Zaman Kaçakları
Sessizliğin içinde öylece bekliyordu Selma. Buz gibi camlara dokundu elleriyle. Ruhsuzluğu böylesine hissetmemişti hiç. İçindeki karmaşa onu, ezeli rüzgârlara savuruyordu sanki. Ve korkuyordu. Yüreğinin diyeceklerinden korkuyordu. Kendisiyle konuşurdu sık sık, ama bu kez durum çok başkaydı. İç sesinin söyleyecekleri, onu pişmanlığa benzer dahası suçluluk duymasına sebep olacak bir ruh haline sokabilirdi şimdi ve bunu kaldıracak durumda değildi. Yoğun bakımın soğukluğu onu yeterince üşütmüştü zaten. Bir de üstüne, geçmişin dondurucu esintileri hiç çekilmezdi.
Tam 35 sene önce, Kemal'le birbirlerini severek evlenmişlerdi. Mutluluk hayallerinde kızgın çanlar çalmaya başladığında, inanası gelmemişti önce. Geçer diye düşündü hep. Biter dedi içinden. Oysa hiç bitmeyecek bir savaşın tam da ortasındaydı. Hem de daha ilk günlerden itibaren.
Kemal, öylesine agresif ve saldırgan bir tutum içindeydi ki, Selma duygusal bir felç geçiriyormuşcasına, asla tepki veremiyordu. Anne ve Baba'sıyla görüşmeleri yasaklandı önce, sonra da kardeşleri ve diğer akrabalarıyla. Ancak bir kaç sene geçtikten sonra, Selma ailesine gidebilme hakkını geri alabilmişti yalnızca, onlar yine gelemiyorlardı evine. Oysa nasıl da özlüyordu Ailesine evde bir yemek daveti yapmayı, onları keyifle ağırlamayı. Ama yasaktı.
Önce ilk oğlu dünyaya geldi. Ardından ikincisi .... Selma artık kurtulma hayallerini kuramıyordu bile. Deli bir çarkın içinde kalmış, yazgısına boyun eğmiş, debelenip gidiyordu zamanın içinde. Eziyetlerin tiryâkisi olup olmadığını sorguluyordu zaman zaman, ama cevap bulamıyordu. Çocukları, her şeyden önemliydi artık, kendisinden bile. Yıllar sonra, bir de kızı oldu. Artık, yapabileceği hiç bir şey kalmamıştı ne yazık ki. Bu onun yazgısıydı ve yaşamak zorundaydı.
Ailesi de artık bu durumu kabullenmiş, onu arada sırada görmeye razı olmuşlardı. Zaten yapacak başka bir şeyleri yoktu. Selma, rüzgârın yönünü değiştirememişti ama yelkenlerini rüzgâra doğru değiştiriyordu durmadan. Çocuklar giderek büyüyorlardı. Selma, ruhen çok yorgundu, Kemal ise halâ hiç bıkmadan, saldırganlığıyla ve agresif tavırlarıyla, çevresindeki herkese hayatı zehir etmeye devam ediyordu. Sanki dünyaya geliş sebebi buydu. Gülümsediği zaman hemen hemen hiç yok gibiydi. Nasıl yaşanırdı böyle? İnanması çok zordu. Yıllar geçiyordu. Büyük oğlu evlendiğinde, Kemal yine yapacağını yapmış, bu kez de gelinini onaylamamış, onlara evine gelmeyi yasaklamıştı. Selma, tek başına oğluna gidip hasret gideriyordu. Ardından küçük oğlu evlendi. Kızı, üniversiteye başladı. Değişen tek şey çocukların büyümeleriydi. Acılar, sorunlar aynen devam ediyordu. Selma giderek, benliğinden uzaklaşmaya başlamıştı. Yaralı bir ceylan kadar ürkekti artık. Hiç bir talebi ve isteği kalmamıştı hayattan.
Bunca yıl, dışarıdan bakıldığında pek çabuk geçmiş gibi görünebilirdi elbette. Ama, Selma geçmişi düşünmeye bile korkar olmuştu. Aynı acıları tekrar hissetme ihtimali vardı. Maziden kaçar gibiydi. Başka seçeneği de yoktu zaten.
Ve bir gün ansızın Kemal'i yerde yatarken buldular mutfakta. Beyincikte bir kanamaydı ve yoğun bakıma alınmıştı hemen. Doktorlar hiç bir umut olmadığını söylemişlerdi. Üç gün sonra ise, Kemal'in beyin ölümü gerçekleşmişti.
Selma, yoğun bakım bölümünün soğuk camlarından Kemal'i seyrediyordu.Ve o Artık, huysuzluk yapamıyordu. Kimseye yasak da koyamıyordu. Öylesine ... sanki çok masummuş gibi yatıyordu derin bir sessizlik içinde. İçindeki hisler korkutuyordu Selma'yı. Yeterince üzülemediğini biliyordu. Ama, sanki yanılacak ve bu duruma sevinecek diye de çok korkuyordu kendisinden. İntikam ona göre bir duygu değildi. Hele şimdi böyle bir durumda, asla olmazdı. Fakat, neden ... neden çok üzülemiyordu? Bunun suçlusu kimdi? Saldırgan tavırlara, feda edilen koca bir ömrün hesabını verecek olansa, orada sakince yatıyordu.
Şu an, deliler gibi üzgün olmayı nasıl da çok istediğini fark etti Selma. Ama olmuyordu işte. Bu vicdan azabından sıyrılmalıydı. Yoksa, Kemal giderayak ona yine son bir oyun oynamış olacaktı. Sonunda ....
--Bana neler yaptın bir ömür boyu, yetmedi mi? Halâ mı uğraşıyorsun benimle ? Orada, öyle çaresizce yatarken bile ! .... Ve şu durumuna yeteri kadar üzülemiyorsam eğer, bu benim suçum değil. Ama, sana beddua da etmeyeceğim. Edemem ki çocuklarımın Baba'sısın ne de olsa .... sadece Allah'a vereceğin hesabın var. Ben helâl ettim hakkımı sana. Ve bağışladım seni. Çünkü, tüm yaptıklarını değiştirebilme hakkı verilseydi bu gün, eminim ki sen de pişman olurdun ve hemen değişirdin. Sadece, yıllarımıza yazık ettin. Hayatımızı param parça yaşattın hepimize. Kahrolmuyorsam, ağlayamıyorsam benim değil senin yüzünden. Yaşarken çektiğin huzursuzluklar, umarım artık seni rahat bırakır. Artık dinlenme vakti. Rahat uyu, hayatımın zor adamı ! Güle güle, yolun açık olsun ! diyerek vedalaştı onunla Selma. Artık, üzülemediğine, üzülmüyordu. Bu onun seçimiydi. Herkes, kendi seçimlerini yaşıyordu. Ve Kemal, nedendir bilinmez asla sevilen biri olmayı istememişti yaşarken. Ve işte, sevilmeyen bir Baba, damat, eş ve insan olarak gidiyordu bu dünyadan. Kim
bilir neden ? Neden ?
"İçindeki hisler korkutuyordu Selma'yı . Yeterince üzülemediğini biliyordu . Ama , sanki yanılacak ve bu duruma sevinecek diye de çok korkuyordu kendisinden . İntikam ona göre bir duygu değildi." hoş bir gerçekti, Saygılarımla,