Yedi İhtiyar 7
Forancık'taki mahkum...
Tahsan ülkesinin gelmiş geçmiş en iyi operasyon timini kuran Barsa Tahsan sultanının bile sahip olmadığı bir burakçıl üzerinde ormanın girişinden Esteronya tepesindeki meşhur Esteronya kalesine baktı. Hava kararmak üzereydi. Çok heyecanlıydı. Yertepsi üzerindeki ilk kaçırma planını o yapmıştı ve başarıp başaramayacağını birazdan göreceklerdi. Aslında bu iş için Büyücünün para ödemesine ihtiyaç yoktu. Tam bir eylem adamı olan Barsa gönüllü bir şekilde atlardı ama aldığı hatırı sayılır miktarda altın da elbette ekstra bir motivasyon sağlamıştı.
Estoronya kalesi Forancık ülkesinin en korunaklı kalesi olmakla beraber önlemlerini daha çok nizami bir savaş için almışlardı. Mahkumların kaçmasını engellemek için yerin yüz metre altına hapsetmekten daha sağlam bir çare değil Forancık ülkesinde Morangizde bile henüz kullanılmamıştı. Ayrıca Morangiz ile sağlam dost olan Forancıkta hiç kimse havadan bir saldırı beklemezdi. İşte Barsa planını bu verileri göz önünde bulundurarak yapmıştı ve her hangi bir sorun yaşanmasını olası görmüyordu. Biraz sonra yanına sadık askerlerinden acımasız Koral geldi. Acımasız lakabı küçüklüğünden geliyordu ve bunu gerçekten hak eden biriydi. Barsa ibretlik infaz görevlerini her zaman ona verirdi.
'Burada ne işin var Koral? Benim işaretimi bekleyin demedim mi?'
'Birisi pürüz çıkarıyor.'
'Ne gibi.'
'Neden kendilerinin de burada beklemediklerini soruyor.'
'Peki sen ne dedin?'
'Paranı veriyoruz, ne yapacağını biz söyleriz dedim.'
'Tamam o zaman. İyi cevap vermişsin.'
'Çok tatmin olmamış gibi. Homurdanıyor. Öldüreyim mi?'
'Asla. Şu an bize hepsi lazım. Paranın yarısını verdin değil mi?'
'Verdim. '
'Kalan yarısını iş bitince vereceğini söyledin mi?'
'Evet, söyledim.'
'Şimdi git ve kalan paranın yarısını da ver. Homurdanma kesilsin. İşler ters gider de kapıyı açtıramazsak bulundukları yerden kaçmanın daha kolay olacağını söyle. İkna etmeye, ikna edemezsen de oyalamaya çalış. Olduğunuz yerde kalın ve beni bekleyin. Şu işi sorunsuz bitirelim. Şu anda o salakların burakçılları görmelerinden daha büyük bir sorun da olamaz. Aman burakçılına da mukayyet ol, havalanmasın.'
'Peki efendim.'
Koral burakçılını mahmuzladı ve dört nala ormanın içinde bekleyen Forancıklı on sekiz paralı askerin yanına gitti.
Hava iyice karardığında ormanın kuzey bölgesinden havalanan on Burakçılı gören tek kişi Barsa idi. Burakçıllar yükseldikçe yükseldiler. Sonra izdüşümü kalenin tam ortası olan bir noktadan ard arda pike inişe geçtiler. Az da olsa iki aydan gelen ışınların dikkatli bakana görmeyi olanaklı kıldığı böyle bir gecede yere dik bir şekilde süzülen on Burakçılın oluşturduğu o muhteşem tablonun sadece Barsa tarafından görülebilmesi her şeyden önce Barsa için büyük bir haksızlık olmaktaydı. Bu sahnenin Mağaralı Tepe Savaşında tepeden inen o sefil burakçaların oluşturduğu sahneden ne gibi bir eksiği olabilirdi ki? O sahne Yertepsi üzerinde herkes tarafından bilinmekteydi. Oysa bu sahne Barsa öldüğünde artık hayal aleminde bile yok olacaktı.
'Yazık.' dedi kendi kendine.
'Çok yazık. Tarih hep gösteriş meraklısı insanları yazar zaten.'
Süzülen burakçıllar burçların yüksekliğine kadar alçalınca yedi burakçıllı süvari burçlarda nöbet tutan yedi askere yöneldi ve her biri birer okla arkaları dönük yedi askeri enselerinden vurdular. Kalan üç burakçıllıdan ikisi hapishaneye en yakın güney kapısındaki iki askeri bağırmalarına fırsat tanımadan boğazlarından vurdu. Onuncu burakçıl yavaşça yere kondu ve üzerindeki süvari rahat bir şekilde kapıyı açtı. Burakçılların işi bitmişti. Hemen kimseye görünmeden uzaklaşmalıydılar.
Barsa dört nala paralı askerlerin yanına gitti. Hepsi burakçalarına binmiş hazır halde bekliyorlardı.
'Hadi.' dedi Barsa.
'Zamanı geldi.' ve kusursuz planın ikinci aşamasına geçildi.
Barsa önde, Koral ve on sekiz Forancıklı paralı asker arkada hızlı ama sessiz bir şekilde kalenin açık güney kapısından girip zindana yöneldiler. Zindan girişi ana bina girişinden bağımsızdı. Girişteki muhafızlara sessizce yaklaşan Barsa ve Koral onları öldürdükten sonra on sekiz paralı asker merdivenlere yöneldi. Yüzlerce basamak inerken karşılaşılan askerlerle yapılan dövüşler sırasında dört kayıp verdiler.
Elinde anahtarlarla hücre kapılarının önüne gelen Barsa birinci kapıyı açtı. İçeride birbirinden perişan görünen üç mahkuma
'Aranızda Dersan isimli biri var mı?'
Ses çıkaran olmadı. İkinci kapıyı açtı. Aynı soruyu orada bulunan dört mahkuma yöneltti. Bir tanesi diğer üç mahkumun şaşkın bakışları arasında
'Benim.' dedi.
Barsa yanına gitti. Mahkumun her tarafı yırtık gömleğini arkadan tamamen parçaladı. Sağ omuz arkasına baktı.
'Bu değil.' dedi.
Koral kurnazlık yaptığını zanneden bu zavallının başı ile gövdesini ayırdı. Barsa bundan sonra açtığı üç hücrede daha amacına ulaşamadı. Dördüncü hücrede Dersan ismini duyan dört mahkum hücredeki beşinci mahkuma baktılar. Beşinci mahkum gayet sakin kısık bir ses tonuyla tane tane sordu sorusunu:
'Dersan'ı bulursanız ne yapacaksınız?'
Barsa'nın konuşacak vakti yoktu. Sert bir şekilde mahkumun sırtını açtı.
'Tamam, aradığımız bu.'
Koral Dersan'ın başına bir çuval geçirdi. Barsa
'Korkma, seni öldürmeyeceğiz. Sorun çıkarmadan bizimle gel.' dedi.
Dersan gayet sakin kısık bir ses tonuyla tane tane konuştu
'Öldürmek isteseydiniz zaten ölmüştüm. Gideceğimiz her yer buradan iyidir.'
Hızla merdivenleri tırmandılar. Barsa burakçılına önce Dersanı oturttu ve sonra kendisi Dersan'ın arkasına oturdu. Koral ve kalan on dört paralı asker de burakçalarına bindiler ve hızla kaleyi terk ettiler. Burakçalara binmiş on dört paralı asker önlerinde koşan iki Tahsanlıyı taşıyan burakçaların havalanıp uçmaya başladığını görünce her şeyi anladılar ama artık çok geçti. Ormanın kuzey tarafından havalanan ok atmada usta on burakçıllı süvari için üzerlerinde sadece kılıç bulunduran on dört burakçalı paralı askeri avlamak hiç de zor olmadı.
Burakçıllı süvariler beş saatlik bir uçuştan sonra Tahsanin şehrinin yirmi kilometre batısında bulunan gizli yerleşkelerine indiler. Burakçıllarını tavlaya yerleştiren süvarilerden Barsa ve Koral dışındakiler kendileri için yapılmış yatakhanelerine geçtiler. İyi bir uykuyu hak etmişlerdi. Barsa ve Koral Dersanı da alarak toplantı evine yöneldiler. Üç tarafı ona yakın pencere içeren yüz elli metre karelik bir salondan ibaret toplantı evinin perdeleri kapatılmış ve lambeleler yakılmıştı. Büyücü bekliyor olmalıydı ama yine de tedbiri elden bırakmamak evlaydı. Barsa'nın işaretiyle Koral önden gidip kapıyı açtı, içeri girdi. Bir müddet sonra kapıda göründü. Sorun yoktu. Barsa ve başında çuval Dersan da içeri girince Koral Dersan'ın başındaki çuvalı çıkardı.
Bir seksen boylarında, yirmi beş yaşlarında, zindan da kalmaktan olacak biraz zayıf kalmış genci gören Büyücü önce sağ omuz arkasına ve sonra eğilip sağ ayak bileğine baktı.
'Aferin Barsa. Çok iyi iş yaptın. Bu genç kesinlikle o.'
Barsa sağ ayak bileğinden habersizdi ama doğru kişiyi getirdiğinden de memnundu elbette. Hayatında ilk defa parasını aldığı bir görevin hikmetini merak ediyordu. Bu sefil görünümlü gencin bu kadar önemli olmasının sebebi ne olabilirdi ki. Salonda eşya namına sadece bir halı ve pencereli duvarlara u şeklinde dizilmiş koltuklar vardı. Giriş kapısının direk karşısındaki odadaki tek kırmızı koltuk, diğer mavi koltuklara göre daha şatafatlıydı. Büyücünün Dersan'a kırmızı koltuğu işaret etmesine ve onu bu koltuğa oturtmasına Barsa ve Koral'dan ziyade Dersan şaşırmıştı. Yine de genel karakterinden taviz vermeyen Dersan gayet sakin bir şekilde, kısık bir ses tonuyla tane tane
'Oturalım bakalım. Bu işin sonu nereye varacak?' dedi.
Büyücü ayaktaydı ve sorguya başladı
'Sen Esteronya kalesinde bir askerdin değil mi?'
'Evet.'
'Kale komutanının odasından değerli bir şamdan çaldın ve zindana gönderildin.'
Dersan sıkılmıştı artık. Gayet sakin bir şekilde, kısık bir ses tonuyla tane tane söyledi söyleyeceğini
'Bak ihtiyar, beni çok iyi tanıdığın ortada. Bu sorduğun sorular beni kurtarmak için bu kadar masraf yapmanı açıklamıyor. Sadede gel istersen.'
Büyücü gence döndü. Sinirli değildi. Aksine son derece mutluydu. Gencin önünde eğildi ve
'Emredersiniz sultanım.' dedi.
Barsa, Koral şaşkındı
'Sultanım mı?' diyerek hayretlerini ifade ettiler.
Dersan da şaşırmıştı elbette. Yalnız Barsa ve Koral'dan daha geç, daha sakin tepki verdi ve kısık bir ses tonuyla
'Sultanım mı?' dedi.
Taht varisliği...
Salman en sevdiği cariyesi Layla'nın yardımıyla giyindikten sonra Layla'ya odadan çıkmasını söyledi. Kimseyle laubali olmazdı. Layla ile bile. Boy aynasının karşısına geçti. İki yıldır uzatabildiği saçlarını ve sakalını taradı. Tahsan'da şehzadeler asla sakal bırakamaz ve saçlarını uzatamazdı. Aslında bu kural sultan olabilecek fakat henüz olmamış olan tüm erkekler için geçerliydi. Sultan sülalesindeki tüm erkekler içinde sadece sultan saç uzatabilir ve sakal bırakabilirdi. Sakalını tararken bir beyaz kıl gördü. Saçında zaten bol miktarda bulunmaktaydı ve kırk beş yaşındaki biri için bu gayet normaldi. Kapısı çalındı . Aynanın yanından uzaklaştı.
'Girin.'
Gelen Büyücü Köse'ydi. İçeri üç adım attıktan sonra saygıyla eğildi.
'Müjde sultanım. Bir erkek yeğeniniz oldu.'
Salman'ın çok da sevindiği söylenemezdi ama şu an ne söylemesi gerektiği yıllar önce belirlenmişti.
'Salonu doğum töreni için hazırlayın Büyücü.'
'Emredersiniz sultanım.'
Bir saat kadar sonra Köse Salman'a her şeyin hazır olduğunu bildirdi. Salman ağır adımlarla salona indi ve tahtına oturdu. Bulunması gereken herkes oradaydı. Otuz yaşlarında olan erkek kardeşi ve aynı zamanda doğan yeğenin babası olan Talman, kız kardeşleri Hariye, Mareye, kız kardeşlerden olan yeğenleri, generaller, ali hakim, büyücü. O sıralar on beş yaşında olan şehzade Mirta da hemen babasının yanında ayakta durmaktaydı. Talman ağır adımlarla sultanın önüne geldi, diz çöktü ve sultanın elini öptü. Salman elini öpen kardeşinin elini bırakmadı. Birlikte ayağa kalktılar. Salman kardeşinin gözlerine baktı. Her ikisi de gülümsüyordu. Sonra en insancıl şekilde kardeşine sarıldı sultan
'Tebrik ederim kardeşim. Eşin Nezame'yi hep hoş tut, ona hep iyi davran.'
Salman bu sözüyle kardeşinin Nezame'yi artık bir eş olarak kabul etmesini istiyordu. Talman'ın buna bir itirazı olamazdı zaten. İki eşi olan Talman'ın bir eşinden çocuğu hiç olmamış, diğer eşinden ise iki kız çocuğu olmuştu. Henüz cariye olan Nezame ise erkek çocuk doğurmuş ve Talman'a göre de eş olma hakkını kazanmıştı.
'Hoş tutarım sultanım.'
Salman Büyücüye döndü
'Köse, getir bakalım şu yeğenimi. Tören başlasın artık.'
Büyücü ağır adımlarla gitti ve biraz sonra elinde çıplak bir bebekle geri geldi. Sultanın karşısında üç metre kadar uzaklıkta iki masa bulunuyordu. Bebek ritüele uygun bir şekilde bu masalardan birine kondu. Ali hakim elinde bulunan saltanat defterini diğer masaya koydu ve sıradaki boş sayfayı açtı.
Büyücü ve üç büyük general bebeğin yanına geldi. Büyücü gür bir sesle bağırdı:
'Sağ omuz arka tarafta yan yana üç ben.'
Generaller bebeğin sağ omuz arka tarafına baktılar ve üç beni gördüler. Sırayla gür bir sesle
'Şahidim.'
'Şahidim.'
'Şahidim.' Diyerek tasdik ettiler
Bunun üzerine ali hakim deftere yazdı ve yazdığını gür bir sesle okudu.
'Sağ omuz arka tarafta yan yana üç ben.'
Büyücü bebeğe bir kez daha baktı
'Sağ ayak bileğinde bir doğum lekesi.'
Generaller bebeğin sağ ayak bileğine baktılar ve doğum lekesini gördüler. Sırayla gür bir sesle
'Şahidim.'
'Şahidim.'
'Şahidim.'
Bunun üzerine ali hakim deftere yazdı ve yazdığını gür bir sesle okudu.
'Sağ ayak bileğinde bir doğum lekesi.'
Bebek huzursuz olmuş ve ağlamaya başlamıştı. Sultanın işaretiyle salon kapısında bekleyen cariyelerden biri koşarak geldi ve bebeği kucağına aldı. Bebek susunca Salman bebeğin yanına geldi. Bebeğin sağ omuz arkasına ve sağ ayak bileğine baktı.
'Ben de şahidim ve kardeşimin izniyle ismini ben koyuyorum. İsmi Dersan olsun.'
Ali hakim sayfanın en altına
'İşbu vasıflara haiz Dersan Tahsan tahtına varistir.' şeklinde yazdı.
Günün tarihi de yazıldıktan sonra büyücü, generaller ve en son sultan sayfaya mühürlerini bastılar.
Salman'ın törenin bittiğini ilan etmesinden sonra herkes dağıldı. Salman kara kara düşünmeye başladı. Tahta varis bir bebek doğmuştu. Bu hoş bir durum değildi. Salman öldüğünde Mirta yirmi yaşını geçmiş olursa tahta Mirta oturacaktı. Bu durumda Talman ve oğlu tahttan mahrum kalacaklardı. Yalnız o zamana kadar Mirta ölürse Salman'ın başka erkek çocuğu olmadığından Dersan'ın yaşına bakılacaktı. Dersan yirmi yaşını geçerse tahta Dersan, eğer geçmezse tahta Talman geçecekti. Aslında Salman öldüğünde Mirta yirmi yaşını doldurmamışsa tahta Talman oturacak ve Mirta büyük olasılıkla sultanlık hakkını kaybedecekti ama Salman beş yıl içinde ölmeye niyetli değildi. Fakat artık bir oğul sahibi olan Talman bu durumu hesaplayacaktı elbette. Sonuçta hanedanın kendi soyuna geçmesi durumu söz konusuydu.
Talman böyle bir şeyi yapabilir miydi? Yapabilirdi. Ayrıca Mirta yufka yürekli biriydi. Geçen yıl o deli çocuğun yakıldığı gün nasıl üzülmüş, nasıl kahrolmuştu. Büyücüyü tehdit etmiş, babasına bile kafa tutmuştu. Salman öldükten sonra diğer taht varisleri onun bu şefkatli kalbinden yararlanabilir ve onu alaşağı edebilirlerdi.
Salman gece geç saatlere kadar düşündü ve kararını verdi. Kesinlikle yapılabilecek başka bir şey yoktu. Bu konuda güvenebileceği tek kişi vardı. Köse Büyücü saraydaki bu on yıllık göreviyle zeka ve sır tutma konusunda ne kadar güvenilir olduğunu kanıtlamıştı. Derhal bir asker gönderip Büyücünün odasına gelmesini emretti.
Kısa bir süre sonra Büyücü odasına girmiş, önünde saygıyla eğilmişti.
'Beni emretmişsiniz Sultanım.'
'Büyücü şu an yapacağımız konuşma ikimiz arasında kalacak. Eğer bir başkasından duyarsam Yertepsi tarihinin şahit olmadığı ölümü tattırırım sana.'
'Bana güvenebileceğinizi bilirsiniz sultanım.'
'Doğru, bilirim. Zaten bu yüzden seni çağırdım. Uzatmayacağım Köse. Taht varisleri arttı ve bu beni devletimin geleceği adına endişelendiriyor. Yarın sefere gidiyoruz, biliyorsun. Talman da bizimle gelecek ve dönmemesini sağlamak için elimden geleni yapacağım. Sen burada kalacaksın. Yirmi gün sonra geldiğimde yeğenim Dersan'ın mezarı başında ağlamak istiyorum. Yeterince zekisin, bir plan yap. Eğer senin yaptığın anlaşılırsa şehzade öldürmenin cezasını uygular ve seni öldürürüm. Anlaşıldı mı?'
Köse şaşkınlığını üzerinden çabucak attı. Sonuçta bu kadar çabuk olmasa da beklediği bir istekti bu
'Anlaşıldı sultanım.'
Ertesi gün Salman ve Talman sefere çıktıktan bir müddet sonra büyücü gizlice bebeğin odasına bir büyü bıraktı. Büyünün etkisiyle çocuk o gece hastalandı. Nezame ne yapacağını şaşırmıştı. Talman da ortada yoktu. Gerçi Talman da olsa yapılabilecek tek şey vardı. Büyücüyü çağırmak. Bir müddet sonra odaya gelen Köse
'Korkacak bir şey yok Nezame Sultan. Çocuğa saray havası yaramamış. Geçer. Gerçi...'
'Gerçi ne Büyücü?'
'Gerçi yazın bu günlerinde dağ havası daha iyi gelir, şehzademiz daha çabuk iyileşirdi ama maalesef eşiniz burada yok.'
Nezame çocuğu için ne gerekiyorsa onu yapmaya kararlıydı.
'Yarın sabah yayla evine gidiyoruz Büyücü.'
'Nasıl olur Sultanım?'
'Ben artık Talman'ın eşiyim Büyücü. Ne diyorsam yapmak zorundasın. Yarın gidiyoruz ve sen de geliyorsun.'
Büyücü çaresiz kabul etmek zorundaydı
'Emredersiniz sultanım.'
'Aşçı, cariye kim gerekiyorsa haber ver yarına hazır olsunlar.'
'Sultanım yaz günlerinde yayla evinde her zaman beş aşçı, on cariye ve elli muhafız zaten bulunur. Yolda refakat etmek için dört muhafız yeterli olur sanırım.'
Cariyelikten eşliğe bir gün önce terfi etmiş olan Nezame'nin bunlardan haberdar olması beklenemezdi. Yine de bozuntuya vermedi Nezame.
'Tamam o zaman. O dört muhafıza haber ver.'
Bu son dediği öncekinden daha komikti. Büyücü dört muhafız çağıracak ve 'Bakın yarın yola gidiyoruz. Eşyalarınızı bu geceden hazırlayın.' mı diyecekti. Büyücü içinden bunları düşünürken gülümseyen bir yüzle
'Emredersiniz sultanım.' demekle yetindi.
Ertesi gün yola çıkan grup saltanat yolunda saatlerce gittikten sonra beklenmedik bir saldırıya uğradılar. Elbette büyücünün beklediği bir saldırıydı bu. Haydutlar Köse'nin istediği gibi yapmışlar, Nezame ve dört muhafızı öldürmüşlerdi. İki kişi hayatta kaldı: Köse ve minik Dersan. Köse Dersan'ı öldürmeye hiç de niyetli değildi. Salman'ın sultanlığından çok memnundu elbette. İstediği zaman istediğini yapıyor ve adeta Tahsan'ı o yönetiyordu. Yalnız Mirta yufka yürekli biriydi. Geçen yıl o deli çocuğun yakıldığı gün nasıl üzülmüş, nasıl kahrolmuştu. Bütün herkesin içinde büyücüye bağırarak söylediği o sözler hala kulağında çınlıyordu:
'Ben Sultan olunca bunun hesabını vereceksin Köse. İlk seni yakacağım.'
Ne diyeceğini bilememişti Köse. Sadece gülümsemiş ve
'Vücudum istediğiniz zaman sizin şehzadem. Ben babanızın emrini yerine getirdim.' diyebilmişti.
Gerçi elbette zamanla o da büyüyecek, olgunlaşacak ve daha mantıklı davranacaktı ama babası gibi olmayacağı kesindi. Bu yüzden Dersan'ı yedekte bulundurmak akıllıca olacaktı.
Tebdili kıyafet Forancık ülkesine giden Büyücü daha önce adamları tarafından tespit edilen yıllarca çocukları olmamış fakir bir aileye yüklü bir para yardımı ile birlikte Dersan'ı evlatlık verdi. Onun yerine başka bir bebeği öldürdü ve Salman gelmeden defnetti. Salman seferden geldiğinde büyük bir üzüntüyle savaşta kaybettiği kardeşi Talman'ı kendi oğlunun yanına defnetmiş ve kardeşi ile yeğeninin mezarları başında ağlamıştı. Tek tesellisi kardeşinin savaşın başında karşı tarafın en güçlü askeriyle teke tek kahramanca savaşarak ölmesi olmuştu.
Dersan on yaşına geldiğinde öz zannettiği yaşlı anne ve babasını kaybetti. Bunun üzerine Forancık kanunları gereği çocuk derhal en yakın kaleye alınıp asker olarak yetiştirildi. Elbette bütün bu gelişmeler büyücü tarafından çok sıkı takip edildi. Dersan'ın attığı her adımdan haberdardı.