Yusuf'un Hikayesi
Güneş dağların arasından kızılla karışık sarı saçlarını dağıtıyor , ufukta yeni bir günün başlangıcını haber veriyordu. Oysa ki bu cennet misali yeşil yaylalar için gün çoktan başlamış daha güneş ufukta belirmeden sığır sürüleri çobanlarla meralara, Erzurum'un sarp ama bir o kadar da yeşil dağlarına doğru yola çıkmıştı. Libi köyü bir tarafı buz gibi akan çayıyla, öbür yanı sırrına sadık bir derviş gibi içine gireni saklayan ormanıyla güzel bir yayla köyüydü. Yaz gelince buraya gelirler, kış olunca ise daha düz olan köylerine geçerlerdi. Şimdi mevsimlerden yaz idi ve yayladaydılar. Evler taştan yapılmış ejderhalara benziyordu. Mevsimlerden yaz olmasına rağmen Erzurum'a yaz gelmemişti. Bacalardan duman yükseliyordu.Bir yer hariç : Bu küçük köyün mescidiydi.
Bu mescitte yiğit bir hoca efendi görev yapıyordu. Medrese usulü ders görmüş, icazetnamesini aldıktan sonra bu küçük köye göç etmiş, buranın halkına kanı ısındığı için de buradan ayrılmamıştı. Kaya Molla siyah saçları,kahverengi gözleri ve ayın on dördü gibi yüzüyle gittiği her yere umut taşıyordu. Köylü de onu çok seviyor, bir dediğini iki etmiyordu. Bugün Kaya Molla sobada yakmak için ormandan odun kesmeye gidecekti. Öğle namazını müteakip eşeği ile yola koyuldu. Mevki ormandı. Yürüdükçe etraf yeşilleniyor ağaç sayısı artıyordu. Tam ormana girecekken bir inilti duydu. Sese doğru ilerlemeye başladı. Sesler gittikçe netleşiyordu. Kaya Molla gördüklerine inanamadı. Sanki bir kabusun içindeydi. Gözlerini ovuşturdu. Hayır bu bir rüya değildi. Önünde iki silahlı Ermeni bir zavallıcığı silah zoruyla sürüklüyor, tehditler savuruyorlardı. Kaya Molla, siyahlara boyanmış elbiseleri kadar kalpleri de kararmış adamlara seslendi :
-Ne istiyorsunuz zavallı çocuktan ?
Kaya Molla'ya dikkat kesildiler. Çocuğu yere itekleyerek biri cevap verdi :
-Sana ne? Ne istiyorsak istiyoruz. Var git yoluna yoksa canından olursun.
Yüzü yara bere içinde kalan çocuk yerden başını kaldırdı ve Kaya Molla'ya bakarak titreyen sesiyle yalvardı :
-Aman efendim, Tanrı aşkına beni bu zalimlerin elinden kurtarın !
Kaya Molla bu yalvarışa kayıtsız kalamazdı. Her şeyini hatta canını bir kefeye koydu ; öbür kefeye ise insanlığını... Evet içinde bir mizan kurmuştu ve hangi taraf kaç okka fazla gelecekti. O bunu hesaplarken etrafı ölüm sessizliği kaplamıştı.
Kaya Molla içinden "İnsanlık öldü mü ? Hem Allah'ın divanında hesabımız daha vahim olmaz mı ? Bu zalimler bana ne yaparsa yapsın ! diye geçirdi içinden ve seslendi :
-Bu çocuk benden aman diledi. Ben onu azimüşşan olan Allah adına koruyacağım. Size teklifim gelin anlaşalım, güzellikle verin çocuğu.
Bu nutuğu büyük bir korku ile dinleyen eşkıyalardan biri, kahkaha atarak cevap verdi :
Bu çocuk da bizim gibi Hristiyandır. Adı Dimitri'dir. Biz onu babasına götürmek için geldik. Kaçmaya çalışınca iyi bir sopa attık , bu şımarık velede.
Kaya Molla'nın gözlerinden fal taşı gibi açılmıştı. Şaşkınlığı her halinden belli oluyordu. Çocuğa doğru baktı.
Mavi gözlerinden yaş döken mavi gözlü çocuk denilenleri doğrular şekilde başını önüne eğdi. Titreyen sesiyle tekrar bağırdı :
-Dedikleri doğrudur ama beni bunlara teslim etmeyiniz. Üvey babam evden kaçtığım için beni öldürür!
Kaya Molla çocuğun haline dayanamadı. Kararlı bir ses tonuyla seslendi :
-Dini, milleti ne olursa olsun önemli değil. Sarı altınları alın, sarı saçlı çocuğu bana verin!
Bu söz Ermenilerin hoşuna gitti. Gülümsediler :
-Hem sarı altınları alacağız, hem de senin canını. Atıl bu şaşkın ne dediğini bilmez, kafasını keselim demesiyle Kaya Molla eşeğin semerindeki baltayı kaptı üzerlerine yürüdü. Tüfeklerine uzanan Ermeniler yıldırım hızındaki darbelere karşı koymaktan aciz kaldılar. Yerde kanlar içinde yatan sarı saçlı Dimitri olanlara hayretle bakıyordu. Her iki Ermeni'de öldükten sonra Dimitri Kaya Molla'nın ayağına kapanarak :
-Biliyorum, seni Yüce İsa gönderdi; sen azizlerdensin, dedi.
Kaya Molla tebessüm ederek cevap verdi :
-Ben aşağı yakadaki Libi köyünün hocasıyım. Senin gibi aciz bir ademoğluyum. Hadi gel, aç ve yorgun gözüküyorsun.
Kaya Molla Dimitri'yi eşeğin üstüne bindirerek yola koyuldu. Köye ulaşana kadar sohbet ettiler. Dimitri sordu :
- Adın nedir?
? Kaya Molla
- Ben de Dimitri, tanıştığıma memnun oldum efendim.
? Neden babana gitmek istemedin?
- O benim babam değil, üvey babamdır. Asıl babam daha ben kundaktayken ölmüş. Üvey babam ise hep içki içip beni dövdüğü için ben de evden kaçtım. Arkamdan bu ikisini göndermiş. Sonrası malum siz çıktınız karşıma... Köye gitmesek olmaz mı ?
? Neden?
-Şey... Onlar sizin gibi değildir. Beni istemezler. Papaz demişti ki...
?Ne demişti, evladım?
-Türkler bizleri sevmezlermiş. Bu topraklar bizim topraklarımızmış. Türkler zorla el koymuşlar. Hatta her Pazar ayininde Tanrı bizi Türklerin zulmünden kurtarsın diye dua eder.
?Ya demek öyle diyor. Peki, sana bir soru soracağım, hazır mısın?
-Buyrun efendim.
?Benim yerime papaz efendi görseydi halini ne yapardı?
-Büyük ihtimalle babama teslim ederdi.
?Peki, sence papaz efendi mi daha iyi yoksa ben mi?
-Tabîki de siz daha iyisiniz efendim.
?Peki, bir Hıristiyan görseydi, senin halini?
-Korkusundan yaklaşamazdı.
?Ben senin selametin için her ne yaptıysam, emin ol ki herhangi bir Müslüman da aynı hareketi yapardı. Papaz efendi önyargıyla yaklaşarak anlatmış. Türkler, Kürtler, Araplar, Acemler hiç fark etmez. Bütün Müslümanlar cömert ve iyilik sever insanlardır. Dinimiz bunu emreder.
Dimitri güneşin aydınlattığı sarı saçlarının gölgesinde parlayan mavi gözleriyle Kaya Molla'ya hayranlıkla bakıyordu. Keşke böyle bir babası olsaydı ama bu sadece bir düşünceden ibaretti ve öyle kalmaya mecburdu.
Sohbet o kadar güzel gidiyordu ki köye vardıklarını bile fark edemediler. Dimitri'nin düşüncesinin aksine köylüler ona sıcak davrandı. Kaya Molla Dimitri'yi evinde misafir etti. Yaralarını sarıp elbiselerini değiştirdiler. Dimitri Kaya Molla'ya dönerek :
-Ben de Müslüman olmak istiyorum, dedi.
?Emin misin? Bu işin dönüşü yok, bilesin.
-Eminim, çok düşündüm.
?Peki, öyleyse, dedi Kaya Molla ve Dimitri'ye kelime-i şehadet getirtip boy abdesti aldırdı. Dimitri'nin adını değiştirdiler. Yeni adı Yusuf oldu. Kaya Molla Yusuf'a Yusuf Aleyhisselam'ın kıssasını anlattı ve boynuna sarılırken şöyle mırıldandı :
Mısır'a sultan olmak için kuyuda hicranlı bir karanlık yaşamak gerekir, Yusuf'um...