Yedi İhtiyar Final
Atâ...
Mirta güverteye sağlı sollu bağlı bulunan burakçıllar arasından yürüyerek geminin burnuna vardı. Güvertedeki tüm askerler hazır ola geçip sultanlarını selamladılar. Güneş henüz yeni doğmuştu ve o yine ayaktaydı. On beş gündür yoldaydılar ve hesaplarına göre eğer Toyra gerçekten küre şeklindeyse bu günlerde uçan adaya varmaları gerekiyordu. Uçan adayı görmeyi bir yandan çok istiyor, diğer yandan ise istemiyordu. Hayatında hiç bu kadar zor bir ikilemde kalmamıştı. Fetih gününün ölüm günü olacağını bilmek kötü bir duygu veriyordu.
Ölümden korkmuyordu aslında. Ama geride bırakacakları onu üzüyordu. Tahsan tahtı Dersan'a kalacaktı veya Tahsan sultansız kalacaktı. Sareye sultansız ve sultan Sareyesiz kalacaktı. Sareye'nin söylediği Noralyaca şarkılardan en beğendiğini mırıldanmaya başladı. Geminin suda çıkardığı ses sanki mandolin sesi olarak şarkıya eşlik ediyordu.
O sırada güverteye çıkan Sayra gemi burnuna çok yakın bir yerde durdu. Hayatında ilk defa bir sultandan şarkı dinleme bahtiyarlığına ermişti. Sultanın sesi fena da değildi hani. Utandırmak istemedi. Şarkının bitmesini bekledi. Bitirdiğinden emin olduğunda ağır adımlarla sultanın yanına vardı ve sultan ile birlikte denizi seyretmeye başladı. Bir hüzün hakimdi sultana yol boyunca. Geceleri iyi uyuyamadığı belliydi. Çok çalışmış fakat hiçbir gün ondan erken güverteye çıkmayı başaramamıştı. Her zaman olduğu gibi konuşmayı açan taraf Mirta oldu
'Bu günlerde varmamız gerek Sayra.'
'Evet sultanım. Musta haklı çıktı. Eğer yılan olsaydı şimdiye kadar çoktan karşılaşmamız gerekirdi.'
'Askerler ne diyor bu konuda?'
'Toyra'nın bu kadar büyük olduğuna inanamadıklarını söylüyorlar. Tabi yılanın gazabından da korkuyorlar. Geceleri nöbetçi koymaya gerek yok aslında. Yılan korkusuyla hepsi nöbet tutuyorlar zaten.'
O sırada geminin direğindeki nöbetçi asker
'Aman Allahım, aman Allahım, aman Allahım.' diye bağırmaya, olduğu yerde hoplayıp zıplamaya başladı.
Sayra heyecanlandı.
'Ne oldu, ne gördün?' diye nöbetçiye seslendi ama nöbetçinin nutku tutulmuş gibiydi. Sadece gözlerini ovuşturuyor ve
'Aman Allahım, aman Allahım, aman Allahım.' diye bağırıyordu.
Sayra derhal direğe tırmandı. O da gözlerine inanamadı
'Sultanım müjde, uçan ada göründü.' diye bağırdı.
Güvertedeki askerler tam bir şoktaydı. Birbirlerine baktılar ve
'Uçan ada mı?' dediler ve hepsi geminin gittiği istikamete baktılar ve onlar da gözlerine inanamadılar. Bu gerçekten uçan ada olmalıydı. Aralarında uçan adayı gören olmamıştı ama hepsi de uçan adanın aslında uçmayan, yerinde duran fakat havada asılı durduğundan dolayı uçan ada ismini alan bir ada olduğunu biliyorlardı. Şu an gördükleri ada da suya değmiyordu.
Biraz sonra diğer gemilerde bulunan generallerin burakçılları saltanat gemisinin güvertesine kondular. Generaller sultanı saygıyla selamladılar. Hepsi çok sevinçli, çok gururluydular.
'Tebrik ederiz büyük sultan.' dediler.
Mirta da sevinmişti.
'Derhal büyük küçük tüm gemilere haber salın. Yılan yok deyin ve hazineyi gösterin. İşte hazine.' Dedi, adayı gösterdi ve ekledi
'Yalnız Morangizler bizden önce gelmişler, haberleri olsun.'
Bu gerçekten güzel bir espriydi ve güvertede bulunan herkes kahkahalarıyla bu esprinin hakkını verdiler. Sayra sultanın yüzüne baktı. Hala hüzün vardı. Sultanı çok iyi tanıyordu. Başkalarından saklayabilirdi bu hüznü ama Sayra'dan saklayamazdı. Sultanın emri derhal yerine getirildi. Askerler olan bitene bir anlam vermiyorlardı ama o kadar gözün gördüğünü de akıl inkar edemiyordu. İnkar etmek isteyen bir akıl da olmazdı. Sevinç içinde bağırmaya başladılar. Yol boyunca bir türlü anlam veremedikleri iki dikili direk arasındaki merdivenlerin hikmetini de anlamış oldular bu sayede. Denizin altındaki bir hazineyi almak için yukarı doğru konmuş merdiven çok anlamsız kalıyordu.
Adaya yaklaşmışlardı ki üzerlerine doğru gelen burakçıllı bir asker gördüler. Sayra
'Sultanım, burakçıllı süvarileri göndereyim mi?'
'Hayır Sayra, yakalayamayız. Bırak gitsin.'
On beş dakika kadar sonra ulu çınarın köklerini bile görüyorlardı. Mirta burakçıllı iki gemideki süvarilerin kıyıya uçmalarını emretti. Elli kadar burakçıllı süvari adaya doğru uçtu. Ada seviyesine gelmeleriyle beş altı tanesinin atılan oklara hedef olması bir oldu. Morangizli komutanın haber vermesi sonucu saraydaki burakçıllı süvarilerden bir kısmı batı kıyısına gelmişlerdi. Havada kıyasıya bir savaş başladı. Yer yer ok, yer yer kılıç kullanılıyor, yer yer ada üstünde, yer yer deniz üstünde savaş devam ediyordu. Mirta Karaya binmiş orduyu havadan sevk ediyordu. Tüm burakçıllı süvarilerin havalanmasını emretti. Diğer burakçıllı süvarilerin de katılmasıyla Tahsan ordusu havada üstünlüğü ele geçirdi. Böyle bir saldırıyı beklemeyen uçan ada hazırlıksız yakalanmıştı. Elindeki askerlerden bazılarını savaş için Horas'a göndermiş ve merkezi güçsüz bırakmıştı. O sırada toplam yüz kadar burakçıllı süvari barındıran adanın üç yüzden fazla burakçıl ile baş etmesi mümkün değildi. Yirmi süvari kadar kayıp verince geri çekildiler. Tahsan ordusu da yirmiden fazla kayıp vermişti ama batı kıyısının hakimiyetini ele geçirmişlerdi.
Gemiler birer birer merdivenlerini adaya dayadılar ve piyade askerler hızla yukarı tırmanmaya başladılar. Bu arada tırmanan askerlerden bazıları vücutlarına saplanan oklarla suya düştüler. Oklar adanın alt kısmından geliyordu. Tahsanlı burakçıllı süvariler derhal adanın altına indiler ve oradan yaklaşan yirmi kadar burakçıllıyı püskürttüler. Üç tanesini öldürmeyi de başardılar.
Piyadeler adaya tırmanırlarken burakçıllı süvariler yukarıdan ve aşağıdan vur kaç taktiği uygulayarak saldıran Morangizli süvarileri püskürtüyorlardı. Ordunun tamamı yukarı çıkınca Mirta Karayı ordunun ortasında bir yerde havada asılı bıraktı ve askerlere seslendi
'Askerlerim. Bu gün büyük gün. Biz bu adaya kalıcı olmaya geldik. Bu yüzden bu kadar kalabalığız. Burayı fethetmek kolay ama kalıcı olmak zor. Şimdi gidecek ve onların sarayını alacağız.'
Tüm askerler birlikte bağırdılar
'Yaşasın sultan, yaşasın Tahsan.'
Sultan konuşmasına devam etti
'Ama kalıcı olmak için bu yetmez. Kalıcı olmak için gönül kazanmalıyız. Düşmana karşı cesurca savaşın ama halka ve onların eşyalarına sakın dokunmayın.'
'Yaşasın sultan, yaşasın Tahsan.'
Burakçıllı süvariler yukarıdan, piyadeler aşağıdan ilerlemeye başladılar. Burakçıllı süvariler savaş için gelmelerine rağmen yukarıdan görünen manzara karşısında etkilenmiş ve hatta bu yüzden bir ara üzerlerine gelen Morangiz burakçıllı süvari birliğini son anda fark edebilmişlerdi. Yine birkaç kayıp vererek püskürtmeyi başardılar. Piyadeler ise herhangi bir dirençle karşılaşmadan ada halkının korkulu bakışları ve sağa sola kaçışmaları arasında ilerliyorlardı.
Ulu çınarı da aşıp saray bahçesi sınırlarına gelince sadece burakçıllı süvariler ile değil burçlardaki askerlerle de savaşmak zorunda kaldılar ve hatta bir ara geri çekilmek zorunda kaldılar. Sayra hızlı bir plan yaptı. Piyadelerin tamamını ormanın içinden güney kapısına yönlendirdi. Burakçılların büyük kısmı batı ve kuzey kapısını da içine alan bir yay boyunca havadan toplu hücuma geçtiler.
Sayıca az olan Morangizler saldırıyı karşılamak için mecburen o kapılara yoğunlaşınca yirmi kadar Tahsanlı burakçıllı süvari için güney kapısındaki muhafızları öldürüp kapıyı açmak zor olmadı. Güney kapısından içeri giren piyadeler derhal bahçede, diğer kapılarda ve burçlarda üstünlüğü ele geçirdiler. Bu durumda Morangizli burakçıllı süvarilere kaçmaktan başka çare kalmadı.
Mirta bütün bu olup bitenleri Karanın üzerinde bazen havadan, bazen yerden takip ediyordu. Bir ara havalandığında arkasında kanat sesleri duydu. Döndüğünde on sekiz yaşlarında bir delikanlının yayı gerili olarak beklediğini gördü. Hazırlıksız yakalanmıştı ve etrafında onu koruyacak biri yoktu. Tüm burakçıllı süvariler havada savaşmakta veya güney kapısını açmaya çalışmaktaydı. Şaşırmadı. Bekliyordu zaten.
'İşte Mirta rüyanın haber verdiği olay gerçekleşiyor. Kaderde olanın kazası gerçekleşiyor.' dedi kendi kendine.
Delikanlı tam oku bırakacakken koluna saplanan bir ok hedef saptırdı ve Mirta kurtuldu.. Okun geldiği yere baktı Mirta. Sayra Burakçılı ile acı içinde elini tutan delikanlının üzerine uçuyordu. Belinden kılıcını çıkardı ama sultanın bağırmasıyla vaz geçti.
'Hayır Sayra, dokunma çocuğa.'
Sayra yavaşladı, kılıcını beline soktu. Delikanlının yanına geldi. Eliyle aşağı işaret ederek
'Aşağı in.' dedi.
Delikanlı Tahsanca bilmiyordu büyük ihtimalle ama böyle bir durumda eliyle aşağı işaret eden birinin başka ne gibi bir isteği olabilirdi ki. Burakçılını yere kondurdu, burakçılından indi ve ok saplı elini tutarak beklemeye başladı. Mirta gencin yanına geldi. Hekimin çağırılmasını emretti. Hekim gelince gencin kolundaki oku çıkardı ve yarayı dikti. Bu tedavi sırasında genç acı içinde bağırdı ama yapılabilecek bir şey de yoktu. Mirta gence baktı. Morangiz dilinde
'Adın ne genç adam?' diye sordu.
İyi yetişmişti Mirta. Morangiz dilini çok küçük yaşlarda öğrenmişti. Genç cevap verdi
'Alaksi.'
'Neden beni öldürmek istedin Alaksi.'
'Biz buradaydık. Siz geldiniz, herkesi öldüreceksiniz sandım.'
'Hayır.' dedi Mirta
'Savaşmayan kimseyi öldürmem.'
'Bunu anladım. Ben savaştığım halde öldürmedin.'
Delikanlıya yaklaştı Mirta
'Hadi Alaksi. Evine git. Huzur içinde bekle.'
Alaksi Burakçılına bindi. Mirta'ya teşekkür eden gözlerle baktı ve evinin yolunu tuttu. O sırada Mirta'nın yanına gelen Sayra
'Sultanım, Morangiz sultanının kardeşi ve saraydaki generaller kaçmaya çalıştılar. Generalleri kaçırdık ama sultanın kardeşi elimizde. Saray fethedildi. Kaçanları takip edelim mi?'
'Gerek yok. Sultanın kardeşini odasına alın. Kötü muamele yapmayın. Bir müddet misafirimiz olacak. Bu sayede Horas'ta toplanan ordu artık bize saldıramaz. '
Mirta Sayra'nın gözlerine baktı
'Bu kargaşa içinde nasıl oldu da beni takip ettin?'
'Sultanım günlerdir yüzünüzde bir hüzün vardı. Kötü bir şeyler olacağını hissettiğinizi düşündüm. Savaş boyunca hep sizin yakınınızda oldum.'
Gülümsedi Mirta
'Şimdi söyle bakalım daha uzun sakallı ihtiyar haklı mı çıktı, haksız mı?'
Sayra soruya bir anlam veremedi
'Hangi konuda sultanım?'
'Bana seni hep yakınımda tutmamı söyledi.'
'O zaman haklı çıktı sultanım. Bu gün yakınınızda biri olmasaydı Tahsan sultansız kalırdı.'
'Ama ben seni yakınımda tutmadım ki, sen yine yakınımda oldun.'
Sayra biraz düşündü ve sultana hak verdi. Bu yönden bakınca da daha uzun sakallı ihtiyar haklı çıkmamış oluyordu. O sırada Pulat geldi. Sultana saygıyla selam verdi.
'Sultanım şehirdeki ahaliden bazıları bir ticari gemiye binmiş kaçıyorlar. Bizim askerlerden tanıyanlar Şalam'ın gemisi olduğunu söylüyorlar. Bir şey yapalım mı?'
Mirta kendini tutamadı, bir kahkaha attı.
'Bırak gitsinler Pulat. Bizim ülkemizin tüccarıdır. Onları alır, 'Bu ada artık sizin için emin değil.' der, başka yere götürür, para kazanır. Sonra 'Eminmiş, korkulacak bir şey yok.' der, geri getirir, yine para kazanır. Rızkına mani olmayalım.'
Artık sultanın saraya girme vakti gelmişti.
'Yaşasın sultan, yaşasın Tahsan.' tezahüratları arasında saraya girdi. Morangiz sultanının kardeşi ile görüşüp gönlünü hoş tutmasını, onu bir misafir gibi ağırlayacaklarını söyledi.
Gece kimsenin arkasından gelmemesini tembihleyerek adanın doğu kıyısına uçtu. Ticaret yapıldığından olsa gerek kıyı şeridi hep sağlam taştan yapılmıştı. Ayaklarını denize doğru sarkıtıp oturdu. Biraz sonra daha uzun sakallı ihtiyar gelip yanına oturdu.
Söze Mirta başladı
'Hoş geldin daha uzun sakallı ihtiyar. Geleceğini biliyordum. Bu derdimi sen halledebilirsin zira.'
'Nedir derdin ey sultan?'
Oku hatırladı Mirta
'O ok beni öldürecek sandım daha uzun sakallı ihtiyar.'
'O ok seni öldürecek sandın, çünkü rüyan öyle haber veriyordu. Fetihten sonraki bir ölümü.'
'Fetih oldu ihtiyar. Yoksa fetih günü değil de bu yakın günlerde mi ölüm mukadder.'
'Her nefis ölümü tadacaktır sultan.'
Mirta daha uzun sakallı ihtiyarın gülümseyen yüzüne baktı. İhtiyar devam etti
'Ama bu yakınlarda sana ölüm görünmüyor.'
'Nasıl olur. Bu benim kaderim sanmıştım. Vakti geldi sanmıştım...'
'Vakti geldiği için kaza kaderi bozacak sandın. Bilgin doğru ama eksik ey sultan.'
'Eksiği nerede ey ihtiyar?'
'Atâ nedir bilir misin ey sultan?'
'Hayır ihtiyar, bilmem.'
'Kader ne olacağını yazar, vakti gelir olay olur, yani kaza kaderi bozmuştur. Ama bazen bir şey sebep olur, atâ gelir kazayı bozar. Hüküm değişir.'
'Bunu bilmiyordum ihtiyar. Bunu öğrenmemiştim.'
'İnsan bu dünyaya talim için gelmiştir sultan. Ne kadar şey bilirse bilsin öğrenilecek yeni şeyler bulabilir.'
'Benim atâma ne sebep oldu ihtiyar?'
'Senden bir oğlu olacak bir cariyenin samimi duası, senin sayende babası delilikten alimliğe terfi eden bir çocuğun duası, sen ölünce adil bir sultandan mahrum kalacak halkın duasına eklendi.'
Cariye Sareye olmalıydı. Demek Sareye'den bir oğlu olacaktı. Irmakta kabarcıkları gösteren çocuğu hatırladı ve mırıldandı
'Rüyamda gördüğüm o çocuk. O çocuk mu yoksa benim oğlum olacak?'
'Evet.' dedi daha uzun sakallı ihtiyar,
'O çocuk senin oğlun ve geleceğin Tahsan sultanı olacak. Daha on yaşındayken ışığın asıl kaynağını bulacak çocuk.'
Mirta o gün bu gündür bir anlam veremediği rüyayı şimdi çözmüştü.
'Şimdi bana ne anlatmak istediğini anlattım. Güneş olduğu sürece parlak kabarcık var olacaktı. Yani Allah olduğu sürece kaybettiklerine kahretme. Sueye gider, Allah Sareye'yi verir, bir oğul ölür, Allah bir başkasını verir demek istemişti.'
Daha uzun sakallı ihtiyara baktı. İhtiyar memnuniyetten gülümsüyordu. Sükut ikrardandır.
'İyi ama..' diye itiraz etti Mirta
'Ben bu rüyayı daha önce gördüm. Bu durumda atâ benim ölüm hükmümü bozmuş ve doğacağı ölüm hükmünden önce belli olan bir çocuğun doğmasını mümkün kılmış oluyor. Oğlum olacağı belliyse zaten bu gün ölüm olmayacaktı. O halde bu atâ hangi hükmü değiştirdi ?'
İhtiyarın takdirkar gözleri soruyu ne kadar beğendiğini gösteriyordu.
'İki tane kader levhası vardır sultan. Levhi Mahfuz , Levhi Mahv ve İspat. Levhi Mahfuz her şeyin yazılı olduğu değişmez levhadır. Levhi Mahv ve İspat ise Allah'ın yazar bozar levhasıdır. Orada yazılan şey belli durumlarda silinebilir.'
'Anladım ihtiyar.'
'Neyi anladın ey sultan.'
'Ne kadar az şey bildiğimi anladım.'
'Asıl anlaman gerekeni anlamışsın sultan.'
Mirta çok sevinmişti. İhtiyara döndü
'Demek bir oğlum olacak. Demek Tahsan tahtı sultansız kalmayacak.'