ve senden utanıyor. Ne bekliyordun ki?'

O sırada Sareye heyecanla kapıda belirdi.
'Efendim kusura bakmayın.'
'Hayrola Sareye, bu ne telaş?' dedi Orel
Sareye nefes nefese
'Omre efendim.'
'Ne olmuş Omre'ye?' diye araya girdi Musta
'Bulamıyoruz efendim.'
'Ne?' dedi baba oğul aynı anda. Orel duyduğuna inanamadı.
'Emin misin Sareye? Her yere baktınız mı? Çocuktur, bir yerde oynuyordur belki.'
'Her yere baktık efendim, askerler, cariyeler saraycığın her tarafına baktık.'
Savaşın en şiddetli anında bile telaşlanmayan Orel bir anda teleşlandı
'Sareye askerlere haber ver, atları, burakçaları hazırlasınlar. Derhal aramaya gidiyoruz.'

Aslında Omre saatler önce evden kaçmıştı. İki askerin o gün sarayda yaşananlar ile ilgili aldıkları duyumları kahkahalarla birbirlerine anlattıklarını duymuş ve ondan sonra kaçmaya karar vermişti. Saraycıktan gizlice çıktıktan sonra ormana dalmış, rastgele bir yöne doğru ilerlemeye başlamıştı. Bulunmamak için ana yolu takip etmemişti. Yalnız artık hava kararmak üzereydi ve uzaklardan gelen hayvan sesleri onu korkutmaya başladı. Nihayet korku galip geldi ve ana yolu bulmaya karar verdi. Orası daha güvenli olurdu. Bir saat aradı bulamadı, iki saat aradı ama nafile, bulamıyordu yolu. Artık gece olmuş ve korkusu bir kat artmıştı. Bir ara ileride bir yerde ateş yandığını fark etti. Başka çaresi yoktu, ateşe doğru yürümeye başladı. Epey yaklaşmıştı ki sağ tarafından bir hırıltı duydu.

Korkuyla sesin geldiği yöne dönünce iki kırmızı gözün yaklaştığını gördü. Bir anda hırıltılar dört bir yanını sardı, yaklaşan kırmızı göz adedi de epey arttı. Omre olduğu yerde dona kaldı. Kurtlar yaklaştılar, avlarının etrafında bir tur attılar. Omre gözlerini kapattı. O anda bir ses duyuldu:

'Durun kurtlar.'

Gözlerini açan Omre beş kurdun uzun sakallı bir ihtiyarın önünde oturduklarını gördü. İhtiyarın sağ elindeki meşale sayesinde ortalık biraz aydınlanmıştı. Eliyle bir yönü işaret etti ve kurtlar o yöne doğru gittiler. Sonra Omre'nin yanına gelen ihtiyar yere çöktü, gülümseyerek Omre'nin başını okşadı. Korkudan dili tutulmuştu zavallı çocuğun.

'Çok mu korktun evlat.'
Omre evet anlamında başını sağladı.
İhtiyar Omre'nin elini tuttu ve birlikte ateşin olduğu yere yöneldiler. Oraya vardıklarında ateş etrafına oturmuş hepsi uzun sakallı altı ihtiyarın daha olduğunu gördü Omre. Sakalı en uzun olan ihtiyar
'Hayrola misafirimiz mi var?'diye sordu.
İhtiyar yere oturdu. Omre'yi de yanına oturttuktan sonra
'Evet, hem bizim gibi ihtiyar da değil. Genç mi genç.'
En uzun sakallı ihtiyar Omre'ye gülümseyerek baktı
'Hoş geldin. Bak bu arkadaşlar sakallı ihtiyarlar, ben de daha uzun sakallı ihtiyar. Eee, genç şimdi sen anlat bakalım. Kimsin, bu saatte ormanda ne işin var.'
Omre utana sıkıla
'Şey, ben. Ben Orel'in torunuyum. Adım Omre. Oynuyordum, yolumu kaybettim.'
'Demek, Orel'in torunusun. Peki baban yok mu, onun adı ne?' diye sordu daha uzun sakallı ihtiyar.
Omre istemeye istemeye cevap verdi
'Musta. Babamın ismi Musta.'
Omre'yi kurtaran ihtiyar çocuğun gözlerinin içine baktı
'Sen o meşhur Musta'nın oğlu musun?'

'Eyvah' dedi içinden Omre. Bu ihtiyarlar da tanıyordu babasını. Ateş olmasaydı karanlık yüzünün kızarıklığını saklardı ama şu an utanmaktan başka bir şey gelmedi elinden. Cevap vermedi.

'Peki, sen de baban kadar zeki misin?' diye sordu daha uzun sakallı ihtiyar.
Omre şaşırdı, yerdeki başını kaldırdı, ihtiyara baktı. Hayır, alay eder gibi bir hali yoktu. Zaten alay edebilecek insanlar değildi bu insanlar. Sareye bir zamanlar yedi ihtiyarı anlatmıştı. Bunlar onlar olmalıydı. Çünkü masal kahramanları da dahil aslanların, kurtların zarar veremeyeceği sadece yedi insan biliyordu.

'Size göre babam zeki biri mi?'
'Neden sordun bu soruyu. Sana göre değil mi?'
'Ama insanlar onun için şey diyorlar.'
'Ne diyorlar, deli mi diyorlar. Bize de yok diyorlar ama bak varız. Babandan utanma yavrum. Şu anda Tahsan'da babandan daha akıllı biri yok.'

Omre çok sevinmişti, gözleri parlıyordu.
'Peki siz babama inanıyor musunuz?'
'Elbette inanıyoruz. Bak şu sakallı ihtiyar hep doğuya gitti ve batıya vardı.'

Daha uzun sakallı ihtiyarın işaret ettiği ihtiyar Omre'yi kurtaran ihtiyardı. Omre başını kaldırıp ihtiyarın gülen gözlerine baktı

'Doğru mu? Gerçekten Yertepsi portakal gibi mi? Dolaştın mı etrafını.'
' Evet, inan yılan da yoktu. Bu arada sen acıkmadın mı?'
Tahta bir kaseye ateş üzerinde bulunan bir kazandan bir miktar çorba koydular ve Omreye verdiler. Omre kasenin iki tarafından tutarak yavaş yavaş yudumladı çorbayı.

Bir saat sonra muhafızları ile birlikte uzaktan gördükleri bir ateşin yanına gelen Orel ve Musta sönmek üzere olan ateşin yanında huzur içinde uyuyan Omre'yi görünce derin bir oh çektiler. Musta çocuğunu kucağına aldı, defalarca yüzünü öptü. Omre uyandı, babasına sıkı sıkı sarıldı, muhafızlara duyuracak şekilde bağırarak
'Baba ben sana inanıyorum. Sen Tahsan'ın en zeki insanısın.'
Musta buna çok sevindi. Gözleri yaşardı
'Sağ ol oğlum. Hiç kimse inanmasın, herkes deli desin. Önemi yok. Ama sen bana inan oğlum, bu benim için gerçekten çok önemli.'

Orel olan bitene anlam veremedi ama bu sahne onu da çok duygulandırdı, o da göz yaşlarına hakim olamadı. O sırada Omre'nin yattığı yerde içinde kılıç olan bir kabzanın durduğunu gördü. Kabzayı aldı, kılıcı çıkardı. Muhafızlardan biri meşaleyi yaklaştırdı. Orel kılıcı inceledi. Musta babasının bu kılıçla neden bu kadar ilgilendiğini anlayamadı.

'Hayrola baba, niye bu kadar ilgilendin bu kılıçla?'
'Bu kılıcı sadece yedi ihtiyar bırakır oğlum ve anlamı da şudur.'
Meşalenin ışığı altında Musta'nın gözlerine baktı
'Omre asker olmalı. O zaman büyük bir komutan olur.'
Bu sefer aşağılama sırası Musta'da idi.
'Aman baba, kusura bakma da sen de acayip şeylere inanıyorsun. Büyük yılan, yedi ihtiyar.'

05 Haziran 2014 16-17 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar