Yemekteyiz
Ben asgari ücretle çalışarak Beylerbeyi'nde bir villada oturan ve her yaz Bodrum'da veya Çeşme'de tatilini geçiren mutlu bir insanım. Yemek yapmayı da yemeyi de çok severim, tabii bulabilirsem. Allâh'a şükür can sıkıntısından başka derdim yok. Yetersiz beslenmeden dolayı zarafetli bir zafiyet geçirip hastane kapılarında aylarca sürünmemi saymazsak bedenen sağlığım çok iyi mâşallâh. Bazen de ayaklarımda biraz üşüme hissetsem de bundan sağlığım değil yırtık ayakkabılarım sorumludur. Neyse böyle ufak tefek şeyler ile uğraşmayalım çünkü bu dünyada açlıktan, parasızlıktan, işsizlikten ve faili meçhul bir şekilde öldürülmekten daha önemli olaylar da var. İşte bende böyle önemli konular ile ilgilenmek için bir süre; madem ekmeğim yok yemeye bâri pasta yiyeyim düşüncesiyle, kelekteyiz ayyyy pardon yemekteyiz yarışmasına katılmaya karar verdim...
Elemelerden ve sözlü mülakattan da başarılı bir şekilde geçtikten sonra hemen hazırlıklara başladım. İlk önce bit pazarından giyebileceğim güve desenli elbiselerden oluşan oldukça güzel bir kreasyon hazırladım kendime. Sonra evdeki tabakların en az kırık olanlarını misafirlerime ayırıp önceden halının üzerine koydum. Aslında masaya dizmek isterdim ama masanın bir ayağı yok. Eğer çiviyle tutturabilirsem ne âlâ tutturamazsam muallâ'dan facia. Her neyse baktım olmuyor yere bir gazete sererim mis gibi, bir iki minder... Ortaya da bir gaz lambası koydum mu tamamdır bu iş... Şimdi neden mum değil de gaz lambası diyenlere hemen söyleyeyim, mumun kokusundan rahatsız oluyorlar diye. Ben misafirlerim için her şeyi düşünürüm, onların sağlıklarına hijyen olmak için canımı bile veririm. Parktan ya da yakındaki mezarlıktan biraz da çiçek yolar salça kutusuyla koyarım ortaya, ohh al sana krallara lâyık vezirlere nâzır dizlere nasır saltanat sofrası...
Ve...
Nihayet ilk yemek gecesi geldi çattı. Turuncu pantolonumun üzerine kırmızı çilekli mavi bluzumu giydim. Ayağıma yeşil ayakkabıları geçirdim derken sarı fuları da boynuma taktıktan sonra mor şapkamı kafama geçirip ya bismillâh deyip yola koyuldum. Evin kapısına vardığımda dilim yorgunluktan iki karış dışarıya sarkmıştı. Eee kolay mı , tâ Beylerbeyi'nden Kadıköy'e yürümüştüm. Aslında taksiye binip gidecektim ama düşündüm yaa boşver spor yapa yapa git be anam deyip yürümeye karar verdim.
Merdivenleri çıkmak yürümekten daha zordu inanın. Kırmızı halı serilmiş basamakların her yerine nâh eşşek kadar mumları dikmişler tutuşup kül olmadan çıkabilene Oscar ödülü verecekler nerdeyse. Zar zor engelleri aşıp yemek masasına çöktüm... Derken sohbet koyulaştı. Basurluların kuruluş tarihi tartışılırken evsahibesi de yavaş yavaş yemekleri masaya taşımaya başladı. Bizler çorbamızı bıçakla kesip kesip yerken şetafet hanım birden ayağa kalktı ve Latince bir müzik eşliğinde kuşdili makamında şarkı söylemeye başladı. Bir yandan da dans ediyordu. Dans ve şarkı güzeldi hatta karga filarmoni orkestrası tarafından da beğenildi ama ahhh be şetafet hanım yerdeki halının Anadolu desenlerine uydu mu şimdi bu ses... Vallâhi yakıştıramadım size hanımefendi. Üstelik ana yemek biraz fakirce hazırlanmış gibi geldi bana. O ne öyle, bir tepsi kuzu pirzolası yanında kalp şeklinde kesilmiş patates kızartması ve rendelenmiş havuç sotesi. Hani cetvelle çizsen bu kadar birbirine denk kesilip de kızartılmış patates göremezsiniz. Teker teker ölçtün mü be mübarek kadın. Yalnızca birkaç tanesi diğerlerine uymadığı için solumda oturan vida gevşetme ustası Şemsettin bey cebinden cetvel çıkartıp kızarmış patatesleri teker teker ölçmeye başladı... Kısa olanları tabağın kenarına ayırdı. Bu olayı gören Şetafet hanım sinirle bağırmaya başladı. Kafayı üşütmek üzereydim. Hele yanımdaki kırmızı kravatlı hanımın yanlış çatalla kuzu etini tutması beni iyice delirtti. Olur mu ya olur mu... Yapılır mı böyle bir hata... Dana eti bıçağıyla kuzu eti kesilir mi... O kadar kınadım kiii tabağıma dokunmayarak isyanımı haklı olarak protesto ettim ben de. Neydi o yemeklerin hâli, görüntü var tat yok. Üstelik şehriyenin şekli çorba kasesinin çiçekli kıvrımları ile hiç uyuşmamış. Böğğğ midem bulandı. Tuzluk tabağımın soluna konmuş, birinci kaşık dördüncü çatalın yerine konulmuş. Kaşığım tabaktan bir buçuk santim uzakta durmuş. Kişi başına düşen gayri safi milli bardak sayısının hasıla fazlalığından dolayı kimse kendi bardağından içme şerefine nail olamadı zaten. Peçetelerin rengi havuçların rengiyle aynı olması midemin bulantısını iki kat daha azdırdı. İşte sırf bu yüzden bir çatal havucu yerken az daha kusacaktım. İğrençti. Daha doğrusu canlı canlı yaşanan tam bir kâbus...
Durun durun en önemlisini söylemedim daha. Vitrindeki biblonun birinde karınca büyüklüğünde bir çizik vardı hatta karşımda oturan Hüplettin bey de gördü. Ama çaresizce susmaktan başka bir şey gelmedi elimizden. Offf ya çok berbat bir geceydi. Domatesler kırmızıydı üstelik henüz yeni çerilikten çeri başılığına terfi etmemişlerdi. Patatesler nişastalı, biberler yeşildi. Musibet hanımın saç rengi masa örtüsüne de hiç uymamıştı. Duvarda ki yağlı boya tablo hakiki yağdan yapıldığı için Hüplettin beyin alerjisi kabardı. Yazık değil mi bu insanlara. Neden sağlıkları ile oynuyorsun Şetafet hanım. Madem öyle girmeseydin bu yarışmaya. Ayrıca tuz çok tuzlu, yağ çok yağlı su da çok suluydu. Ayranın da yoğurttan çırpılmış olması ortalığın iyice gerilmesine sebep olmuştu. Ayrıca Çerkez tavuğunun Abaza çıkması sonucu az daha üçüncü dünya savaşı çıkıyordu ki... Sağımda oturan ilkokul mezunu profesörün yardımıyla bu kargaşa da hemen halledildi. Eeeee ne de olsa kendisi son burmeymiş aslı gurme ama herhalde kültürü sürçtü. Yıllardır salatalara koyduğumuz nar ekşisinin aslında nar eşkisi olduğunu öğrendim ya. Artık kırk kere kırk yıl sövgülerimi esirgemem kendisinden. Ayrıca domuz gribine yakalanıp ta son anda direkten dönen yüz kiloluk manken Müptela hanıma yapılan o mükemmel espri inanın muhteşemdi. Vallâhi gülmekten karnıma böreklere pişerken açılmasın diye saplanan sonra da unutulan kürdanlar battı desem yeridir. Espriyi yapan Musibet hanım ki ben ona cuk hanım diyorum aynen şöyle dedi:
-Müptela hanımcığım, geçmiş olsun gribi atlatmışsınız ama domuzluğu sizde bâki kalmış galiba...
Bu espri gecenin tüm hatalarını sildi süpürdü. Hatta millete küftenin yani köftenin kıymadan yapıldığını, ekmeğin undan yoğrulduğunu bile unutturmuştu. Ama tatlı servisinde neredeyse katliam çıkıyordu. Ev sahibi tatlı tabaklarının anneannesinin anneannesinin anneannesinden kalma olduğunu önceden bize söyleseydi daha dikkatli olurduk, yanlışlıkla tuz konulan tatlıyı çatalla değil elimizle yerdik. Eşeklik bizde vesselam, eskiden çatal mı vardı kardeşim. Daldır parmaklarını avuçla tabaktakileri ağzına tıka. Ne vardı böyle görgüsüzlük yapacak. Allâhtan tam o anda gelen müjdeli bir telefon bu krizi de başarı ile atlatmamıza neden oldu. Zira yetmişlik evsahibesi hanımın dedesinin dedesinin dedesinin baba oldum diyen müjdeli sesi olası bir cinayeti önledi, şükürler olsun bir de yemek uğruna ya şehit ya da şahit olacaktık az daha. Salatalara kimse dokunamadı nasıl dokunsun ki Rus salatasına Amerikan hıyarı doğranmış, İtalyan salatasına vefa sirkesi sıkılmış. Limonlar mutfakta birbirlerine harakiri yapıyor. Yemek masasının altında homurdanarak yalanan iki kedi bizden önce verecekleri puan için birbirlerini tırmalıyor yani tam bir curcuna yaşanıyor. Düriye hanımın içmek için istediği sebze de bir türlü sofraya gelmeyince o da güğümlerini cebinden çıkarıp milletin kafasına atmaya başlamaz mı. Aksilik bu ya daha tadına bile bakamadığımız balık şakşuka tabağı yere yuvarlanmaz mı. Tablo görülmeye değerdi eğer Leonardo Da Vinci görseydi eminim Mona Lisa'dan önce bu manzarayı çizerdi yemin ederim. Derken derin bir oh çekip masadan kalkıp kendimize oturacak koltuk aramaya başladık bu sefer de. Herkes kıyafetinin rengine ve şekline göre koltuk bulmak için deli tavuklar gibi bir oraya bir buraya, bir o koltuğa bir diğer koltuğa prova yapıp durdular. Nihayet iki saat sonra oturacağımız koltuklar gönüllü bir teşrifatçı tarafından ayarlandı da, kaselerimiz minder yüzü gördü. Yani anlayacağınız tam bir trajikomedi. Ağlanacak halimize mi gülsem yoksa gülünecek halimize mi ağlasam bir türlü karar veremediğim için çaresizce sustummm...
Neyse...
Koltuk savaşını da yara bere almadan atlattıktan sonra gecenin sürprizini beklemeye başladık. Müptela hanım mutfağı kontrol edemedim diye zırıl zırıl böğürürken, evsahibesi elinde tepsi hepimize çimen kalmadığı için harman suyu ikram etti ardından harman dalı müziği eşliğinde acaba daha neler olacak diye beklerkennnn. Evin kapısı birden açıldı ve... Gecenin unutulmaz sürprizi ile şok olduk. Eyvahhh eyvahhh. O da ne? Aman Allâh'ım sen bizleri koru... Evin gerçek sahipleri seyahatten ansızın dönmez mi... Çığlıklar bağrışmalar gırla gırgırla, sinirler tandırda... Birisi tez elden haber versin Yalova kaymakamına da gelip yardım etsin kameramana. Manzara görülmeye değerdi. Kimisi balkondan atladı, kimisi camdan uçarak çıktı... Ama en akıllıları bendim. Beni kimse göremedi çünkü köşede heykel gibi durdum. Beni bir sanat eseri sanmaları zor olmadı. El ayak çekildikten sonra kapıdan çıkarak evime geldim. Verdiğim puanı mı merak ediyorsunuz hemen söyleyeyim. Yüz üzerinden yüz kere yüz karası. Daha yüksek puan vermek isterdim adapsız haşaratlara ama onlar bu fazla puanı adab-ı muaşeretlerine övgü sanırlar da benim de iyice tepem atar.
Yarın gece sıra bende. Bakalım bizim yemekte neler olacak. Menümü hazırladım. Muhteşem bir sofra olacak.
Menüm aynen şöyle:
BAŞLANGIÇ:
Kuş gribi aşısı kuyruğundan kaçmış tavukların etinden yapılmış Denizli doğumlu çilli horoz ibiği çorbası.
ARA SICAKLAR:
Dumansız sigara böreği yanında kankası puro çöreği ile aromalı pipo dürmesi.
Avcı böreğinden korkmuş bir ceylanın paçalarına saklanmış paçanga krep firarda.
İncir çekirdeği içinde çikita ayva soslu bamya sotesi.
Üzüm dolması.
Rus taklidi yapan Amerikan salakası.
Keriz usulü kerevizli kerevit tuzlamasında can cekişen kerata karetta kızartması.
Haydari rahmetli olduğundan yerine kardeşi baytari soslu meze yani süzme.
ANA YEMEK:
Servisten iki dakika önce raporu onaylanmış patlıcanlardan yapılan imam bayılmadı narkoz nerde kaldı döşemesi.
Sandık kebabının içine sığınmış angus komodin fomadin zigon pandomim.
Balina etine sarılmış terbiyeli antrikotlu kalamar kokoreç yahnisi.
Çengelköy ikametgâhlı muhtardan onaylı hıyarlı pilav.
SALATA:
Uydur uydur ebegümeci salatası.
TATLI:
Tereyağında kızartılmış buzlu dondurma ve kremalı hindi göğsüne saklanmış tavuğa küskün sumak soslu ördek yavrusu göğsü.
Vakit kalırsa eğer kedi patili tramisinli tiramisu.
SÜRPRİZ:
Adı üzerinde sürpriz söylenir mi? Hadi siz yabancı değilsiniz bilmenizde herhangi bir sakınca yok. Gecenin sürprizi olarak evde içecek ayran olmadığından onları büyük bir ihtimal tahtırevan ile güzel bir tura çıkartacağım...
Çıkmak istemeyenler olursa onlar da oturur evde yedikleri haltları temizleyerek oyalanırlar sanırım. Tabiii daha önce bizim gecekondu üstlerine çökmezse. Allâh'tan eve girmeden önce kafalarına takmaları için galoş vereceğim o yüzden beyin kanaması olma ihtimalleri kesinlikle olmayacak. Zaten olmayan bir şeyin de kanaması olmayacağından böyle bir sorun da otomatikman ortadan kalkacak.
Artık uyumam lâzım dostlarım zira bu yemekleri rüyamda yaparken çok yorulacağım çooooooooook....Hani eskilerin dediği gibi; Tencerenin kapağını açmadan ne piştiğini anlayamazsın...Kokunun markası burunların modeline uymaz...Velhasıllll.....Uzun sözün kısası;
Kıssadan hisse alamayana,hisseden asla pay düşmezzzzz...
Düşse de hayr etmezzzz......
Hayr etse de uzun sürmezzzz.......
Uzun sürse de görmeye aha bu garibin ömrü yetmezzz vallâh yetmezzzz.....
Bu şirin hicivden sonra hisse alacaklarına eminim.....😊
Çok çok teşekkürler değerli yazarım. Benim de arzum bu, insanların sahip oldukları nimetlere şükretmeleri ve ekmeklerin çöplere atılmaması. Ama gördüğüm manzaralar maalesef tam tersi...
Zaman ayırıp okuduğunuz ve yorum yazdığınız için ayrıca teşekkürlerimi bir borç bilirim.
En derin selam,saygı ve dualarımla...
🙂
Öncelikle,yazımı günün öyküsüne lâyık bulan tüm seçki kuruluna çok teşekkür ederim.
Herkese en derin selam,saygı ve dualarımla...
🙂