Zamanın İpleri
Kadının omuzları, sadece artık taşımaktan vazgeçmediği yılların yükünü değil, aynı zamanda görmezden geldiği bir boşluğu da taşıyordu. 'Doğru' kelimesiyle ilişkilendirdiği hiçbir şey kalmamış gibiydi. 50 yaşındaydı. Yarı bir ömrün hikayesi mi bu, yoksa tamamlanamayan bir döngü mü? Ayşe, hiçbir zaman karar verememişti.
Hayatın bir zamanlar merkezinde yer alan, şimdi ise unutulmuşlukla örtüşen eski kutu, odanın bir köşesinde sessizce bekliyordu. Kutunun üzerindeki ince toz tabakası, her mevsimi beraberinde getirir gibi; kışın soğukluğunu, belki de sonbaharın hüznünü hatırlatıyordu. 'Zaman, kendini bir kutu gibi kapatmayı ne kadar da iyi biliyor,' diye düşündü Ayşe. Fakat o kutunun içeriği, artık hatırlamanın yerini unutmanın sessiz çığlığına bırakılmış gibiydi.
Bu sabah, belki de yıllardır içsel birikimin yarattığı rastlantısal bir cesaretle, Ayşe elini nazikçe kutuya uzattı. Eski kutunun, derisi soyulmaya yüz tutmuş ahşap kapağını yavaşça kaldırmasıyla, uzun zamandır sessizliğe gömülü olan bir zamanın anıları gün yüzüne çıkmaya başladı. Kapak açıldıkça, odanın dört bir yanını saran o eski çağın izlerini taşıyan bir koku yayıldı: nemli kağıt, silinmiş kalem mürekkebi ve böceklerin minik diş darbeleriyle delinmiş kumaş parçaları.
Hepsi, unutulmuşluğun sessiz çığlığı gibiydi.
Kutusunun dibinden ilk çıkan, sararmış bir fotoğraf oldu. Fotoğrafta,
altı yaşındaki minik bir kız, elinde bir uçurtmanın ipiyle
ölümsüzleştirilmişti. Uçurtmanın gökyüzüne doğru salınması, sanki
hayallerin uçuşa geçtiğini müjdeleyen bir umut gibiydi; ancak ip, sıkıca
yere çakılmış bir taşa tutunmuştu. Bu görüntü, Ayşe’nin geçmişte
kendisini nasıl sürekli ipleri çözmeye çalışırken bulduğunu hatırlattı.
"Ben miydim o uçurtmanın ipini çözmeye çalışan çocuk?" diye içsel bir sorgulamaya daldı. Ardından, yüzünde beliren gülümseme, hem geçmişin acı hafızasını hem de içinde sakladığı sahtelikle dolu, ironik bir parodiyi yansıtıyordu. Çünkü, tıpkı onun da hayallerine inanmamış olması gibi, uçurtmanın gökyüzüne yükselmesi hiçbir zaman mümkün olmamıştı.
Elleriyle hafifçe dokunduğu küçük oyuncak araba, geçmişin kırılgan bir hatırasını yeniden gün yüzüne çıkarıyordu. Ön yüzü çatlamış, lastiklerinden biri kopmuş olan bu minik araç, Ayşe’ye eski bir yolculuğun imzası gibi görünüyordu. “Bir yerden bir yere gitmeyi hep başaramamışız,” diye mırıldandı. "Bu araba, beni hiç varılacak bir yere götüremeyecekti; çünkü hayatım hep, bilinmez ve eksik çizilmiş yol haritaları üzerinde ilerledi.
Bir sonraki anda, kutunun derinliklerinden ince bir kumaş parçasıyla sarılı, eski bir halhal eline geçti. Halhal, parçalarına ayrılmış, ipi kopmuş, boncukları kutunun en dip noktasına savrulmuştu. O an, zihninde 18 yaşında bir sahil kasabasının hafif tuzlu esintisi canlandı; sadece o günlüğüne alınmış, modanın rüzgarında savrulan bir aksesuar gibiydi bu halhal. Halhalı, üzerine ince bir kumaş sararak bir şeylerin dağılmasını önleyebileceğime dair gençlik inancıyla saklamış olduğunu hatırladı. Fakat korumaya çalıştığı şey, zamanın acımasız ellerinde kontrolünü kaybetmişti.
Tam o sırada, kutunun derinliklerinden sararmış bir zarfta saklı, on
dokuz yaşındaki kendisine ait bir not çıktı. Notun ilk satırında yer
alan cümle, gençlik umutları ve sorgulamalarıyla doluydu:
“Sana sormak istiyorum, özgürlük nedir, Ayşe? Zincirlerden kurtulmak mı, yoksa zincirleri taşımaya razı olmak mı?
Notun arka yüzünde, solmuş harflerle kısa bir duraklama vardı; yine de mesajın özünü kaybetmemişti: “Bir gün uçurtmayı gerçekten gökyüzüne bırakmaya karar verecek misin? Yoksa ipleri elinde sıkı sıkı tutarak onlarla konuşmaya devam mı edeceksin?
Bu satırlar, Ayşe’nin yüreğinde ağır bir düğüm gibi oturdu. Kutunun
içindekileri, geçmişin kırık dökük anılarını bir araya getirerek yeniden
düzenledi; hepsini titizlikle yerine koydu. Kutuyu kapatırken içinden
geçen kelimeler, yılların yükünü hafifletmeye çalışan bir çığlık
gibiydi:
"Belki de hayat, ipleri bırakma cesaretini gösterenlerin hikayesi. Ama bunca yıl, konuşacak birilerine sahip olacak kadar güçsüz kaldım, Ayşe.
Ve yine, o eski kutuyu, zamanın sessiz tozuna karışacak şekilde köşeye geri yerleştirdi.
Hayallerini gerçekleştirmesi için umudu olmalı insanın. Göğe bakacak ve mavilere boyanacak cesareti olmalı. Oysa toprak yer çekimi yönüyle konumunu sabitlemeye daha elverişlidir. Bu da mıh gibi çakılı bırakır bizi toprakta. Hayalleri de balonları da hatta ipi de unuturuz ki; ip mecazi anlamlar da taşır kendi içinde. O iple yeryüzüne indik ana rahminden. O ipi sevgi yapıp insanların yüreklerine tutunduk ve adına bağ dedik. Ayşe' nin kutusu eski ama eskimeyen hayat kokuları taşıyordu. Umarız hayalleri gerçek olur, hayallerinin ipiyle gökyüzüne uçurur yüreğini bu defa. Çokça tebrik ediyorum Serdar bey. Güzeldi yazınız.