Yedi İhtiyar 8

Noralyalı başka bir cariye...


Mirta sabah kahvaltısını yapmak üzere toplantı salonuna indi. Pazartesi günleri sultan kahvaltısını devlet büyükleriyle yapar, kahvaltıdan sonra da devlet meseleleri istişare edilirdi. Köse, Sayra, generaller, ali hakim, katip kahvaltıdaydılar. Kahvaltı yapıldıktan sonra adet olduğu üzere Sultanın izniyle ilk sözü Büyücü aldı.
'Sultanım ülkemizin refah durumu her gün daha iyiye gidiyor. Verimli bir yıl oldu. Yağmurlar yağdı, ürünler büyüdü ve toplandı. Çarşamba günü vergi memurlarımız vergileri toplamaya gidecekler.'
Burada Mirta söze girdi
'Güneyde bir bölgede fazla yağmurdan dolayı ürünlerin telef olduğunu duydum.'
Eskiden olduğu gibi sultanın tek bilgi kaynağı büyücü değildi artık. Sayra'nın ajanları sayesinde daha sağlam bilgiler ediniyordu. Köse sultanını onayladı
'Evet sultanım. Bize de öyle bir bilgi geldi.'
'O halde güneyde vergi toplanmasın ve diğer bölgelerden toplanan vergilerden derhal oraya yardım gönderilsin.'

Katip sultanın son cümlesini birinci karar olarak karar defterine yazdı.
Günlerden Pazartesi olduğundan fakirlere yardım dağıtılacağını hatırlatan Büyücü hazineden ödenek istedi. Mirta ödeneğin miktarını dörtte bir oranında azalttı. Bu ilk defa oluyordu. Mirta bu konuda gerekçe olarak halkın refah seviyesinin artmasını söyledi. Öyle ya, fakir sayısı her gün azalıyor fakat yardım miktarı hiç değişmiyordu. Bu çelişkiye artık bir dur denmesi gerekiyordu.
Katip ikinci kararı da karar defterine yazdı.
Büyücünün söyleyeceği başka bir şey yoktu. Aslında o büyüyü yapan büyücüyü bulduğunu söyleyecekti ama şu an hiç havasında değildi.
Mirta Sayra'ya döndü
'Senin söyleyeceğin bir şey var mı Sayra.'
'Sultanım. Size yapılan suikast girişiminden sonra ormanda bazı noktalara askerler yerleştirmiştim. Dün gece on kadar burakçılın gündüz vakti batıya uçtuklarını ve gece geç vakit döndüklerini görmüşler. Okların menzilinin dışında uçtuklarından bir şey yapamamışlar.'
Mirta heyecanlanmıştı
'Nereye konduklarını görmüşler mi?'
Büyücünün yüzü bembeyaz oldu. Eğer Mirta soruyu önce sormamış olsa o daha sonra anlamını açıklamada epey zorlanacağı bir heyecanla aynı soruyu sormuş olabilecekti.
'Maalesef Sultanım. Tahsanin'e yaklaştıklarında alçaldıklarını görmüşler.'
Büyücü derin bir nefes aldı.
Mirta generallere döndü.
'Generallerim, bu konu çok önemli. Toplantıdan sonra hemen istediğiniz kadar asker alın. Tahsanin içine girmiş olamazlar. Bu yüzden Tahsanin etrafını karış karış arayın. Onları veya kaldıkları yeri mutlaka bulun. Katip bunu deftere yazma.'
Sayra'nın söyleyeceği başka bir şey yoktu. Mirta generallere, ali hakime sordu. Onların da söyleyecekleri yoktu. Mirta tekrar Sayra'ya döndü
'Orel niye hiç ziyarete gelmiyor? Eskiden sık sık uğrar, bir sultan şerbetimizi içerdi.'
Sayra bu sorunun cevabını vermek istemiyordu aslında.
'Şey sultanım.'
'Söyle Sayra sebebini bildiğin belli.'
'Sultanım geçen yargıladığımız o adamı hatırlarsınız. Hani dünyanın portakal gibi yuvarlak olduğunu söyleyen adamı.'
'Evet, hatırladım o mecnunu.'
'İşte o mecnun Orel'in oğluydu.'
Çok sinirlenmişti Mirta. Ayağa kalktı, sakinleşmek için salonu bir kez turladı.
'Bu nasıl olur Sayra. Orel gibi bir komutana bu utancı nasıl yaşatırsın? Herkesin önünde kahkahalarla güldük. Sen mi tutukladın onu?'
Sayra'nın başı bir çocuk gibi öne eğildi.
'Ben tutukladım sultanım. Hem de Orel'in sarayından gece aldım.'
Mirta bu söz üzerine daha çok sinirlendi
'Toplantı bitmiştir. Herkes dağılsın. Yalnız sen kal Sayra.'
Herkes çıktıktan sonra Mirta Sayra'ya döndü
'Bunu sana Köse mi emretti.'
Cevabı belli olan bir soruydu bu. Sayra'nın mecnunlarla bir problemi olamayacağı açıktı.
'Evet sultanım.'

Bu durumda Sayra'ya kızmak, onu cezalandırmak anlamsızdı. Sonuçta büyücünün emirlerini yerine getirmek onun göreviydi. Mirta sırf deli diye yakılan on yaşındaki Keker'i hatırladı.

'Bu adamı bir türlü anlamıyorum. Bir mecnun bir insanı neden bu kadar rahatsız eder. On dört yaşındaydım Sayra. Generallerden birinin on yaşlarında bir çocuğu vardı. İsmi Keker'di. Deliydi. Beni çok sever, herkes 'Şehzadem' derken o 'Ağabey, ağabey.' der peşimde dolaşırdı. Onu çok severdim. Niye biliyor musun. Çünkü o beni menfaatsiz severdi. O kadar akıllı değildi. Beni sevmenin, bana yakın olmanın ileride ona ne gibi avantajlar sağlayacağını hesaplayamazdı. Ama beni ondan daha fazla seven de yoktu. Bir gün beni odama hapsettiler. Pencereden onun haykırmasını duydum. Kapıda muhafızlar vardı, bırakmazlardı. Pencereden atladım. Odam ikinci kattaydı, o yüzden sadece sol ayağım incinmişti. Odam üçüncü katta olsaydı da atlardım. Sesin geldiği yere seke seke koştum. Çocuğu bir direğe başlamış, yakıyorlardı . Yanarken kaçmasına bile imkan vermemişlerdi. Beni gördü 'Ağabey, ağabey beni kurtar.' diye bağırdı.'

Mirta ağlıyordu. Sayra da göz yaşlarına hakim olamamıştı. Bu Mirta'nın hoşuna gitti. Daha uzun sakallı ihtiyar haklıydı. Kalbinde merhamet olan bu adamı hep yakınında tutmalıydı.

'Kurtaramadım Sayra. Muhafızlar beni gördüler, ateşe koşmama engel oldular ve oradan uzaklaştırdılar. Köse çocuğun karşısına geçmiş yanmasını öylece seyrediyordu. Bir zaman sonra artık yapabilecek hiçbir şey kalmayınca muhafızlar defalarca özür dileyerek beni bıraktılar. Salona koştum, babam oradaydı, Büyücü oradaydı, herkes oradaydı. Büyücüye döndüm 'Ben sultan olunca ilk seni yakacağım.' dedim. Babam bana kızdı. Ben pes etmedim. Bu sefer ona döndüm. 'Sen nasıl sultansın. On yaşında deli bir çocuktan korkan adam sultan mı olur dedim. Şimdi ben sultanım Sayra. O gün suçun büyük kısmı babama ait olmasa büyücüyü yakmasam da çoktan görevden alırdım. Ama suç daha çok babamındı. Güç ondaydı. Hayır dese hiçbir deli yakılmazdı. Bak şu an kimse deli diye yakılmıyor. '

Sayra aslında bu olayı biliyordu. Aslında Tahsan'daki herkes bu olayı biliyordu. Saray salonunda herkesin gözü önünde cereyan eden bu olay dillerden dillere dolaşmış ve herkes yıllarca Mirta'nın sultan olmasını beklemişti.

Mirta'nın söyleyecekleri henüz bitmemişti

'Sayra bundan sonra sen büyücüden emir almak zorunda değilsin. Büyücü senden bir şey istediğinde ister yap, ister yapma. Dolayısıyla yaptıklarının sorumluluğu da sana ait.'
'Emredersiniz Sultanım.'
'Şimdi hazırlan gidiyoruz.'
'Nereye sultanım?'
'Orel'in saraycığına. Tahsan'ın gelmiş geçmiş en büyük komutanı emeklilik günlerinde böyle bir üzüntüyü yaşamamalı. Gidip gönlünü alalım.'

İşte bu Mirta'dan bile beklenmeyecek bir davranıştı. Tahsan daha önce böyle bir şeye tanık olmamıştı. Sultan emekli bir komutanın gönlünü almaya gidiyordu. Görülmüş şey değildi ama Sayra bu durumdan çok memnundu. Çünkü o da çok mahcuptu.
'Emredersiniz Sultanım.'

Yarım saat kadar sonra yola çıkan Sultan ve özel muhafız grubu iki saat kadar sonra Orel'in saraycığına vardılar. Karşısında sultanı gören Orel çok şaşırmıştı. Hayatında ilk defa evinde bir sultan ağırlayacaktı. Sayra ve muhafızlar dışarıda beklerken Mirta üçüncü kattaki salona alındı. Saraycığa ilk kez gelen Mirta duvardaki resimleri ve yerdeki halıyı çok beğendi. Resimlerin çoğunda ana kahramanın Orel olması dikkatini çekti sultanın. Haliyle takılmadan edemedi
'Bu ne tevazu büyük komutan. Tüm Morangiz ordusunu tek başına mı öldürdün?'
Utandı Orel. Saraycıkın inşası bittiğinde bu durumu en çok kendisi eleştirmişti ama artık geçti.
'Saraycık inşa edilirken burada olsaydım kesinlikle izin vermezdim sultanım.'
Yerdeki halı üzerindeki askerleri gösterdi ve
'Asıl kahramanlar bunlardı.' dedi.
Gülümsedi Mirta
'Merak etme büyük komutan. Senin ne kadar mütevazi olduğun herkes tarafından çok iyi biliniyor. '

Askerler salona biri diğerinden daha yüksek olan iki koltuk getirdiler. Mirta koltukların geri götürülmesini söyledi ve salonun dört tarafını çeviren yer minderlerinden birinin üstüne oturdu. Ayakta bekleyen Orel'in de oturmasını rica etti.
İki dost hoş bir sohbete başladı. Mirta konuyu Musta'ya getirerek özür diledi. Olayın tamamen bilgisi dışında geliştiğini, yoksa böyle bir şeye izin vermesinin asla mümkün olamayacağını ifade etti. Orel her ne kadar ceza almamasının kendisini yeterince memnun ettiğini ifade etmişse de bu ziyaretin ve Mirta'nın olaydan haberinin olmadığını öğrenmesinin rahatlattığı ortadaydı. Gerçekten çok memnun olmuştu Orel. Sultanın kendisini ziyaret etmesinden, mindere oturmasından ve özellikle özür dilemesinden. Misafirini nasıl ağırlayacağını bilemiyordu. O an sultanı memnun etmek için diğer kolunu vermeye razıydı.

Aslında buna hiç gerek yoktu. O sırada salon kapısından elinde tepsiyle içeri giren bir cariyenin Mirta'yı memnun ettiği ortadaydı. Gözlerini cariyeden alamıyordu sultan. Orel ağır adımlarla gelen alımlı cariyeye baktı. Sareye elinde büyümüş ve Orel onu her zaman kızı gibi görmüştü. Onun bu kadar büyüdüğünü, bu kadar güzelleştiğini fark edememişti. Ayak bileklerini ve belini sıkıca kavrayan açık mavi Noralya şalvarı üzerine yine mavinin aynı tonunda boğazını örten kısa kollu bir gömlek giyen Sareye taranmış uzun sağları ile gerçekten çok güzel görünüyordu. Ayağındaki açık mavi terlikler bir yetmiş beş olan boyunu bir seksene çıkarmıştı. Sultana saltanat şerbetini sunmak için ondan daha uygun birini Tahsan sarayında bile bulamazdı.

Sareye önce sultanın önünde diz çöktü, başı önde gülümseyerek tepsiyi uzattı . Mirta'nın yapması gereken tek şey tepsideki iki kadehten birini almaktı ama bu uzun sürdü.

Mirta kızı gerçekten çok masum, çok zarif bulmuştu. Gözlerini ondan alamıyordu. Noralyalı olduğu sadece gözlerinden değil, her şeyinden belliydi ama Sueye'den sonra bu kadar güzel ve daha önemlisi bu kadar asil bir Noralyalı kız da görmemişti. Yavaşça kadehi aldı. Sareye tepsiyi Orel'e de uzattı. O da şerbetini alınca kalktı, başı önde dört beş adım geriye doğru gittikten sonra geriye döndü ve ağır adımlarla yürümeye başladı. Sultanın memnuniyetini gören Orel bu memnuniyeti arttırmanın yolunu çok iyi biliyordu. Sareye salondan çıkmadan ona seslendi
'Sareye, kızım mandolinini al da bize bir iki şarkı söyle.'
Sareye tüm vücuduyla efendisine döndü
'Emredersiniz.' dedi ve mandolini almak üzere odasına doğru yine ağır adımlarla ilerledi. Sareye salondan çıkınca Mirta Orel'e döndü
'Bu kız cariye mi hür mü?'
Bu son derece yerinde bir soruydu. Cariyeler varken hür bir kadın hizmet etmezdi. Bu yüzden hür olması ihtimali yok gibiydi. Yalnız cariyeye de benzemiyordu. Boğazını örten bir kıyafet giymesi cariyelerde görünen bir şey değildi. Daha da önemlisi bir cariye için fazla asil ve fazla özgüvenliydi. Orel gülümsedi

'Cariye sultanım cariye olmasına ama ben ona hiç o gözle bakmadım. Sareyeyi kızım gibi yetiştirdim, eğitim almasını sağladım. Benden başka hiç kimseye hizmet etmesine izin vermedim. Misafirlere göstermedim, kendini köle hissetmesini istemedim. Misafir olarak ilk servis yaptığı kişi sissiniz. Sonuçta bir sultana hizmet etmek kimse için kölelik değildir.'
'Peki neden hür bırakmadın.'
'Hür bırakırsam gitmesinden korktum sultanım. Yani bir babanın evlenen kızını kıskanması gibi bir şey bu. Zaten burada yeterince hür. Hiçbir şeyi esirgemem Sareye'den.'

Sareye elinde mandolinle geldi. Saygıyla oturdu. İki şarkı okuduktan sonra sıra sultanlar da ağlar şarkısına geldi. Sesi çok güzeldi ve üç şarkıyı da çok güzel yorumladı. Özellikle sultanlar da ağlar şarkısını çok farklı bir üslupla yorumladı ve Mirtayı ağlatmayı başardı. Şarkı bittikten sonra Sareye'nin yaşlı gözlerle Mirta'ya bakışı Orel'in dikkatinden kaçmadı.

Akşam üzeri değerli misafirini yolcu eden Orel misafirini o an en çok memnun edecek hediyeyi çok iyi biliyordu ama bunu yapamazdı. 'Sultanım, Sareye bundan sonra sarayda size hizmet etsin.' diyemezdi. Bu ayrılığa razı olamazdı. Ayrıca Sareye onun gözünde hürdü. Gönlü olmadığı sürece hiç kimseye hediye edilemezdi. Misafiri gittikten sonra Sareye'nin odasına gitti, kapısını çaldı. Kapıyı açan Sareye'nin yaşı henüz silinmiş gözlerine baktı. Gönlü var mıydı acaba? Birden kendine geldi. 'Gönlü de olsa cariye olarak asla.' dedi kendi kendine, geri döndü hızlı adımlarla merdivenlere doğru ilerledi ve sesli bir şekilde yineledi.
'Cariye olarak asla.'




İhtilal...

Büyücü sarayın ana kapısından çıktı ve on bir basamaklı merdivenin başında durdu. Hava çoktan kararmış fakat Mirta hala gelmemişti. Planın çok önemli bir kısmı değişmek zorundaydı. Nereye gittiğini ve ne zaman geleceğini Ragap da bilmiyordu. Bu normal bir durum değildi. Sultan bir yere giderken saraydaki en yetkili kişi olan büyücü ve o yoksa elli yaşındaki en yaşlı general Ragap'ı yanına çağırır ve gideceği yeri ve gelmeyi planladığı zamanı mutlaka söylerdi. Yoksa Dersan'dan haberdar mıydı. Yok canım. Böyle bir şey mümkün değildi. Zaten bu saatten sonra da yapılabilecek bir şey yoktu. Plan uygulanmalıydı.

Sabah yapılan haftalık toplantıda Mirta'nın büyücüye takındığı herkes tarafından beklenen tavır Köse'nin daha sonra yapmayı planladığı şeyi öne almasını bir anlamda zorunlu kılmıştı. Toplantıdan sonra derhal tebdili kıyafet dışarı çıkmış, Barsa ile buluşmuş ve planı yapmıştı. Daha doğrusu planı Barsa yapmış ve o da uygun bulmuştu. Büyücü saray kapısının karşısındaki saltanat kapısına baktı. Her zaman olduğu gibi dört muhafız kapıda bekliyordu. Elinde içinde lok taşı yanan bir meşale ile merdivenlerden indi, saray bahçesini çevreleyen dört metre yüksekliğindeki duvarların üstünde çok sayıda muhafız ellerinde son derece uzun menzilli tabanca oklarla hazır vaziyette bekliyorlardı. O salakların Mirta'ya burakçalar için saldırmalarının sonucuydu bu tedbir. O gün bu gündür duvarlar üzerindeki muhafızlar arttırılmış ve burakçıllara karşı uyarılmışlardı. Bu da son derece basit yapılabilecek bir işi son derece girift hale getirmişti.

Sarayın güney kısmında saray muhafızları için hazırlanan yatakhane bulunmaktaydı. Gecenin geç saatlerinde nöbeti olan muhafızlar bu saatlerde uyumaktaydılar. Büyücü yatakhanenin pencerelerinden biri önünde durdu ve elindeki meşaleyi üç kez sağa sola salladı. İçeride bulunan muhafızlardan biri bunun anlamını çok iyi biliyordu.

Bir müddet sonra yatakhanede yangın çıktı ve bu beklenmedik yangın anlaşılamayacak kadar kısa bir zamanda yatakhanenin her tarafını sardı. Yatakhaneden çıkmayı başarabilen birkaç muhafız ve bahçedeki muhafızlar derhal ellerine yangın kovalarını aldılar, yangın için hazırlanmış havuzlardan su alarak yangına koştular. Bahçe duvarı üstündeki muhafızlar önce yerlerinden ayrılmadılar. Bu Sultanın emriydi. Asla oradan ayrılmayacaklardı. Ama yatakhaneden gelen haykırışlar arkadaşlarına aitti. Dayanamadılar, onlar da yardım için indiler. Böylece sadece saltanat kapısındaki dört muhafız ve ön duvar üzerinde birkaç muhafız yerinde kalmıştı.Planın birinci aşaması tamamdı.

Saray bahçesinin güney duvarına dış taraftan yerden ve sessizce yaklaşan yirmi burakçıllı haydut üzerinde büyücü tarafından önceden temin edilmiş saray muhafızı üniformaları vardı. Burakçıllar sessizce duvar seviyesine kadar yükseldiler, burakçılların üzerlerinde bulunan muhafız üniformalı Barsa'nın adamları birer birer duvarın üstündeki iki taraftan bir metre yüksekliğinde ince duvarlarla sınırlandırılmış bir buçuk metre genişliğindeki oluğa sessizce indiler. Onarlı iki gruba ayrıldılar ve eğilerek iki taraftan ön duvara doğru ilerlediler. Ön duvar üzerinde nöbet yerinde kalmakla yangını söndürmeye yardım etmek arasında kararsız kalmış birkaç muhafızı sessiz bir şekilde öldürmek muhafız kıyafetli yirmi kişi için hiç de zor olmadı. Aynı şey kapıda Büyücü tarafından yerlerinde kalmalarının gerekliliği konusunda gereksiz bir nutuk dinlemek zorunda kalan dört muhafız için de geçerliydi. Böylece planın ikinci aşaması da başarıyla tamamlanmış ve saltanat kapısı açılmıştı.

Açılan saltanat kapısından Barsa komutasında otuz kadar atlı içeri girdi. Bu sırada Büyücü saltanat kapısında duvarlara çıkan burakçıllı ekibe komutanlık yapan Koral'a yeni görevini vermekle meşguldü.

'Koral Mirta sarayda yok. Her an gelebilir. Hemen ekibini al ve saltanat yoluna pusu kur. Sakın sağ kurtulmasına izin verme.'
'Emredersiniz.'
Bu arada Barsa ve adamları saraya girmiş, yirmi kadar haydut muhafızlarla dövüşürken Barsa ve kalan haydutlar Dersan'ı saray salonuna sokmayı başarmışlardı. Biraz sonra muhafızlarla dövüşten sağ olarak kurtulan on kadar haydut da salona geldi. Salonun ortasına gelen Barsa ve adamları ellerindeki kılıçları yere bıraktılar, ellerini başlarının üstünde birleştirerek diz üstü çömeldiler. Sadece yirmi beş yaşlarında bir genç ayaktaydı. Etrafları bir anda elli kadar muhafızla çevrildi. Muhafızların okları Barsa ve adamlarına çevriliydi. Bir muhafız ayaktaki gence bağırdı.

'Ellerini başına koy ve yere otur.'
Genç yavaş hareketlerle ellerini başına koydu. Gayet sakin, kısık bir sesle
'Oturalım bakalım.' dedi.
Planın üçüncü aşaması da kusursuz bir şekilde tamamlanmıştı. O sırada salona giren Ragap hem çok sinirli hem de çok şaşkındı. Ağır adımlarla salon ortasında teslim olmuş haydutlara yaklaştı
'Bu ne cesaret, bu ne ahmaklık. Siz kimsiniz? Ne için buraya geldiniz? Hangi cesaretle geldiniz?'

Cevap Ragap'ın arka tarafından, salon kapısından geldi.
'Ben çağırdım onları.'
Ragap arkasını dönünce Köse'yi gördü. Bu sözlerin elbette bir devamı olmalıydı ve büyücünün bundan sonra söyleyeceği sözleri tüm salon merakla bekliyordu.
Büyücü ağır adımlarla salonun ortasına ilerledi. Yirmi beş yaşlarındaki genci elinden tuttu, ayağa kaldırdı ve herkesi bir anda şok eden cümleyi bağıra bağıra söyledi
'Sultanınızın önünde saygıyla eğilin.'
Kısa bir sessizlikten sonra Ragap'ın sesi duyuldu
'Ne saçmalıyorsun Köse. Bu sefer gerçekten çizmeyi aştın.'
Büyücü çok sakindi. Ragap'a döndü
'Dersan tahtın varisidir Ragap. Saltanat defterinde bu şekilde yazılmıştır.'
'Dersan mı, o ölmedi mi?'
'Hayır, ölmedi.'
'Nasıl olur?' dedi Ragap şaşkınlıkla.
'Saltanat mezarlığında mezarı var.'
'O mezar Dersan'a ait değil.'
'Buna nasıl inanalım Köse?'
Büyücü kendinden emin gözlerle Ragap'a baktı.
'Yolunu sen de en az benim kadar belirsin Ragap.'
İşte bu gerçekten itiraz edilemeyecek bir cümleydi. Herkes bunun yolunu bilmekteydi. Ragap muhafızlardan birine döndü:
'Çabuk ali hakimi çağır. Saltanat defteri ile birlikte gelsin.'
Bir müddet sonra saltanat defteri ile salona gelen ali hakim saltanat defterinde belirtilen vasıfların mevzu bahis gençte bulunduğunu tasdik etti. Bunun üzerine genç ağır adımlarla tahta doğru ilerlemeye başladı. Ragap son itirazını ümitsiz bir şekilde dile getirdi.

'Yalnız Mirta hayatta olduğu müddetçe kanunlara göre taht onundur.'
Büyücü kanunları çok iyi bilmekteydi. İşte bu yüzden itiraz umutsuz bir itirazdı
'Her bir varisin taht üzerinde hakkı vardır Ragap. Eşit hak sahipleri içinde Mirta öndedir. Gelir, tahtına oturur,'Bir daha Dersan oturamaz.' der ve Dersan da oturmaz. Şu an o yok ve daha önce böyle bir beyanı olmadı. O halde Dersan tahta oturur ve sen de önünde eğilirsin.'

Gerçekten de kanun taht varislerinin tahta oturma haklarını esas kabul etmekte ve bu haktan mahrumiyetlerini asıl hak sahibinin emrine bağlamaktaydı ve en önemlisi asıl hak sahibi olma şartlarını haiz varis bu emri taht üzerinde olduğu bir anda vermesi gerekiyordu. Dersan'ın yaşadığını bilmeyen Mirta'nın haliyle taht üzerindeyken böyle bir beyanı olmamıştı.

Dersan ağır adımlarla tahta yaklaştı, yavaşça tahta oturdu. O anda haydutlar dahil salonda bulunan herkes başlarını saygıyla öne eğdiler. Büyücü eğik başını kaldırdığı gibi salon kapısına baktı. Şu an Koral'ın vereceği müjdeye çok muhtaçtı. 'Mirta öldü.' Elinde Mirta'nın kellesi ile gelse ve 'Bunu büyücünün emri ile yaptım.' dese bile verilecek idam cezası Dersan'ın onayına ihtiyaç duymaktaydı. Ama Koral kapıda görünmüyordu ve bu büyücüyü çok rahatsız ediyordu.

Bu sırada iki yanında sıralanmış kırmızı gece güllerinin ışığıyla aydınlanmış Saltanat yolunda saraya doğru Burakça koşturan Mirta kendisine şerbet sunan ve o güzel şarkıları söyleyen o cariyeyi bir türlü aklından çıkaramıyordu. Ara sıra Sueye'ye ihanet etmiş gibi hissediyor, o an kendinden nefret ediyor, bir müddet sonra tekrar o cariyeyi hatırlıyor ve beyni bu döngü içinde kıvranıp duruyordu. Vücudundan çok beyni yorulmuştu.

Saraya epey yaklaşmışlardı ki Sayra ani bir hareketle Burakçasını durdurdu. Mirta buna bir anlam veremedi.
'Ne oldu Sayra?'
'Bir terslik var Sultanım.'
'Ne gibi?'
'Bu yola yerleştirdiğim adamlar vardı.'
Orada bir ağaç üzerinde inşa edilmiş bir tarafı açık tahta kulübeyi gösterdi.
'Burada bir muhafız olmalıydı. Az önce başka bir gözlem kulübesi de boştu.'

O sırada ilerideki ağaçlardan hışırtılar gelince Sayra bağırdı
'Geri. Geri dönüyoruz.'

Tam geriye dönmüşlerdi ki arkalarından bir anda gelen oklar on beş muhafızı yere serdi. Mirta, Sayra ve kalan beş muhafız saltanat yolunda ters istikamette Burakçaları koşturmaya başladılar. Biraz sonra yukarıdan gelen oklarla iyice şaşkına döndüler. Üç muhafız daha bu oklarla öldü. Burakçıllı haydutlara karşı dövüşmek olanaksızdı, yoldan gidildiği müddetçe kaçmak da. Bunu çok iyi bilen Mirta ağaçlar arasına daldı. Sayra ve hayatta kalan iki muhafız da onu takip ettiler. Mirta bir ara Sayra'nın

'Sultanım, siz kaçın.' diye bağırdığını duydu. Zaten kaçıyordu. Yalnız bu kadar sık ağaçlar arasından burakça ile kaçmak zor oluyordu. Ayrıca burakçıllı haydutların yukarıdan rastgele attığı oklar da sağından solundan geçiyordu. Derken oklardan biri sağ baldırına saplandı ve Mirta acıyla burakçadan aşağı düştü. Etrafına baktı, Sayra'yı veya herhangi bir muhafızı göremedi. Beş dakika kadar yaralı ayakla yürümeye çalıştı ama yapamayacaktı. Bitkindi. Bayılmak üzereydi. Sırt üstü yattı. Acı içinde son kez gözlerini açtı ve bayılmadan önce son olarak
'Daha uzun sakallı ihtiyar. Senin ne işin var burada?' dedi.

09 Haziran 2014 21-22 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar