Yüzleşme
Tek derdinin ölüler olduğunu öğrenmemiş olsaydım, belki de kafamın içinde dönüp duran mesafesiz karmaşaları daha iyi çözümleyebilirdim. Ona göre yaşamanın, tam baş belası bir olgu olduğunu da öğrendim. Kendisini ele vermeye korktuğuna, aynı zamanda da tekrardan duyduğu endişenin onu dirilttiğine şahit oldum. Yapısının onu zaptettiği uzun soluklu hayatının ortasında, büyük bir söz sahipliği yapan karakterini de çözümlemek istedim. Aslına bakarsanız bu onun isteğiydi. Ben yalnızca aracıydım. Onun elinin ortasına avucumu bıraktığım an duyduğum güvene sığınıyordum şüphesiz. Kalemi eline her alışında, bana sahipsiz görünen bir mektup yazmasını bekler gibi davranmamı da o yadırgamamıştır belki de.
Sustuk. Kalbimizin sıkışıp kaldığı bir çok konu vardı. Karşılıklı öylece oturmuş, yaşamın bilinmez denklemlerini çözmeye çabalayamayacağımıza göre, ikimizden, yalnızca birbirimizden konuşabilirdik. Bitmesinden korktuğumuz kitabın son sayfalarını çekimser okumalarımız gibi, birbirimizi de aynı vaziyette seviyorduk. Bütün büyü bizdeydi. Hiçbir dış etmen içimizdeki bağı kavrayamaz, keşfedemez, ifşa edemezdi. Buna sığınarak, el birliğiyle konuşmazlık ediyorduk. Hoşumuza giden sadece bununla sınırlı kalmıyordu; tıpkı ilk gençliğimizde yaptığımız gibi, birbirimizi -delice- sevdiğimizi belli etmekten ürküyorduk. Fakat kaçamak bakışlar çektiğimiz ıstırapları kanıtlıyordu. Taa avuç içlerime kadar yanıyordum. O an ki sevincim, heyecanım, beni ben yapan asıl hadiseleri bir çırpıda yutmayı becerebiliyordu. Görünmez bir rüzgar talep ediyordum yine bilinmeyen bir tanrıdan, kendime gelebilmek için. Aşkın beni değiştirmesine izin vermemeliydim. İhtiyatım yüzünden belki de bir gün gerçekten sonu yaşayacaktım ama bunu önleyebilmem olanaksızdı.
Nitekim, aslolan benden uzaklaşmak istemek, kendime yaptığım asıl ihanet olacaktı. Uzay boşluğundaymışçasına gelen saydam derinlikte yüzüyordum, ayaklarım tabandan tamamen zıt bir mesafede var oluyor gibiydiler. Sessiz bir oyunun merkezindeydik. Yüzümün buruşmasına mani olamıyordum. Çarpık bir bakışla süzüyordum onu; tıpkı Munch'un Çığlığında olduğu gibi ruhumla cebelleşiyordum. Çapraşık görüntüler daha çok ümitsizleştiriyordu bildiklerimi. Olanca ağırlığımla saydamlaşıyordum, yitiyor, yok olmaya adım atıyordum. O ise zavallı bir ihtiyarı andırıyordu; gözümün önünden silikleşip mazi olmaya yer arıyordu. Gülümsemenin nazlı güzelliğine bırakmak istiyordum kendimi, şu aşamada beceremiyordum. İçselleştirdiğim her ezgi dimağıma yumuluyordu. Aklım tarihe karışıyordu. Duygularım zedeleniyor, hayatın bana borçlu olduğu her konu birer birer gün yüzüne çıkıyordu. Ama eninde sonunda zararlı yine ben oluyordum. Şahit olduğum hadiseler geliyordu gözümün önüne; izlediğim filmler, okuduğum kitaplar, eleştirdiğim çizgiler, yaptığım tablolar... Nötrleşiyordum. Bilmediklerimin bildiklerimden daha fazla olduğu çıkıyordu her zaman ortaya.
O an, sonsuz kere saymaya çabalayıp, yüze gelince yorulup, sayılardan soğumak gibi dengesiz bir varoluş yaşıyordum. Benim tezatlığım da burada türüyordu işte; yeniden sevmek istiyordum ama kendimi kaptırma niyetinde de değildim; aşkın derinlerine ulaşmak heveslisiydim ama onun getirdiği acıyla yüz yüze gelmeye cesaretim yoktu; yanmak istiyordum ama beni bekleyen soğuk bir kuyunun olduğunun garantisini de bilmek istiyordum. Öleceğimi biliyordum ama yaşamın acı yönlerinden bir anlamda sıyrılmaya çabalamak kolayıma geliyordu. Halbuki ölümün odağında acı yatıyordu, ben bunu da görmezden geliyordum. Kendimden hariç hiçbir şeye iyi niyetimi gösterme meraklısı değildim. Bu yüzden, benim kışım daha ılıman geçiyordu, fakat kışı benimle geçirenler soğuktan bilinçlerini yitiriyordu. Olumlamaya çalıştığım yaşam biçimim git gide sarpasarıyordu. Acımasız yokoluşu tadacağıma emindim. Belki de bu yüzden bende ona karşı bu kadar acımasızdım.
Ters giden söylemlerimi bir kenara bıraktım. Heyulalı bir gün daha sona ermişti. Karşımda onun hakiki olmayan varlığını hissetmeye çalıştım. Olmadı. Gitmeye hazırlanıyor gibiydi. Olmayan elini tuttum, görmeyen gözlerine baktım, çalışmayan kalbine dokunmaya davrandım. Hayır, hiçbiri olmadı. Ayaklandım. Durdurak bilmeyen ikili yaşamımın ilkini sonlandırmak üzere, dimdik bir ruhla ilk adımımı attım. Ondan eser kalmayana dek kendimi yinelettim. Yabanıl bir soğuk kül ediyordu olmayan sonbaharı. Dışarısı kıştı, hayat kışın ortasına tünemişti, ya da tam tersi.. İç içe geçmişti her şey.
Elimden tutacak yalnızca sözcükler vardı, evet, bir tek onlar..
Eylül/2015