Zavallı Kahramanlar

Onlar, dolu dolu canlı tarihtiler... Yaşadıklarını olduğu gibi aktaracak kadar yerindeydi hafızaları. Asla zavallı değillerdi ama; yaşlılığın verdiği çökkünlüğe bir de çevrelerinin kıymet bilmezliği ve devletin ilgisizliği yüklendiği için zavallı duruma düşürülmüşlerdi...
Gerçek birer kahramandı onlar...


6831 sayılı orman yasasınca orman içi ve kenar köylülerine, yapacakları ya da tamir edecekleri
ev, ahır, samanlık ve ambar gibi yapılar için piyasa değerinin onda biri oranındaki bir fiyatla, 'zati ihtiyaç' adı altında orman emvali verilir. Yasanın bu maddesiyle ormanlardan kaçak ağaç kesilmesinin önlemesi yoluna gidilmiş ve büyük bir başarı elde edilmiştir. Orman köylüleri de; yasal ve ucuz bir şekilde kereste ve yakacak odun ihtiyaçlarını giderdiklerinden bu uygulamayı gönülden benimsemişlerdir.

Yasa, zati ihtiyaç tespiti ve verilmesi görevini orman bölge şefliğine yüklemiştir.

Temmuz 1966. Tavşanlı-Balıköy.
Yöneltmeliğe göre ilkbahara doğru yapılması gereken zati ihtiyaç tespiti, iş yoğunluğu nedeniyle yaza sarktı. Balıköy Orman Bölge Şefliği bünyesinde otuzu aşkın köy vardı. Bu köylerin bir kısmı orman olarak bize, mülki olarak Simav ilçesine bağlıydı. Günde üç-dört köyün zati ihtiyaç tespitini yapıyordum. Simav'ın Sudüşeği-Sudöşeği- köyünde zati ihtiyaç tespiti yapıp camiye bitişik köy kahvehanesi önünde oturmuştuk. Ak sakallı, yetmiş yaşın üstünde, yüzünde oldukça belirgin kırışıklar bulunan, uzun boylu, iri kemikli ama zayıflamış, başı sarıklı bir adam, mahzun bir halde karşımda el bağladı. 'Şef beyim, evin tamiri için bir mikap da ?metreküp- bana yazıver,' deyip, sol taraftaki iki katlı evi gösterdi. Çamur sıvalar yer yer döküldüğü için binanın karkas yapılı olduğu belli oluyordu. Saçaklar sarkmış, çatı omurgası bel vermiş haldeydi.
"Bu binaya bir metreküp yetmez. Üç metreküp vereyim,' dedim.
'Kudretim o kadarına yetiyor,' dedi yaşlı adam.
Listeye onun adını ve istediği miktarı yazdım. 'Bir metreküp tomruk bedeli yirmi dört lira. Nereden ve ne zaman vereceğimizi size bildireceğiz,' deyip muhtar, aza, bölüm orman muhafaza memuru ve benim imzamla köydeki zati ihtiyaç tespit tutanağı tamamlandı. Çay içerken köyün muhtarı, öbür köylüler gibi cami duvarı dibine çökmüş deminki ihtiyar adamı işaret ederek, 'Bu adam, Rusça ve Çerkezce bilir,' dedi.

Sandalye getirtip, ihtiyar adamı yanıma oturttum. Sorduğum sorulara ilginç yanıtlar aldıkça daha bir merakla onu dinlemeye koyuldum. Balkan Savaşı'ndan sonra Çanakkale'de de savaştığını söyleyince Mehmet dedem geldi gözümün önüne. Namı diğer 'Haylaz Mehmet.' Başındaki sarık dışında hemen hemen dedemle aynıydı bu adam. Genç ve olgun döneminde Haylaz dedem, neredeyse iki metreye yaklaşan boyu ve yüz kilo ağırlığıyla çam yarması gibi bir adammış. Koca Mehmet'in de yıllar öncesinde öyle olduğu kalın kemik yapılı oluşundan belliydi. Haylaz dedemden belki birkaç santim kısaydı o kadar. Sanki yan yana savaşmış olabileceklerini sanarak; 'Dedem de Çanakkale'de savaşmış. Haylaz Mehmet derler. Tanımışlığın oldu mu?' diye sordum.
'Duymuşluğum olmadı,' dedi Koca Mehmet. 'Orası mahşer yeri gibiydi. Ben topçuydum.
Özellikle piyadelerde, bir gördüğünü ertesi günü göremezdin. Ya şehit olurlardı ya da gazi...'

Bu kez de köyümün şirin Belova Yaylası geldi gözümün önüne...Çukurören ve Saraycık köyleri yolu üstünde, sekiz-dokuz hanelik bir mahalle. Murat Dağı'nın orta kuzeyinde. Günün ilk ışıklarının vurduğu ve dağın en yüksek yeri olan Kartal Kayası'nın karşısında. İşte bu yayla mahallesinde sekiz-on yaşlarınday-ken, aynı yaşlarda beş altı çocuk ve sanat okuluna giden halam oğluyla birlikte Haylaz dedemizi dinlerdik. O çocukluktan gelen savaşlarla ilgili duyumlarım, Yunan ordusu ile en son savaşın Belova'da yapılması ve yıllar sonra da olsa bu savaşın bazı kanıtlarına tanık olmam nedeniyle tarihe karşı aşırı ilgi bir duyardım. Bu duyarlılığımdan olsa gerek okul dönemlerimde, tarih ve coğrafya derslerinde en yüksek notları alırdım. Film şeridi geçiverdi bütün bunlar kafamdan.

Koca Mehmet'in canlı bir tarih olduğunu anlayınca ona karşı hayranlık belirdi içimde. Tarih bilgime güvenmeme rağmen onun kısa anlatıları karşısında kısır bir tarihi bilgiye sahip olduğumu fark ettim.
'Balıköy Orman Bölge Şefliği'ne gel," dedim. "Başından geçenleri sen söyle ben yazayım.'
Koca Mehmet'in dalgalı yüzü sevinçle donanıverdi...
'Olur mühendis bey,' derken, minnet duygusunu ifade ediyormuşçasına sağ elini kalbinin üstüne koyarak ve baş eğerek sözlerini bir güzel onayladı.
Davranışına ve gelecek olmasına sevindim.
Koca Mehmet, üç gün sonra geleceğini söyledi. Ben de bekleyeceğimi bildirdim.

Cipe binip köyden ayrıldığımızda Koca Mehmet'in durumu içimi acıttı. Devlet, böyle bir kahramandan habersizdi. Üç kızı varmış. Evli olduklarından haliyle öylesine bakıyorlarmış babalarına... Köylüleri dalga geçiyordu.

Yıllar önce Haylaz dedem de benzer durumdaydı. Yaşayan altı oğlu ve iki kızı uzaktan bakarlardı. İkinci karısından olan oğlu yiyeceğini içeceğini temin ederdi. Öbür oğulları ve kızları, saygıda kusur etmeseler bile, miras bırakacağı tarla-tokadı kendilerine parayla satan babalarına kırgındılar. Aralarında dertleşirken bütün bunların dedemin ikinci karısından kaynaklandığını duyardım. Üvey nine, cadaloz bir kadındı. Dedemi azarlardı. Bize bağırırdı. Biz çocuklar da ondan korktuğumuz için kızgınlığımızı Haylaz dedemizden alırdık.
'Sidikli dede!..Sidikli dede!..' diyerek.
Fadik nineye kızdığımız için benim de 'Sidikli dede' dediğim Haylaz dedem, ellili yılların sonlarına doğru seksen yaşlarındaydı. Sidiğini tutamasa da belleğine çok hakimdi. Özellikle savaşlarla ilgili anılarını yeniden yaşıyormuşçasına anlatırken fersiz gözlerinden yaş gelirdi. Haylaz dedemin anlatılarıyla, Kurtuluş Savaşı'nın *Belova bölümüne tanık olmuş amcalarımdan ve başkalarından dinlediklerimle taze belleğim tarihle bir güzel beslenmiş olarak büyüyüp gelişti. Daha sonraları, Almanya'da yaşayan halam oğluyla -izne geldiğinde- Haylaz dedemin savaşlarla ilgili yaşadıklarını uzun uzun konuştuğumuz oldu. Bütün bunların sonucu olarak Haylaz dedemin savaş anıları, belleğimdeki yerini hep korudu.

Koca Mehmet, üç gün sonra geldi. Öğle vaktiydi. Yaşlı, zayıf bir kısrakla ve gani gönlüyle de
gelmişti. Biraz peynir, tereyağı, süzme yoğurt, tarhana ve bulgur getirmişti. Hep lokantada yediğim halde gönlü kırılmasın diye aldım getirdiklerini. Teşekkür ettim. Kısrağının bakımı için odacıya talimat verdim.

Üç gün boyunca konuğum oldu Koca Mehmet. Lojmanın benim kaldığım bölümünde başından geçenleri o söyledi ben yazdım. Koca Mehmet anlatırken, çektiği sıkıntıları ve duyduğu acıları yeniden yaşıyordu. Bazen dalıyor, bir sonraki konuya geçiyordu. 'O daha sonra olmuştu,' diyordu. Yakın tarihimizi az çok bildiğimden, Koca Mehmet'in anlattıkları tamamen gerçek geliyordu bana. Hiç bilmediğim ve akla hayale gelmeyecek öyle olaylar anlatıyordu ki hayretler içinde kalıyordum. Değişik yer ve etkin kişileri, özellikle Atatürk söylemleriyle başından geçenlerin gerçek olduğuna kesin olarak inandım. Üstelik, şimdiye kadar hiç duymadığım tarihi şahsiyetler söylüyordu. Abdullah paşa, Cold Paşa, Denikin, Kolçak gibi. İkinci günü, soru cevap şeklinde geçti yazılım. Bazen utandığı oluyordu. Açmam ve üstelememle çekingenlikten sıyrılarak geçmişteki duygularını sakınmadan dile getiriyordu. Öğle ve akşam yemekleri araları dışında gece geç vakitlere kadar soru, anlatım ve yazmayı sürdürdük. O yaşına rağmen Koca Mehmet, bazı olayları yeniden yaşıyormuşçasına en ince ayrıntısına kadar anlatıyordu. Kişi ve yer isimlerinde takılıyordu sadece.
Duygularını dökerken fersiz gözleri sulanıyordu...

Gelişinin üçüncü günü öğleden sonra çay, şeker, sabun gibi şeylerle beygirinin heybesini doldurup gönderdim Koca Mehmet'i.

Bir ay sonra dağda tekrar buluştuk. Köylüleriyle birlikte ihtiyaç almaya gelmişti. Zati ihtiyaç sahiplerine yarısı budaksız, yarısı da az budaklı tomruk veriyordum. Kırk santim çaplarında ve dört metre boyunda birinci sınıf iki tomruk vardı ki köylülerin gözleri onların üzerindeydi. Birisini dahi istedikleri halde kimseye vermediğim iki tomruğu Koca Mehmet'e verdim. Köylülerden mırın kırın edenlere; 'El üstünde tutacağınız yaşlı bir kahramana iki tomruğu çok görüyorsunuz,' diyerek çıkıştım. Utandılar. Hiç unutmam, Koca Mehmet, iki tomruğun bedeli olan yirmi beş lirayı, çıkınından çıkardığı tek liraları sayarak katip-mutemede öderken yüreğim burkuldu. 'Dur! Paranı ben vereceğim,' diye seslenecek oldum. Köylülerinin yanında mahcup ederim sanıyla diyemedim. İşlemleri bitince yanıma gelmesini işaret ettim. Gelip, yer göstermemle karşıma oturdu. 'Tomrukların bedelini ben vereceğim deseydim ne yapardın?' diye sordum. Kısa süre düşündü. 'Olmaz diyemezdim emme...Şefimin hediyesi diyerekten tomrukları biçtirmezdim. Ölene kadar onları evin önünde bekletirdim,' deyince, duygulanışımı hafiften gülüşle örttüm. Koca Mehmet de güldü. Yanık sahada bekçilik yapmasını önerdim. Onurlandı. Karısının hasta olduğunu, yalnız bırakmasının doğru olmayacağını söyledi. 'En kostak tomrukları bana vererek ve iyi sözlerle köylülerimin önünde beni ihya ettin ya, bu yeter bana,' dedi ardından. Ona, anlattıklarını bir gün kitap olarak bastırır ve para alırsam, torunlarının okumasında yardımcı olacağımı söyledim. Sevindi ve 'İnşallah,' dileğinde bulundu.

Askerliğim nedeniyle ayrılınca, Koca Mehmet'le bir daha görüşmemiz olmadı

Kırk sene sonra ikinci kuşak yeğeninin bana yazdığı mektupta dediğine göre Koca Mehmet'e
bir kol saati armağan etmişim. Hiç anımsamıyorum. Koca Mehmet, bu dünyadan göçene dek o kol saatini madalya gibi ceketinin sol göğsünde taşımış hep...

Gerek Haylaz dedemin anlattıkları ve Koca Mehmet'in yazdırdıklarını bir kitap haline dönüştürmek için sözü edilen birçok tarihi olayın incelenmesi gerekiyordu. Görevlerimdeki iş yoğunluğu nedeniyle araştırma yapamadığım gibi, bilgi birikimim de öyle bir tarihi romanı yazmaya yeterli değildi. Ancak emekli olduktan sonra araştırma yaparak bilgi birikimine ulaşabildim.

Öyle umuyorum ki anlatılanlar, yakın tarihimizle dünya tarihinin bilinmeyen bazı yönlerine ışık
tutacak, daha nice kahramanlıklara tanıklık edecektir...

05 Nisan 2013 9-10 dakika 23 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (4)
  • 11 yıl önce

    Görmüş geçirmiş tarihi bir şahsiyeti tanıma fırsatına nail olmanız ne büyük bir bahtiyarlık Veysel bey. Onun ile olan muhabbetlerinizi de bize aktarmışsınız ki yazıya da geçmiş oldu böylece. Şimdilerde hiç kalmadı bildiğim kadar o tarihi şahsiyetlerden. Anıları ile yetinmek durumundayız. Çok beğendim bu öyküyü kutlarım yürekten...👍

  • 11 yıl önce

    İyi Akşamlar Ahmet Bey,

    "Zavallı Kahramanlar" çalışması devam ediyor. Kendileri ebediyete intikal etmiş olsalar bile kahramanlıklarıyla yaşayacaklar. Buraya aktardığım, o çalışmanın önsözüydü. Sevgi ve saygılarımla.

  • 11 yıl önce

    👍👍

    hepimizin hayatına dokunan ve iz bırakan isimsiz kahramanlardan sadece birisi Koca Mehmet..ne mutlu ki onunla tanışma tesadüfünde bulunmuş ve hepimiz adına yardımlarınızı yapmışsınız Üstadım..duyarlı yüreğinizden dökülen anlatım çok akıcı

    😙 ve çok değerliydi benim için..keyifle okudum..Kitap yolundaki çalışmalarınızda başarılar diler, güzel yazınızı hak ettiği yerde görmekten mutluluk duydumu belirtmek isterim.

    Kalbinizdeki cehver ile nice adı sanı duyulmayan kahramanlarımızın hikayelerinde buluşmak üzere selam olsun yüce yüreğinize.

    saygımla..

  • 11 yıl önce

    İyi Geceler Dilek Hanım,

    İçten görüş ve dileklerinize yürekten teşekkür ederim. Çalışmalarım sonuçlanıp başarıya ulaştığında size ulaştıracağım. Esen kalın. Saygılarımla.