Yemin Töreni
Enver ve eşi Keriman Hanım, oğulları Kemal'i askere göndereli tam 35 gün olmuştu. Kokusu burunlarında tütüyor, hasretinden burun kemikleri sızlıyordu. Ama yapacakları bir şey yoktu. Her vatan evladı gibi Kemal'de askerlik görevini yapacaktı. Enver ve Keriman çifti oğullarına kına yakarak, davul zurna eşliğinde askere göndermenin gururunu taşıyordu. Onlar gururlanmasın da kimler gururlansın, Enver askere giderken ellerine kimse kına yakmamış, arkasından kimse el sallamamıştı. Çünkü Enver annesini daha altı aylıkken kaybetmiş, üvey anne elinde büyümüştü. Yüzü hiç gülmemiş. On altı yaşında babasını da kaybedince üvey kardeşleri ile aralarında var olan anlaşmazlık iyice artmış; Beykoz'da bulunan hemşerilerinin yanına gitmek zorunda kalmıştı. Kiralık bir ev bularak yerleşmişti. Burada bir çay ocağında çaycılık yaparken, tanıştığı ihtiyar babacan bir adam sayesinde Beykoz Şişe ve Cam fabrikasında işe yerleşmişti.
Enver çevresinde temiz, namuslu, çalışkan biri olarak bilindiğinden o semtin ileri gelenleri Keriman ile onun evlenmesine yuva kurmasına yardımcı olmuşlardı. Keriman'da anne ve babasını çocuk yaşta kaybetmiş; çocukları olmayan orta gelirli bir aile tarafından evlatlık alınarak büyütülmüş; telli duvaklı gelin edilmişti.
Öksüz ve yetim olarak büyüyen Enver ve Keriman çiftinin oğulları Kemal'in yemin törenine üç gün kalmıştı. Keriman Hanım törene gitmeleri için Enver Bey'i ikna etmeye çalışıyordu. Sonunda başardı, zaten Enver Bey'de gitmeyi çok istiyordu. O da oğlunu, yemin töreninde gururla seyretmek, 'işte benim oğlum' diyerek orada haykırmak istiyordu. Ama nedense gideceğim kelimesi boğazına düğümleniyor, bir türlü sesli olarak gidelim diyemiyordu.
Sonunda gitme kararı dillendirilmiş, hazırlıklara başlanmıştı. Enver Bey arabasının bakımını yaptırmak için servise gidince Keriman Hanım oğluna götürmek üzere pasta ve böreklerin yanı sıra yaprak sarması da (Kemal'inin en sevdiği yiyecek olması hasebiyle) hazırladı. Sabah yola çıkacakları için Enver Bey erken yatmıştı. Keriman Hanım hazırladıklarını tek tek gözden geçirdikten sonra arabaya kendi elleriyle yerleştirdi.
Enver Bey ve karısı Keriman Hanım her yolculuklarında olduğu gibi sabah ezan sesiyle uyandılar; namazlarını kıldıktan sonra Bismillah diyerek arabalarına bindiler. İstikamet oğullarının vatani görevini yaptığı Balıkesir'di.
İstanbul'dan yola çıkalı hayli zaman olmuş; Enver Bey'in yorulduğunu hisseden Keriman Hanım en yakın dinlenme tesisine girmelerini ısrarla istemişti. Enver Bey karısını kırmadı zaten kendisi de yorulmuş uygun bir yer bulunca mola vermeyi düşünüyordu. Enver Bey, dinlenme tesisinde peş peşe iki çay içtikten sonra arabasının koltuğunu geriye doğru yatırıp uzandı. En az yirmi dakika kadar uyudu. Uyku sersemliğini üzerinden atmak ve abdest tazelemek için lavaboya gitti. Tekrar yola koyuldular. Yol geçmişi hatırlamak, gelecek planlarını kurmak (evlendirmek, torun sevmek gibi oğulları üzerine kurulmuş bir dolu hayal) için hayli uzundu.
Bursa'yı geçip Balıkesir İl sınırları içine girmişlerdi. Varış yerine kilometreler azalıyordu azalmasına ama bizimkilere yol bitmek bilmiyor uzadıkça uzuyordu. Enver Bey dikkatli ve kurallara uyan bir şofördü. O gün de (her ne kadar oğul özlemi yüreğinde kor olmuşsa da) uyması gereken bütün kurallara uyarak yoluna devam ediyordu. Maalesef sizin doğrularınız başkalarının yanlışlarına engel olamıyordu. Karşıdan gelen kamyon bir anda hayatta ve yolda kimsenin hakkını gasp etmeyen Enver Bey'in yoluna geçmişti. Enver Bey çarpışmamak için bir anda kırdığı direksiyonu bir daha toparlayamadı. Yoldan çıkarak en az 40 metrelik uçurumdan dereye yuvarlandı. Arabanın takla atarak uçması esnasında Enver Bey ve Keriman Hanım arabadan fırlamışlar. Araba uçurumdaki kayada asılı kalmış. Keriman Hanım ve Enver Bey'in cesetleri geçmiş hayatları gibi paramparça vaziyette derenin dibine batmıştı. Enver Bey'in arkasından gelen araçlardan kazayı fark edenler durup yardım etmek istediler. Kaza mahali uçurum ve dik kayaların hâkim olduğu bir yer olduğundan yardım etmek imkânsız gibi bir şeydi. Velhasıl ölümleri de çocuklukları gibi zor şartlarda olmuştu.
Olay yerine toplananlar kendi aralarında tartışıyorlardı.
-Polisi arayıp kazayı haber verelim.
-Sadece polis olmaz, 112 Acil Servisi de arayıp haber verelim.
İçlerinden birisi ben hem polise hem de 112 Acil servisine haber verdim derken acil servis aracı acı acı siren sesiyle olay yerine geldiler. Acil görevlileri kazazedelerin bulunduğu yere nasıl inmeleri gerektiği yönünde etrafa göz atarken poliste olay yerine yetişti. Yürüyerek inmek imkânsızdı. Görevli sordu:
-Nasıl inelim.
Polis Memuru cevap verdi:
-Arabada ki ipi getirin diyerek önce ipin bir ucunu yol kenarında bulunan ağacın gövdesine sıkıca bağladılar, diğer ucunu da beline bağlayarak sarp kayalık yamaçtan profesyonel bir dağcı gibi aşağıya indi. Uzun uğraşlar sonucunda önce Enver Bey'e ulaşıldı. Nabzı tutuldu, nabız atmıyordu. Polis memuru bu anları sevmiyordu; kendi kendine ölmüş diye mırıldandı. Etrafına baktı az ileride Keriman Hanım yatıyordu. Onunda nabzını tuttu o da ölmüştü. Başını kaldırdı ve yukarıdakilere,
-'Her ikiside Eks olmuş' dedi. Ancak kesin karar için doktorun muayenesi gerekeceği için doktorun aşağıya inmesi beklendi. Polis memuru gibi Doktor Bey de beline ip bağlayarak aşağıya indi. Polis memuru kazazedelere ait eşyaları etraftan toplarken, kazazedelerin kimliğini tespit edebilmek için çalışıyordu. Bulabildiklerini bir araya topladı ancak kazazedelerin kim olduklarını bildirir bir belgeye rastlayamadı. Arabaya doru tırmanırken küçük bir cep defteri buldu. İçini açtı tek tek sayfalara bakarken birden 'oğlum Kemal' in adresi ve telefonu' yazılı notu buldu.
Adres: Kemal Gören
Piyade Alayı 1. Bölük 5.Tabur
Tel.0 ... 512 11 48 santral Balıkesir.
Polis Memuru orta yaşlarda, meslekte hayli tecrübeli birisiydi. Nasıl haber vereceğini düşündü. Alay komutanını arayıp durumu bildirmeye karar verdi. Telefon numarasını çevirdi. Santral memuruna:
- 'Alo ben trafik polisi memur Mustafa, Bölük Komutanınızla görüşebilir miyim?'
-'Konu neydi?
-'Bölükte bulunan bir asker ile ilgili.'
-'Bir dakika ayrılmayı diyerek; komutana durumu arz ettikten sonra telefonu bağladı. Polis memura:
-'İyi günler komutanım, Bölüğünüzde olduğunu tahmin ettiğimiz Kemal Gören'in ailesi ile ilgili haber vermek istiyorum. Şayet bölüğünüzde ise ve aradığımız kişi ise sizden yardım istiyoruz. Komutan:
-'Kemal Gören benim Bölüğümde'.
-'Anne ve babası Balıkesir İl sınırında şahsi arabalarıyla kaza yapmışlar. Her ikisi de maalesef ölmüşler; cesetleri şu an Balıkesir Devlet Hastanesi Morgunda'
-'Elbette ama ...........' dedi komutan ancak polis memuru anlamadı; 'İyi günler komutanım' diyerek telefonu kapadı.
Bölük Komutanı biraz düşündükten sonra, önce revir doktorunu çağırdı, durumu anlattı ve sonra da Er Kemal Gören'i çağırdı. Kemal korkmuştu; nede olsa acemi askerdi, acaba ne yanlış yapmıştı. Kapıyı çaldı, bir topuk selamı verdikten sonra,
-'Emret komutanım' dedi. Komutan:
-'Otur evladım, Annen ve Baban yemin töreni için yanına gelirken yolda kaza yapmışlar ve yaralanmışlar' dedi.
Kemal kaza kelimesini duyar duymaz olduğu yere yığıldı. Revir doktoru olası duruma karşı hazırlıklıydı. Kemal'i kucakladı, kanepeye yatırdı; ilk müdahaleyi yaparken ambulans geldi. Kemal'i sedyeye koyup ambulansla doğru hastaneye götürdüler. Gerekli müdahale yapıldıktan sonra psikiyatrist çağrılarak hastanın kendisine gelmesi beklendi. Kemal bir müddet sonra ağlayarak uyandı. Bir müddet daha sonra iyice kendine gelen Kemal'e psikiyatrist 'anne ve babasının öldüğünü' kurduğu uzun cümlelerin içinde söyledi. Kemal'in durumu kabullenmekten başka çaresi yoktu. Komutanları cenaze işlemlerini yaparken Kemal de anne ve babasının tabutlarına sarılmış; gözyaşları içinde 'sizler yetim büyüdünüz; beni de yetim bıraktınız' diye ağlıyordu.
............................................................................................
Cenazeler İstanbul'a getirilip defnedildikten ve insanlar ayrıldıktan sonra Kemal mezarın üstüne bir bidon su döktü ve başuçlarında duasını okuyup; her ikisine hakkını helal etti. Onlardan da helallik isteyerek mezarın başından ayrıldı. On adım gittikten sonra geri döndü; hasret ateşi mezardan uzaklaştıkça artıyor; yaktıkça yakıyordu. Eskiler acı küllendikçe artar demezler miydi, öyleyse bunun acısı hiçbir şeye benzemeyecekti. İnsanoğlu büyüse ana babaya muhtaçtı. Şimdi kendini yapayalnız hissediyordu. Koşarak anne ve babasının mezarlarının arasına ( karı koca yan yana gömülmüştü) biraz daha annesine yakın, vücudu embriyo halini almış şekilde yattı. Şu cümleler boğazında düğümlenerek çıktı:
-'Sevgili anneciğim, Sevgili babacığım sizler yetimdiniz ama birbirinize dayanarak ayakta duruyordunuz. Ben kime dayanıp ta ayakta kalacağım. Beni yalnız, yetim, öksüz bıraktınız'.
Ben çok beğendim.Bir o kadar içim acısa da.Mezar acısını iyi bilen birisi olarak etkilenmedim desem yalan olur cümlelerinizden...
Allah tüm ana ve babalara uzun ömür versin.
Fevzi Bey, harika bir öykü, yemin ederim ağlayarak okudum. İnan bana süper. Aklına, beynine, yüreğine sağlık.