Yüreğime Düşen Yıldırım

Hastane koridorları acı ve hüznün kol gezdiği bir mecradır adeta. Kimi bir umut bekler sevdiği insanın iyileşip hayata dönmesini, kimi umutsuzluk içinde ve çaresizdir!
Koridorun bir köşesinde olup bitenleri seyrederken, geçmiş zamanın derinliklerine dalıp gitmişim.
Hayatımın en uç köşesinde annemle olan bağlarım ve kendimi bildiğim günden sonrasının her anı kare kare gözümde canlanıyordu adeta. Ayaklanıp annemin arkasından koşuşturmaya başladığım günden itibaren her zaman bana destek olan kişi, ölümüne kadar dayanağım olmuştu anam. Onun başında çaresizlik içinde beklerken mümkün olsa zamanı geriye döndürmek isterdim!

Mutlaka soğuk veya yağmurlu bir gündür, doğduğum gün; kışın ortası ocak ayında. O yılların yaşam koşulları, imkânsızlıklar ve bilgisizlikten olsa gerek oturduğumuz eski evde dünyaya gelmişim. Cılız bir bebek olarak doğmuşum. Sesim dahi çıkmaz, hatta güçlükle beslenirmişim. Canım annem ölecek diye başucumda oturup ağlarmış. Oysa tam tersine sağlıklı bir yapım varmış ki, hayata tutunmuş kısa bir zamanda toplanıp annemin endişelerini boşa çıkarmışım.

O günlerin zor koşullarında bir yandan çalışırken, diğer yandan ev işi ve çocuklarına bakmakla mükellef ti. Hiçbir destek almadan bütün güçlüklere göğüs geriyordu.
Bu yoğun tempo onu haddinden fazla yorup yıpratmış, sağlığı bozulmuştu. Sindirim sistemi rahatsızlığı çekiyor, rahatsızlığına rağmen ayakta durmaya çalışıyordu.
O günler ki henüz hiçbir teknolojik ev aleti yok, çamaşır bulaşık elde yıkanıyordu. Evin aşçısı da, terzisi de oydu.
Bu rahatsızlığı ömrü boyunca sürdü. Bütün güçlüklere ve rahatsızlığına rağmen her zaman annelik vazifesini eksiksiz yerine getiriyordu.
O yaşamında bütün yoklukları yaşamış ikinci dünya savaşı dönemindeki kıtlıkları görmüş bir insandı.


Çok iyi hatırlıyorum okul çağım gelmişti artık. Okuldan söz edilmeye başlanmıştı.
Babamla çarşıya gidip önlüğümü ve çantamı eğlenceli bir şekilde aldık. Babam beni götürüp okula yazdırdı. O gün babamla birlikte okula gidişim bana gezmek gibi gelmişti. Fakat ertesi gün beni okula bıraktıklarında ağlamaya başladım ve annemi aradım. Bu gerçeği hemen o gün anlamıştım ve kısa bir zamanda okula alıştım.

Günler, tabiriyle su gibi akıp gidiyordu. Okulumu bitirdikten sonra, aslında okulda başarılı olmama rağmen serbest meslek olarak ahşap işini tercih etmiştim. Henüz çocuk yaştaydım aklım oyunda idi ahşaptan oyuncaklar yapacağımı düşünüyor hayal ediyordum. Çünkü o yok yılları bizlerde ucundan da olsa yaşamıştık. Oyuncak yok denecek kadar sınırlıydı. Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapar kendi oyunlarımızı kurardık.
Kısa bir süre sonra bu işin düşündüğüm gibi oyun olmadığını anladım.

Yıllar geçiyor ben iyi bir usta olma yolunda ilerliyordum. Askerliğim geldi çattı, Vatanımın her yerinde olduğu gibi davullu zurnalı asker ocağına uğurlandık. Sayılı günler geçti bitti.
Askerliğimi bitirdikten bir yıl sonra kendi iş yerimi açtım güzel bir iş kurmuştum. Yoğun bir tempoyla çalışıyordum.
Babama oturduğumuz evin boşta kalan arsasına kendime ev yapmak istediğimi söyledim. Babamın ve kardeşlerimin rızasıyla evimin inşaatına başladım. Birkaç yılda inşaatımı tamamlayıp kendi yuvamı kurdum. Henüz bir aylık evliydim, babam rahatsızdı doktorlar evde yapılacak her hangi bir tedavi olmadığını söylediler.
Babamı daha iyi bakılması ve gözetim altında olması için hastaneye yatırdık. Pazar günü ziyaretine gitmeyi düşünürken ağırlaştığı haberi geldi. Hastaneye vardığımızda acı haberi aldık. Babacım hayata gözlerini yummuştu.

Annem kardeşimle yalnız kalmıştı. Devamlı yaşadığımız o eski evde beraber kalıyorlardı. Fakat hemen o yıl meydana gelen orta şiddetteki bir deprem eve hasar vermişti. Kısa bir süre ablamın yazlığında oturdular. Bu arada kardeşimde nişan olup evlenmişti. Annem kimsenin yanına gitmek istemez, rahatsız edeceğini düşünürdü. Küçük bir çocuktan bir bardak su dahi istemeyecek kadar mütevazı bir nisandı.
Eski eve bakım yapıp yine orada oturmayı düşünüyordu. Ben buna razı olamazdım eski evi yıkıp onun oturabileceği küçük bir ev yaptım. Bu evini çok sevmişti, hasta olmadıkça, zorda kalmadıkça hiçbir kimseye gidip kalmaz evinden ayrılmazdı.

Bende her gün, günün her saatinde ziyaret eder ihtiyacı var mı diye sorardım. Yine bir sabah evimden çıkıp işime giderken uğrayıp ihtiyacı var mı diye baktım. Kapısı açık, kendisi görünmüyordu. Dış kapıdan içeriye girince banyodan gelen su sesini duydum. Banyoda diye hiç seslenmeden çıktım. O gün eşimde erkenden şehre gitmişti ve evde hiç kimse yoktu. Öğlen yemeğine gittiğimde tekrar gittim dış kapı yine açıktı 'içeriye girdim' o an kötü bir şey olduğunu anlamıştım. Banyodan yine o su sesi geliyordu. Banyo kapısı açıktı, annem yere düşmüş ölü gibi yatıyordu. O an dünyam yıkıldı öldüğünü sanmıştım. Ellerini yıkarken düşüp kalmış ve muslukta açık kalmıştı. Hafifçe kaldırdım, nefes alıyordu fakat kendinde değildi. Beni en çok yaralayan durumda sabahtan öğleye kadar o şekilde kalmış olmasıydı.

Hemen acilen hastaneye kaldırdık. Doktorlar yaptıkları tektiler ve tomografi neticesinde kalbinin beynine kan pıhtısı attığını ve bir süre gözleneceğini, yapılabilecek hiçbir şey olmadığını söylediler.
Daha teşekkülü bir hastaneye aktarmamıza rağmen durumunda hiç bir iyileşme kaydedilemiyordu. Ancak otuz bir gün hayata direnebildikten sonra kapalı gözlerini bir daha hiç açmadan hayata veda etti.

Tarih 16 ağustos 2008 günüydü iş yerime gidip işlerimi organize etmek için hastaneden ayrılmıştım.
Telefonum çaldı, korku ve telaşla açtım ve telefonumdaki başın sağ olsun sözü yüreğime yıldırım gibi düştü...!
Babamın ölümünden sonra anemide kaybetmem beni yıkmıştı, beni dünyaya getiren beni yaşatan insanlar artık yoktu.

08 Ocak 2013 5-6 dakika 30 öyküsü var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    Hüzünlü bir hayat öyküsü. Yaşanmışlıklar hele hele insanın sevdikleri ile geçirdiği günler kalıyor geriye o da sadece anılarda. Ölüm kaçınılmaz bir gerçek olarak hayatımızın her safhasında karşımıza çıkabilir. Bize düşen ise gidenlere dua etmek ve arkalarından rahmet ile yad etmektir. Allah rahmet eylesin sabır versin diyelim...👍