Yeşil Mendilli Manal
Latifa uyuyor. Ben yine derin dünyalar alemine dalmakla meşgulüm. Latifa’nın kerpiç evinin penceresini hafif aralayarak içeride bir yaz akşamının serinliğini hissettikten sonra gözlerimi gökteki parlak yıldızlara dikmiş, ilerde tarih öğretmeni oluşumun hayalini kuruyordum. Latifa her zaman hayalperest olduğumu söylerdi. Haksız da sayılmaz. Lakin benim tek amacım ülkemizin yakın tarihteki kaosa neden maruz kaldığını, bu ülkedeki her kız çocuğu gibi öğrenmek ve öğretmek istiyordum. Kadınların dünyadaki cehennemi olan ülkemin. Bu olgu artık yıkılmalıydı.
Latifa ve ben her çocuk gibi Kabil’in sokaklarında koşup oyun oynamak isterdik lakin bizim bir hedefimiz vardı. O da ülkemizin üzerine gece gibi çöken bu karanlığı aydınlığa çıkarmak. Bunun için ise tek yol çalışmaktan geçiyordu.
İkindi vakti geçer geçmez Latifa’nın evine gelmiştim. Birlikte biraz tarih kitaplarını karıştırıp, merkez pazarından satın aldığımız Hint basımı matematik kitabını incelemeye koyulduk. Latifa da benim gibi öğretmen olmak istiyordu. Onun hayalindeki bölüm ise matematikti. Sırf matematik aşkı yüzünden bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri mahalle pazarında satar, kazandığı para ile de Hint basımı matematik kitaplarından alırdı.
Saat akşam dokuz. Bu kerpiç evin hafif aralıklı penceresinden dışarıda saklambaç oynayan çocukların cıvıl cıvıl sesleri geliyordu. En sonunda Latifa’nın da uykusu bu seslerden ötürü bölündü. Uykulu gözlerle bana bakan Latifa “herkes bizim gibi çalışmaya ve ilerlemeye çalışsa, yanı başımızda patlayan bomba sesleri olmazdı” diyerek tekrar uykuya daldı. Çok haklı bir isyandı bu. Canım ülkem radikal terörizmin elinde düşmüş, günden güne de kan kaybediyordu. Radikal güçler, ülkenin neredeyse tamamını ele geçirmişti ve Kabil’in düşmesi an meselesiydi.
Yetişkinler oldukça tedirgin ve kaygılıyken, çocuklar ise hiçbir şeyden habersiz bir şekilde sokaklarda oyun oynuyordu. Sanırsam Latifa ve ben hariç.
Tarih kitabımın buruşuk sayfalarında geçmişin izlerine dokunurken saatin gecenin 12’sine geldiğini fark etmemiştim hiç. Ta ki Latifa tekrar uyanıp beni uyumaya ikna edene kadar. Okumanın yorgunluğuna yenik düşen gözlerim daha fazla dayanamadı. İçi samanla karışık yün dolu yer yatağında yatan Latifa’nın diğer ucuna kıvrılarak uykuya daldım günün sonunda.
Sabah uyanınca bu fakirhanede iki yudum çay ile kahvaltımızı yaptık. Eşyasız bu evde az biraz ev işini hallettikten sonra kitaplarımızı tekrar karıştırmaya başladık. Güneş tepeyi aşmıştı lakin bugün bir tuhaflık vardı bu şehirde. Fırtına öncesi sessizlik misali. Çocuklar sokaklarda oynamıyor, kapımızın önünden seyyar satıcılar geçmiyor, her akşam kuru ekmek ile beslediğimiz kedi dahi yoktu ortalıklarda. Tüm bunların nedenini sorgularken iç dünyamda, birden bağrış ve kargaşaya tanık oldum. İnsanlar amansız bir panik içerisinde birbirleri ile konuşuyorlardı. Hayır aklıma gelen olmasın dedim içimden. Latifa ile hemen dışarı koşarak komşumuzun evine televizyondan haberlere bakmaya gittik. Kim bilir belki de bu son kez televizyona bakışımızdı. Ulusal haber kanalını açmamıza gerek bile yoktu çünkü tüm kanallarda sadece şu haber ediliyordu: “Kabil düştü”.
Radikal güçler başkenti ele geçirmişti. Ordu teslim olmuş, ülkenin başkanı ise siyasi sığınma hakkını kullanarak komşu ülkelerden Tacikistan’a kaçmıştı. Bir an duraksadım. Daha önce annemin anlattıkları film şehridi gibi geçti gözümün önünden. Annem daha önce de bu radikal güçlerin ülkeyi ele geçirdiğini, kız çocuklarına okumayı ve çalışmayı yasakladığını, kadınların yanında mahremi olmadan dışarı çıkamamalarını, bir köle gibi satıldıklarını, eğitimin sadece din üzerine olduğunu bilimin geri planda tutulduğunu, kadınların burka denilen kıyafeti giymenin zorunlu olduğunu ve bu kurallara uymayanların ise ya idam edildiğini ya da kurşuna dizildiğini anlatmıştı. Bundan sonra sanki ülkenin tamamı burka giymişti. O çarşafın içindeki küçük deliklerden bakacaktık dünyaya. Şimdi dış dünya daha da karanlık olmaya başladı ki bu dayatmaların hiçbirinin islamla alakası bile yoktu. Çünkü benim dinim (islam) ilerlemeyi, çalışmayı emrenden; ilk emri oku, en uzun emri yaz ve en çok emri düşün olan; kadın haklarını ve özgürlüklerini sonuna kadar koruyan barışçıl, adalet ve hoşgörü dini idi. Tüm bunları içimden geçirirken birden televizyonda yayın gitti. Radikal güçler tüm radyo ve televizyon yayınlarını kesmişti belliki. Kararan televizyon ekranında bir an çatık kaşlarımı ve sıktığım yumruklarımı fark ettim ki bunları fark eden sadece ben değildim. Tam o sırada Latifa araya girerek telaşlı telaşlı ne yapacağız diye söyleniyordu. Latifa’nın elinden tutarak dışarı fırladım. Etrafta tanıdık tanımadık ne kadar kız çocuğu varsa okulun bahçesine topladık. Bahçede neden burada olduklarını meraklı yüz ifadeleri ile belli eden çocuklara hitap etmek için okul merdivenlerinden birkaç basamak yukarı çıkarak onlara belki hayatlarında bir daha hiç duymayacakları şu konuşmayı yaptım: “biz hiç şüphesiz ki müslümanız. Rabbimiz Allah, peygamberimiz Muhammed (s.a.v), kitabımız kurandır. İslam bize çalışkan olmamızı, okumamızı, yazmamızı, düşünmemizi emreder. Siz hiç peygamber zamanında okuldan, eğitimden mahrum bırakılarak köle gibi satılan kız çocuğu duydunuz mu? Zorla islama davet edilen insanlara şahit odunuz mu? Allah nebisi ilim Çin’de bile olsa git onu al demiştir. Şimdi bize düşen çalışmak, öğrenmek, düşünmek ve üretmek. İslamı kötü ve yanlış yorumlayarak, onu bir terör dini gibi gösteren ve ülkemizi karanlığa batıran bu radikal güçlerin elinden kurtarmaktır.” Sözlerimi bitirmeme izin vermeyen bir arkadaş araya atılarak bunu 10-12 yaşındaki çocukların nasıl yapacağını sordu. Ve sözlerime kaldığım yerden şöyle devam ettim: “asker boyun bükmüş, ülke başkanı ülkesini bırakıp kaçmış, nice direnişçi ve Mücahit şehit olmuş olabilir ama şunu unutmamalıyız ki halkın başkaldırışı tüm zorlukların üstesinden gelmeye yeter. Şimdi size soruyorum ülkemizi aydınlığa çıkarmak için benimle misiniz ? “
İlk başta şaşkın bakışlar ve korku içinde derin derin düşünen çocuklar arasından kimse seninleyiz demedi, Latifa bile. Derin bir sessizlik sonrası birden Latifa yanıma gelerek benimle olduğunu söylemesi üzerine nihayetinde tüm çocuklar ikna oldu.
Saklambaç oynarken ebeden kaçarmışçasına tüm çocuklar sokaklara dağıldık. Amacımız halkı harekete geçirmek ve teslimiyeti kabul etmemekti. Latifa ve ben yan yana sokakların arasından hızlıca koştuk. Önümüze kim çıkarsa herkesi örgütlemeye çalıştık. Kabil o kadar uçsuz ve bucaksız bir yerdi ki sonunda ülke sarayının önüne çıktık. Latifa her ne kadar belli etmemeye çalışsa da korktuğunu anlıyordum ama bende hiç bir korku ve endişe yoktu. Ufaktan gelen ayak seslerini işitince hafiften arkama döndüm ve karşımda örgütlenmiş halk vardı. Ellerinde pankartlar dillerinde ise Özgürlük sloganlarıyla saraya doğru ilerliyorlardı. Sarayın önünde ağır silahlı araçlar ve bir yığın eli silahlı radikal güçler vardı. Halkın direnişi hareketini fark eden eli silahlılar üzerlerine gelen halka hiç acımadan ellerindeki ağır makinalı tüfeklerle ateş açtılar. Halkı korku ve paniğe kapılıp can havliyle sağa sola kaçışmaya başladı. O kargaşada Latifa’yı da gözden kaybettim. Halkın direnişi bir anda durmuş, insanlar çil yavrusu gibi etrafa saçılmıştı. Hayır, bu kadar çabuk bitemezdi bu direniş! Tüm bunlar olurken saraydan yüzü kara, uzun siyah entarili ve pis sakallı bir adam dışarı çıktı. Bu, onları lideri olsa gerekti.
Hiç düşünmeden korkusuzca öne atıldım. Cebimde yeşil mendilim vardı, onu çıkardım. Yeşil islamı temsil etmekteydi. Yeşil mendili sallayarak dilimde “islam terörizm dini değildir, islam hoşgörü ve barış dinidir” sloganıyla hızlı adımlarla Saray’ın merdivenlerinden inen o adamın üzerine koştum. O heybetli, siyah benizli adam 10 yaşındaki küçük kız çocuğundan o kadar korkmuştu ki yanındaki askerine dönerek vurun şunu dedi. O benden değil benim halkı uyandırmamdan korkmuştu belliki. Hiçbir şeye aldırış etmeden elimdeki yeşil mendili sallayarak dilimde sloganımla daha da hızlıca üzerilerine koştum. Kendilerine doğru gelen küçük bir kız çocuğunu şaşkınlıkla izleyen askerlere o adam tekrar bağırdı. Vurun şunu! İçlerinden bir tanesi şaşkınlığını bozarak bir pikapın arkasına monte edilmiş ağır silahla birkaç el ateş etti. Kurşunlar göğüs kafesimi delip geçerek küçük bedenimin yarısını paramparça etti. Oracıkta şehit oldum. Hayalim tarih öğretmeni olup nice çocukları aydınlatmaktı. Şimdi ise tarih kitaplarının buruşuk sayfalarında adı geçen biriyim belki de, bilinmez. Benim adım Manal, yeşil mendilli Afgan kızı.
Tebrik ederim Mümin Bey. Güzel geçsin gününüz. 🍀