Zorlu Dönemeçler--1 (21-25)
21. FİLOKSARA
O yaz kir kaç bağda hastalık belirmişti. Omçaların yaprakları , birden sararmış, korukları gelişip, olgunlaşamamıştı. Bağı olan köylüler, endişe ile, ziraat çilere sormak için, Güdül'e , Ayaş'a koşmuşlardı. Götürdükleri numunelerle teşhis konulmuştu. Hastalığın adı Filoksera idi ve bulaşıcıydı. Hiç bir ilaç fayda etmiyordu; omcayı kökünden kurutuyordu. Köylülerin ifadesi ve araştırma neticesi, hastalığın menşei bulunmuştu. Mikrobu, İstanbul'dan gelenler, herhangi bir eşya ile taşımışlardı. Halen İstanbul'da bu hastalık mevcuttu.
Ziraat çilerden öğrendiklerine göre: bu hastalığın yegâne çaresi, omçaları kökünden söküp yakmak, yerine Amerikan çubuğu denen bir üzüm çubuğu ile bağları yenilemekti. Bu cins çubuklar yetiştikten sonra, istenen yerli cinsle aşı yapılacaktı. Amerikan çubuğuna , bu hastalık etkili olamıyordu. Devlet , bu cins çubukları köylüye sağlayacaktı ama ne yazık ki bu uğraş 3-4 sene sürecekti.
22. .KADINLAR ( ÇİLEYE DEVAM )
İlk baharda, bağ budama ve kazma işleri bitince , kadın ve kızları başka bir iş beklerdi. Artık etraf yeşillenmiş hayvanları kıra salıp otlatmak, onların , kış boyunca yiyecekleri otları toplamak zamanı gelmişti. Köyün erkekleri İstanbul'a, kadınları ve kızları haydi iş başına!
Bizim köyün meralarında fazla ot yetişmezdi. Bilhassa yağmurun az yağdığı yıllarda. Bu sebeple, köyün kadın ve kızları, hayvanlarına kışlık ot toplamak için, 15-20 km uzaktaki, köy ve kasabaların meralarına giderlerdi. Bir gün önceden sözleşirler, guruplar halinde, güneş doğmadan yola çıkarlar, mümkün olduğu kadar serinlikte ot toplamak isteseler bile, yine de sıcakta, kan - ter içinde, topladıkları otlar sırtlarında , köye dönerlerdi. Üstelik, bir de getirilen otları kurutup, döverek saman haline getirmek vardı. Kadın ve kızlarımız, çok yetenekli insanlardı. Boş zamanlarında bile, geceleri oturup muhabbet ederken , oya yapar, beş şişle çorap örerek, vakitlerini değerlendirirlerdi. ( Daha sonraki yıllarda, şahit olacağım gibi, Şehir'e göç eden kızlar ve kadınlar, Şehir hayatına en kısa zamanda, uyum sağlamasını bileceklerdi)
Haziran ayı, kiraz ve dut mevsimiydi. Ağaç dallarının en uç noktalarına tırmanıp kiraz ve dut toplamak, benim de sevdiğim görevlerden biriydi. Halamın 'düşeceksin' ikazlarına aldırmaksızın, sincap gibi, bir daldan, diğerine zahmetsizce tırmanırdım. (sonraki yıllarda,, kaybettiğim gençliğimi ararken, şu dizelerle, duygularımı ifadeye çalışmıştımJ
' Mevsimler, hiç , birbirine uyar mı?
Gençliğime seslensem, acep duyar mı?
Özlemim hep, ilk bahara, yazıma;
Duygularım hüzün verir içli sazıma.
Nerede benim gücüm, nerede benim kudretim?
Niçin kaybettim bilmem ki, gençlik denen servetim;
En ince dallara tırmanır, kiraz toplardım,
Tarlalarda koşar, yaylalarda, davarlarla hoplardım.
Saçlarım siyahlansa, gençliğim geri gelse!
Başımda esse kavak yeli, velev ki deli dense,
Gözlerim baksa ileri, hayallerim pembe olsa;
Kararan dünyam, aydınlansa, ışıklarla, birden dolsa!'
Yine haziran ayında, kışa hazırlık olarak, bağlardan, yaprak toplamak mutat işlerdendi. Bu da ayrı bir marifet isterdi. Hangi cins kütükte ince ve yırtmaçsız yaprak bulunur bilmek gerekiyordu. Toplanan yaprakları, tuzlu suda haşlayıp bir nevi salamura yaparak, küplerde muhafaza etmek, beceri ve epey yorulmayı gerektiriyordu.
23.. HARMAN KALDIRMA
Temmuz ve Ağustos ayları da, kadın ve kızlar için, güneş altında kavrulma mevsimiydi. Birkaç erkek ve çocuk müstesna, bütün işler Onlara bakıyordu. Zaten bu mevsimde, herkes, işinde gücünde olur, köy odasının önü , sanki terk edilmiş gibi bomboş kalırdı.
Artık ekinler sararmış, başaklar olgunluğa erişmiştir. Bu sefer, her şeye rağmen, ekinleri biçmeye başlayan kadın ve kızların ağızlarında çığrılan türküler , ellerde oraklar konuşurdu. Kızgın güneş altında, ancak öğleyin, bir, iki lokma yemek için, çalışmaya ara verilirdi. Bir gölge bile bulmak zordu ; her nedense, tarlalarda nadiren ağaç bulunurdu. Bunlar da armut, üvez, meşe ağacı ve onun üzerine sarılan üzüm asmasıydı. Ekinler biçilir, demet yapılır, demetler de üst, üste ve başakları iç tarafa gelecek şekilde yığılır, tınaz yapılırdı. Böylelikle, yalnız sapları dışarıda kalan başaklar, hayvanlara ve bazı tabiat hadiselerine karşı korunmuş olurdu. Bu sefer de, köydeki harmanlara taşıma çilesi başlardı. Bu da genellikle eşekle veya kadın ve kızların sırtında yapılırdı. Yollar müsait olmadığından ne kağnı vardı, taşımak için ne de başka bir şey.
Herkesin harman yeri yoktu; olanlarla anlaşmalı kullanılırdı. Tarlası, dolayısıyla ekini olanın, bazen, düven sürecek, öküzü, eşeği olmayabiliyordu. Bunun da çaresi köylünün anlayışı ve yardımlaşmasıydı. Bu işler, kara sabanla tarla sürmekten, ekin ekmekten daha da zordu.
Benim gibi çocukların yapacağı iş, düven sürmekti. Bu görev, serinlikte zevkli, güneş tepemizi yakmaya başladığı zamansa çok, çok zordu. Hele bir de , düvene koşulan öküzler huysuzluk yaparsa, daha da zorlaşırdı. Bazen, öküzler, çocuk ve güçsüz olduğumuzu anlamış gibi, düveni de bizi de sürükleyerek, harmanın dışına doğru başını alıp giderdi. O zaman bir büyüğün müdahalesi gerekiyordu.
Düven işi bitince, sıra, harmanı savurmaya gelirdi. Tane ve samanı birbirinden ayırmak ancak bu suretle mümkündü. Ancak bu iş rüzgara bağlıydı. Eğer kafi şiddette rüzgar yoksa, beklemek icap ediyor ve tanrıya dua etmekten başka çare bulunmuyordu. Neyse ki bizim köyün (Yelli) adından da anlaşılacağı gibi, rüzgar yönünden, diğer komşu köylere nazaran şanlıydı.
24. BULGUR VE TARHANA
Harmanlar kalktıktan sonra, sıra un öğütmek için, komşu ve uzak köylerin değirmenlerine gitmeye, bilahare de BULGUR ve TARHANA yapmaya gelirdi
Kış hazırlıkları içinde, en hayatî yiyecek maddesi , buğday ve dolayısıyla undu. Kışlık ihtiyacı karşılayacak miktarda, buğday ve una sahip olanlar, bunları, ambar denilen (- ki sandık biçiminde fakat çok daha büyük olan saklama kabıdır.-) yere depoladıktan sonra dır ki ancak rahat ederlerdi. Sıra artık, günlük veya haftalık ekmek pişirme işine kalırdı ki, bu da zahmetli bir işti. Ekmek, bütün gıdaların başı ve kutsaldı. Onu elde edinceye kadar ne safhalardan geçilerek ne kadar zorluk ve zaman harcanıyordu! İşte bütün bu zorluklar nazarı itibara alınarak, ekmek kutsal kabul edilmişti. Kazara, yere düşse, yerden derhal alınır, üç defa öpülerek başa konurdu.
Ekmekten sonra, ihtiyaç ve önemine göre, ikinci sırada tarhana, üçüncü sırada da bulgur gelirdi.
Tarhana yapımı, oldukça emek isteyen bir işti. Önce, istenilen miktarda un, yoğurt, yumurta, kuru nane, maya ve arzuya göre et suyu gerekiyordu. Ayrıca, tahtadan yapılmış büyük bir tekneye gereksinim vardı. Bir de tabii, güçlü, kuvvetli bir kadın veya kıza. Bu koca teknede, bu karışımı hamur haline, hem de özlü bir hamur haline getirmek, oldukça, güç, kuvvet ve hüner isteyen bir işti. Hamur yoğrulduktan sonra, iki gün mayalanmaya bırakılıyordu. Bilahare, hamur , küçük, küçük parçalara ayrılarak, düzgün bir yere, temiz bezlerin veya çarşafların üzerine yayılarak, güneş altında kuruyuncaya kadar , zaman, zaman karıştırılmak suretiyle bırakılıyordu. Parçalar, kurudukça, ufalanacak, tarhana oluşuncaya kadar bu işlem devam edecek , en sonra da elekten geçirilecekti . Bu işlemden sonra, tarhana, kış günleri için ve kolay, kolay bozulmayacağı için de bütün mevsimler için, köylünün en değerli besin maddesi olacaktı.
Bulgur yapımı da, kolay bir iş değildi. Önce, buğdayın cinsi önemliydi. Sert buğdaydan daha iyi bulgur elde ediliyordu. Sonra, buğdayın, taştan, topraktan arındırılması gerekiyordu. Büyük , bakır sinilerde, buğday teker, teker gözden geçirilir, taşlardan, çerden, çöpten ayıklanırdı. Ne de olsa, harmanda, taş ve toprağın karışması normaldi. Bilahare, istenilen miktarda buğday, büyük kazanlarla kaynatılıyordu. Maksat, buğdayın kabuklarının kolay çıkmasını sağlamaktı, haşlanan buğday, biraz kurutulduktan sonra, taş dibekler, tahta tokmaklarla dövülerek, kabuklarının çıkması sağlanacaktı, ; Bilahare, elemek, veya rüzgarda savurmak suretiyle, kabuklarından tamamen ayrılması gerekiyordu. . İş bununla da bitmiyordu. Bu defa, 50-60cm. çapında, biri sabit diğeri hareketli özel yassı iki taştan yapılmış değirmende çekilecekti. Bunu da gerekli görülürse, elekten geçirilmek suretiyle, ince ve iri taneli bulgur olarak ayırmak mümkündü. Böylece, dayanıklı, her mevsim , köylünün yiyebileceği değerli bir gıda elde edilmiş oluyordu. Ama bunlar, daha ziyade kadın ve kızların, güç , gayret , zahmete katlanarak ve zaman harcayarak eldi ettiği değerlerdi
25 .ADETLER ANANELER
Köyümüzün, devamlı uygulanan ananeleri vardı. Bunlardan biri bayramlaşma idi. Bayram namazı kılındıktan sonra, camiden , diğer günlerin aksine, ilk çıkan ihtiyarlar olurdu. Köyün en yaşlısı , meydana gelir dizilir, diğerleri aşağı yukarı yaş sırasına göre Onu takip eder ve el öperek yanında sıraya girerdi. Böylece herkes yaşlılara hürmet göstermiş ve bayramlaşmış olurdu. Bayramlaşma bittikten sonra, toplu halde kabristan ziyaret edilirdi. Herkes kendi yakınının kabri başında kuran okur, dualar yapar, kurban bayramı ise, evine giderek, bir an önce , kurban kesme veya kestirme işine devam ederdi.
Bilahare, her evde , bilhassa , hali vakti yerinde olan evlerde, bir telaştır başlardı. Telaşın sebebi, öğle yemeği hazırlıklarıydı. Her evde, ekonomik durumuna göre, bir yemek tepsisi ( Sinisi ) hazırlanırdı. Yemekler sahanlara doldurularak, tepsilerle, önceden hazırlanıp , tanzim edilmiş, bir harman yerine taşınırdı. Köydeki, çocuklar dahil, bütün erkekler burada toplanırlardı. Yemek sinilerinin, üçü- dördü bir arada olmak üzere , yerlere konur, köylüler tepsilerin etrafına diz çökerek gruplar halinde otururlar güle, eğlene, muhabbetle hep bir arada yemek yeme zevkine ererlerdi. Böylelikle, ebemle yaşadığım yıllarda olduğu gibi, fakirlerin, belki de senede ilk defa doğru dürüst karnı doyardı.