Zorlu Dönemeçler-1-b4-3-6
3..SINIF ARKADAŞLARIM - ÖĞRETMENLERİM
Günler geçerken, yavaş, yavaş sınıf arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi tanımaya başlamıştım. Bizim sınıf, tamamen, parasız yatılı talebelerden oluşuyordu. Hiç kız talebe yoktu. Onları ancak teneffüslerde, müşterek laboratuar ve müzik derslerinde görüyordum. Bir de müzik hocamızın oluşturduğu, özel müzik grubunda, beş- altı kız talebe bulunuyordu.
Bizden üst sınıfların, bize karşı davranışları oldukça iyi idi. Yalnız, dershaneleri normal olarak ayrı olduğu gibi, yatak haneleri ve hatta yemek hanedeki , masaları da ayrılmıştı.
Bizim sınıfta, bana enteresan gelen ve göze çarpan tipler vardı. Örneğin: Bolu'lu SAİM, iri vücutlu, dalyan gibiydi. Gören Onu pehlivan zannederdi. Buna mukabil, sakin tabiatlı, uysal, kimsenin işine karışmayan, fakat derslerine de fazla önem vermeyen biri idi. ELMAS, O da iri yapılıydı. Atak, aynı zaman da heyecanlı hareketlere sahipti. Sanki, herkesle, hatta öğretmenlerle kavga etmeye hazır vaziyetteydi. ?Sınıfın en güçlüsü benim ' der gibiydi . Sporda da aynı davranışları sürdürüyordu. RAMİZ: Benim gibi, burnu iri olanlardandı. Sanki, kökeninde, Kara denizlilik var gibiydi. Ama şivesi, hiç o tarafı çalmıyordu. Onun da hareketleri telaşlı, üstelik, her şeyde, heyecanlı ve aceleciydi. Çok çalışıyor pozundaydı, gizli , gizli sigara da içiyordu. HÜSEYİN: Orta boylu, sakin , efendi bir insandı. Herkesle iyi geçinirdi, tabii benimle de öyle. Onunla iyi arkadaş olmuştuk. Haklı olduğum konularda , benim tarafımı tutar ve savunurdu. KÂZIM: Orta boylu, kırmızı yanaklı, burnu biraz çarpıkça, fakat efendi bir çocuktu. Sınıfın en çalışkanlarındandı. Matematiği iyi idi.' Ben mühendis olacağım' derdi. İbadetine çok düşkündü. O yaşta namaz kılar ve aksatmazdı. Derslerini aksatmadığı için de kimse ses çıkarmazdı. En erken kalkanımız O idi. Etliye, sütlüye karışmazdı. Üstelik, Ankara'nın Koç Hisar kazasından olduğu için hemşerim de sayılırdık. MEHMET EMİN : Bodur denilecek kadar ufaktı. Yassı bir kafa yapısı vardı. Cin gibi akıllıydı. Matematiğe kafası çok iyi çalışıyordu Buna mukabil sakindi (daha sonra Onunla kan kardeşi olacaktık) MEHMET ALİ DURAN.: Yakışıklı, boyu, posu yerindeydi. Kendisi de bunu bildiğinden, yürüyüşü, duruşu, fiyakalıydı. Derslerde de oldukça iddialıydı. Merasimlerde ve toplu fotoğraf çekimlerinde, en önde bulunmak isterdi. CEMAL: Yakışıklı, orta boylu, kendine has poz ve davranışları vardı. Birazcık da şairdi. Denemelerini, zaman, zaman bize dinletirdi. ALAEDDİN: Çenesinin uzunluğu ve müzik bilgisiyle meşhurdu. Oluşturulan müzik grubunun, iyi mandolin çalanlarındandı. Sakin huylu, iyi bir arkadaştı. Aynı grupta, ben de mandolin çaldığım için, iyi anlaşıyorduk. SELAHATTİN: Bolu- Seben'dendi. Esmer, zayıf, kısa boylu, içinden sinirli ve heyecanlı olup dıştan sakin görünen bir yapısı vardı. Derslerine iyi çalışmakla beraber , fazla iddialı değildi. İzmitlilerle beraber, O da benim himayemdeydi. (Daha sonraki yıllarda, benim en sevdiğim arkadaşım olacaktı)
Öğretmenlere gelince: Okul müdürü CEMAL Beydi. Gururlu, kibar bir hali vardı. Karısı da okulda öğretmendi. O yılkı seçimlerde, Bilecik'ten adaylığını koymuş, Millet Vekili seçilince de okuldan ayrılmıştı. MUZAFFER BEY: Orta boylu, sarışın, hareketli, canlı bir insandı. Beni en çok etkileyen tarih hocamızdı. Tarihi, bir hikaye gibi, fakat teferruatlı anlatırdı. Tarih dersinde, en önemli şeyin, sebep ve netice ilişkisi kurmak olduğunu söylerdi.' Bu ilişkiyi bilip kavrarsan, aklında tutabilirsen, tarih dersini de öğrenmiş olursun' derdi Bize tarih derslerini sevdirmek için, tarihî mekanlara geziler tertiplerdi. Örneğin, Bilecik'te bulunan, Şeyh EDEBALİ'NİN türbesine götürmüştü. Burası kasabanın güneydoğu yamacında, kasabadan biraz uzakçaydı. Edebalinin yaşadığı bu evin bir odasına kendisi ve yakınları , sandukalar içinde gömülü bulunmaktaydılar. Ev tamamen türbe ( müze ) haline getirilmişti. Tarih hocamız, Osmanlı İmparatorluğun kurucusu, Osman beyle, Şeyh Edebalinin nasıl tanıştıklarını, Osman Beyin sabrını denemek için buluşma taleplerini birkaç defa geri çevirdiğini, Osman beyin, dünyaya kök salmış şeklinde gördüğü ulu çınar rüyasını tefsir ediş şeklini, aralarında geçen muhavereyi ve Onun kızı BALA hatunla nasıl evlendiğini anlatmıştı. Ayrıca Söğüt kasabasına götürerek, Osmanlı imparatorluğunun ilk temellerinin atıldığı yerleri, Yürük Türklerinin , kuruluş yıldönümlerinde çadırlar kurarak, merasimler yaparak ananelerini nasıl yaşattıklarını göstermişti.
ALAEDDİN BEY: Matematik hocamızdı. İri ve geniş yapılı, vücudu gibi, yüzü de geniş ve kırmızıydı. Talebelere, icabında sert, icabında yumuşak davranmasını biliyordu. Gerektiğinde Bizi koruma ve müdafaaya çalışan yürekli efendi bir insandı.
Tabiat bilgisi HOCAMIZ da enteresan tiplerdendi. Orta boylu, tombul, tam bir Bulgar göçmeniydi. Şivesi, Trakya'dan göç edenlerin şivesi gibi özeldi. Kulak ve ayak temizliği konusunda verdiği eğitici öğütlerini hayat boyu unutmayacaktım. Kulaklar, bilhassa banyodan çıktıktan sonra, kibrit çöpü gibi sivri şeylerle değil, bir parça pamuk inceltilip, sivriltilmek suretiyle kulağın içine sokulmalı, baş yana eğilerek, pamuk üzerindeki parmakla sağa, sola hareket sağlanmalıydı. Böylece hem kulağa kaçan su kurulanmış, hem de kulağın kiri temizlenmiş oluyordu. Sivri cisme pamuk sarmak suretiyle kulağı temizlemek de sakıncalıydı, pamuk içerde kalabilir tehlike yaratabilirdi. Diğer bir konu da ayaklardı. Ayaklar yıkandıktan, bilhassa kış aylarında , banyodan çıktıktan sonra, parmak araları, çok iyi kurulanmalıydı. Aksi halde, rutubetten, mantar , ayrıca çatlaklar oluşabilir, insana hem sızı verir hem de uğraştırabilirdi. Bu arada, Bulgaristan'ın daha temiz tutulduğundan söz etmeyi, methini de ihmal etmezdi.
İHSAN BEY: Müzik hocamızdı. Zayıf, ince yapılı, kabarık saçlarıyla, tam bir müzisyen görünümündeydi. Ne yazık ki kulakları ağır işitiyordu. Sesleri iyi duyabilmek için. Elini, bazen megafon gibi kulağına koyardı. Benim kulağımın ve sesimin uygun olduğunu anlayınca müzik grubuna seçmişti. Hoş, ben de gönüllüydüm ya! Hem sesle türkülere eşlik ediyor, hem de- öğrendikten sonra- mandolin çalıyordum. Okul korosunda erkek talebelerden maada, beş, altı da kız talebe vardı. Kelebek misali, O mu güzel, Bu mu güzel diye, gönlüm, bir ONA, bir BUNA konmak isterdi. Fakat tereddüt eder, bir türlü cesaret edemezdi. Çünkü, güzellik hakkındaki değer yargılarıma, hiç biri tam olarak uymuyordu...... Özel ve millî bayram günlerinde, Bilecik halkına ciddî, ciddî konserler verirdik. En çok seslendirdiğimiz .
' oğlan adın İsmail, ismine oldum nail.....'
'Meşeli, dağlar meşeli, kül oldum ben bu aşka düşeli...'
'Bursanın ufak, tefek taşları, keman olmuş, O yarimin kaşları...' gibi türkülerdi. Bu türküleri hatasız icra edersek, müzik hocamız çok sevinir, gururlanırdı.
4. İSYANLARIM
Harp zamanıydı. ' Harbe girecek miyiz, girmeyecek miyiz' haberleri, radyodan, zaman, zaman dinliyor , aramızda da konuşuyorduk. Böyle kritik bir dönemde, verilen yemekler bizi doyurmuyordu. Porsiyonlar hem az çıkıyor, hem de devamlı, kuru fasulye, mercimek, güm pür le idareye çalışıyorlardı. Biz ise tam gelişme ve yeme çağında idik. Cumartesi, Pazar günleri, kasabaya indiğimizde, bazı arkadaşlar, peynir, zeytin, reçel gibi, bazı ihtiyaçlarını alabiliyorlardı. Benim ise, harçlığım kıt, param hesaplıydı. İşte böyle zamanlarda, fakirliğin acısını, yüreğimde, daha fazla hissediyordum. Zaman, zaman, Tanrıya isyan, anama, babama küfür ettiğim oluyordu.
-Zevk için, beni meydana getirdiniz, netice ne oldu? Biriniz ölüp gitti, bana dikili bir ağaç bile bırakamadı, diğeriniz , beni bebekken terk etti, anne sevgisini tattırmadı. Diyerek, kızar, bağırır, ağlardım. Tabii, bunu , yalnız olduğum zamanlarda yapardım. Bazen, düşüne, taşına fırından, sıcak bir ekmek alır, şehirden, okula gelinceye kadar, yavan ekmeği, büyük bir iştahla, yer, bitirirdim. Ki o zaman ekmekler okkalıktı.
Tanrıya isyanım ise:
-Neden beni yarattın! Madem yaratacaktın, neden, zengin bir ailenin çocuğu olarak yaratmadın ? şeklinde idi. İşte o zamanlar, kendi, kendime söz vermiştim.' Zengin olmadığım takdirde, evlensem bile, çocuk yapmayacaktım.' Çocuğumun da benim gibi, sıkıntı çekmesini istemiyordum. ( Tanrı, bu isteğimi duymuş olmalıydı).
Bir gün, müdür muavini beni çağırttı ve,
-Senin velin kim ? Adını, adresini ver de, mektup yazacağım. Dedi. Dayımın ismini ve adresini vermiştim, ama, neden mektup yazacak acaba diye de merak etmiştim. Beni mi şikayet edecekti? Bu şüphe ve endişem epey devam etmiş, derslerin hay- huyu içinde unutmuştum.......
Artık, okullar kapanmak üzereydi. Devamlı, sözlü ve yazılı sınavlar yapılmakta, bizler de harıl, harıl çalışmaktaydık.
Bu arada, harp bitti, bitecek haberleri, kulaklarımızı doldurmaya başlamıştı. Almanlar yenilmişler, teslim olacaklardı.....
.
5. İLK YAZ TATİLİ
Okullar tatil oldu. Karnelerimizi aldık, Allaha şükür, resim hariç, aldığım notların hepsi pek iyi idi. Diğer arkadaşlarla vedalaşarak, dört İzmitli, iki de Bolulu, Saim ve Selahattin , istasyonun yolunu tutmuştuk. Bolu'lu arkadaşlar, Arif iye'de indiler, Trende, İzmit'e yaklaşırken, içimde , az da olsa bir heyecan mevcuttu. Acaba , beni nasıl karşılayacaklardı. Epey zaman geçmiş, bu zaman zarfında, ancak, bir kaç mektup yazabilmiştim.
Daha, yolun köşesini dönüp, uzaktan evi görür, görmez , Leydinin sesini duydum. Sanki, uzaklardan kokumu almıştı. Bahçe kapısını açar, açmaz, üzerime atladı. Çılgın gibi, ellerimi yalıyor, etrafımda, fırıl, fırıl dönerek, sevinç gösterisi yapıyordu. Bunca zaman geçmiş, beni unutmamıştı. Köpek de olsa, doğrusu, beni duygulandırmıştı.Erkan hariç, yengem ve kızlar , beni iyi karşılamışlardı. Erdem ise, görevi icabı, şehir dışındaydı. Dayımın ise, akşam eve geldiğinde, yüzü gülüyordu. Daha , yanıma gelmeden,
-Hoş geldim, oğlum! Gel, seni kucaklayıp, tebrik edeyim , derslerinde, çok başarılı imişsin, okuldan, takdirname yazısı geldi' dedi. Ve kucaklayıp, yanaklarımdan öptü,. Biraz şaşırmıştım . Getirip yazıyı gösterdi. Gerçekten, yazı okul müdürlüğünden yazılmıştı, yazıyı okuyunca, ne de olsa göğsüm kabarmıştı .
Yaz tatilini, çalışarak değerlendirmek istediğimden, Dayım, kağıt fabrikasında, bana iş bulmuştu. Ne kadar çok para biriktirirsem, benim için o kadar iyiydi. Okulda harçlığa ihtiyacım oluyordu. Dayımdan okul harçlığı istemeye çekiniyordum. Ev o kadar kalabalık, gelen gidenin ve akrabaların haddi - hesabı yoktu.
Fabrikada işim oldukça kolaydı. Bazen işçilere su taşıyor, bazen de , dekovil üzerinde yürüyen küçük vagonlarla, kazılardan çıkan toprakları, bir taraftan, diğer tarafa, taşıyıp döküyordum.
İşten çıkıp, eve geldikten sonra, bahçeyle ilgileniyordum. Bahçe , oldukça, bakımsız kalmıştı. Yediğim ekmeğin karşılığını ödemek istiyordum ama, pek de onu karşılamıyordu. Açıkçası, çalışmam, yengemin, çamaşırlarımı yıkamasının karşılığı bile olamazdı. Gerçi, Dilsiz Emine teyze gibi yardımcı kadınlar, ev işlerine ve çamaşıra yardım ediyorlardı ama, evin asıl yükü, yengemin üzerindeydi. Kızlardan, pek de yardım görmüyordu. Bu da herhalde, Yengemin, Onlara karşı kendi tutumundan kaynaklanıyordu. Her işi kendim yaparım veya yaptırırım düşüncesindeydi. Onlara pek kıyamıyordu galiba!
Sayılı günler çabuk gelip , geçmişti. Okul, artık, benim için bir sığınma yeriydi. Burada, kendimi, bazılarının bilhassa Erkan'ın hissettirdiği gibi, biraz da sığıntı kabul ediyordum. Aslında, Dayım da, yengem de böyle düşünmüyorlardı. Onlar, can-ı gönülden, bana destek olmuşlardı ve destek olmaya devam ediyorlardı.
Bu defa, İzmit'ten ayrılmam, bana, fazla üzüntü vermedi. Artık, önceki duygusallığım yoktu. Ayrılık duygusuyla, trende de ağlamamıştım. Üstelik, okula gidiyorum diye, sanki, içimde bir sevinç vardı.
Okulda, ilk haftanın rehaveti, gelip, geçmişti. Öğretmenlerimizin hepsi de iyi insanlardı. Dersleri de çok iyi öğretiyorlardı. Genellikle, bizlere davranışları iyiydi. Müzik çalışmalarımıza, yeniden başlamıştık. Kendi enstrümanları olup, yaz tatilinde, evlerinde, çalışanlar, bu işte daha başarılı idiler. Benim ise, böyle bir imkânım yoktu. Yengem, genç kızken, Ud dersi almıştı, Udunu getirip, bana da öğretmek istemişti. Ama hem iyi nota bilmiyordu, hem de Udun çalınışı, mandolinden farklıydı bu sebeple, başaramamıştım. Bu iş için uzun zamana ve gayrete ihtiyaç vardı.