Zorlu Dönemeçler-1(11-15)
11.GÖDENİN SÜLEYMAN
Yine böyle gecelerden birinde, Ekiz enişteme babamı anlatması için yalvarmıştım.
--Tuzsuz( nedense Bana böyle derdi) anlatırım, ama dikkatle dinleyeceksin ! Siz de çocuklar gürültüyü kesin ve dinleyin . Ne de olsa O, sizin de dedeniz' diyerek anlatmaya başladı:
--Babana, Gödenin Süleyman derlerdi.( Köylerde, aynı adı taşıyan kimseleri, babalarına izâfeten tanıtırlar ve anlatırlardı ) Gödenin Süleyman deyince, herkes , komşu köyler, bile tanırdı.
Göde Dede, köyün imamı idi. Üç kızı, bir oğlu vardı. Emine ve Ayşe halaların köydeler, biliyorsun,.; Fatma halan ise , Köylümüz Musa dayı ile evlenip İstanbul'a, Selamı Çeşmeye yerleşmişler , Onu tanımıyorsun.
Göde Dede Oğlunu, yani babanı, kendisi gibi yetiştirip, Akçakese köyüne imam olarak göndermişti. Baban, o köyde evlenmiş, iki kızı, iki de oğlu olmuştu. Hilmi, Fatma, Şükriye ve Yusuf. Fatma ablam ,Sorgun'a gelin, Hilmi Ağabeyin de Keşenuz'a iç güveyi olarak gittiler. Şükriye ablanla da ben evlendim . Yusuf ağabeyine gelince ; Onun acıklı öyküsünü belki başka bir zaman anlatırım.
Göde Dede yaşlanınca, köyün ileri gelenleri toplanarak köy imamı olarak babanı çağırmaya karar vermişlerdi. Baban , karısı öldüğü için, dört çocuğu ile köye geldi. Baban dülgerlikten de anlıyordu; köylünün de yardımıyla kısa sürede oturduğumuz bu evi yapıvermişti. Hemen köy imamlığına başlamış, bir müddet sonra da, köyden Satı ile evlenmiş ve bir oğlu daha olmuştu. Durmuş ali ağabeyin. Hani seni, bebekken, kıskançlık yüzünden , bacağından bıçaklayan
Baban köye imam olunca, köylü Onu çok sevmişti. Hem cemaate namaz kıldırıyor, hem de köyün istekli gençlerine ve çocuklarına Kur'an ve eski Türkçe okuyup , yazmasını öğretiyordu. Sesi okadar güzeldi ki hem ezan hem de Kur'an okurken, bütün köylü huşu ile Onu dinlerdi.
Onun arıcılığa çok merakı vardı. Zamanla yüz tane arı kovanına sahip olmuştu; şahane bal alır, fakir fukaraya, eşe , dosta dağıtırdı. Baban öldükten sonra , diğer bütün mallara sahip çıktığı gibi, Hilmi ağabeyin arı kovanlarına da sahip çıkmıştı ve geride bakımsız üç- dört kovan bırakmıştı.
Baban bahçeye de meraklı idi. Dere boyunda hem bağ, hem de bahçe yapmıştı. Köye iki yüz metre uzaklıkta olduğu için, ezan vaktine kadar oraya gider, bilhassa son yaşlılık günlerinde ve sıcak havalarda , orada istirahat ederdi. İşte , o bağı ,bahçeyi de Hilmi zapt etmişti. Anan ile mahkemelik olmuşlar, hatta, ananla taşlı, sopalı kavgaya bile tutuşmuşlardı. fakat, Hilmi, babana ait, sahte bir borç senedi gösterdiği için , mahkemeyi kazanmıştı.
Bu arada, hadiseleri yerli yerine oturtmak için, annenden de bahsetmem gerekiyor. Annen ilk evliliğini, Selman ile yapmıştı . Bir oğlu olmuş, ikinci çocuğuna hamile iken, kocasını, genç yaşta, seferberlik için çağırmışlardı. . Annen güzel ve hamarat bir kadındı; kocasının fazla bir malı yoktu , ama, babasının, yani Uzun Dedenin yardımıyla, iki çocuğunu yetiştirmeye çalışıyordu. , Bir zaman sonra da kocasının şehitlik haberi gelmişti . Selman gibi nice köy genci sefere gitmiş fakat bir daha deri dönememişti. Annen aylarca kocası için yas tutmuş, sonunda baban, Ona talip olmuştu. Halbuki baban evli bir insandı, Annen kuma olarak gitmek istemediğini söyleyince, baban Satı'yı boşamak mecburiyetinde kalmış, ancak ondan sonra evlenmişlerdi. Bu evlilikten , önce Muhittin, sonra Nadire , en son da sen dünyaya gelmiştiniz.' Eniştem bu ara su içmek isteyince, ben de
--Enişte! Babam neden öldü? Ne zaman öldü? Babam öldüğü zaman ben kaç yaşımdaydım , anlatsana! diye bir soru daha sorunca :
-Neden ve ne zaman öldüğünü anlatmam için ,Yusuf Ağabeyinin acıklı öyküsünden bahsetmem gerekiyor ki bu uzun sürer. Onun için bu gecelik , bu kadar,; yarın, sabah namazı için erken kalkacağız, herkes evine , herkes yatağa , deyip kestirip attı. Böylece sevdiğim gecelerden biri daha sona ermişti. Neyse ki gideceğim yer uzak değildi; bitişik odaydı. Usulce kapıyı açtım, hoş gürültüyle açsam da ebem duymazdı ya! Hemen ebemin yanına , sıcak yatağa süzüldüm. Bizim odada ocak sönmüş, oda buz gibi olmuştu. Yattıktan sonra , bir müddet, Eniştemin anlattıklarını düşündüm. Bana , soy , sülale biraz karışık gelmişti. Şimdi biz kaç kardeştik ? on mu? On beş mi? Galiba on bir .Ve uykuya dalmışım.
Ertesi gün ve daha sonraki günler , böyle bir sohbeti iple çekecektim.
12.KÖY ODASI
Eniştem, geceleri , köy odasına sık gitmezdi; gittiği zaman ben de peşine takılırdım. Orası ne de olsa sıcaktı. Soğuklar başlar başlamaz , odanın ortasında odun sobası devamlı yanardı. Kenarlarda yüksek sedirler vardı. Yaşlılar , bu tahta sedirlerde otururlardı. Delikanlıların ise odaları ayrıydı. Oraya başka bir merdivenle çıkılıyordu. Benim gibi çocuklara , her iki taraf da serbestti. Gençlerin odasında kağıt oyunlarını .. izler; yaşlıların odasında ise , Onların muhabbetlerini, kendi aralarında, sözlü sataşmalarını dinlerdik. Her şeyi konuşurlar, biz de her şeyi Onlardan öğrenirdik. Bilhassa yaşlılar, askerlik hatıralarından, seferberlikte olsun, Balkan ve istiklâl savaşında olsun, çektikleri sıkıntılardan sık, sık bahsederlerdi.
Geceleri köy odasına gitmek de dönmek de çok zordu. Kış geceleri hem soğuk olurdu , hem de karanlık. Eniştemle gittiğim zamanlar, Ona ait gemici feneri gibi bir şey , az da olsa yolumuzu aydınlatırdı. Yalnız olduğumda, her bir taşın nerede olduğunu bilsem de , karanlıkta el yordamıyla, hele kışın, yalın ayak gitmem bana çok zor geliyordu . Çoğunluk, yolunu bulmak için çıra yakardı. Evlerde bile gaz lambası olanlar parmakla gösterilecek kadar azdı. Çoğu köylü için bu bir lükstü. Ocakta yanan ateş , hem evi ısıtır , hem de aydınlatırdı. Köylünün en büyük sıkıntısı, gaz, tuz, şeker, bez ve sabundu. Gaymesi olanlar bile bunları bulmakta güçlük çekerlerdi.
13.KADINLARIN ÇİLESİ
Kadınlar çamaşırı kil ve soda ile yıkarlardı. Çamaşır kazanını sırtlayan, derenin yolunu tutardı. Orada çalı, çırpı toplanır; kazanın altı bunlarla yakılırdı. Dere, köye 500-600 m. Uzaklıktaydı. Kazanda su kaynarken, içine, kil ve soda atılır, soğuk suda bir kat kiri akıtılan çamaşırlar kazanda kaynatılırdı. Kazandan çıkarılan çamaşırlar, yassı taşların üzerine konularak, tahta tokaçla, dövüle , dövüle, güya beyazlatılır, sonra da soğuk suda durulanırdı. Bunlar sıkıldıktan sonra kuruması için ,taş ve çalıların üzerine serilirdi (Çamaşırları asmak için ne ip bilinirdi, ne de mandal. ) İş artık onların kuruması için beklemeye kalırdı. Genç kız ve kadınlar, beşi, onu bir araya gelerek bu işleri yaparken, çektikleri eziyete , sanki meydan okurcasına, bir ağızdan, türkü çığırmayı ihmal etmezlerdi. Yaz mevsiminde neyse de, kışın bile bu zorlu işi yapmak mecburiyetinde kalabiliyorlardı. O zaman çalı ve taşlar üzerine serilen çamaşırlar, bazen soğuktan donar, kazık kesilirlerdi. Onları toplayıp, biraz daha sıcak olan odalarına götürüp kurutmak oldukça zor olurdu. Bazen, çalı , çırpı toplayıp, kazanların altına atmak, gibi , ufak, tefek işleri yapmak benim gibi çocuklara düşerdi; tabii kadın ve kızları seyretmek de.
14.İLK ORUÇ
Ebem dindar bir kadındı . onca yaşına rağmen, namazlarını kaçırmazdı. Onunla beraber secdeye yatar, kalkardım. Bana kısa, kısa ayetler öğretmeye çalışırdı. Elham, Nas, Kevser gibi namaz sureleri bunlara dahildi..... Her gece yatağa yatarken 'Yattım sağıma, döndüm soluma , melekler şahit olsun, dinime imanıma' demeyi Ondan öğrenmiştim (ve hayat boyu tekrarlayacaktım.)
Bir ramazan, ebemin itirazına rağmen, oruç tutacağım diye tutturmuş, Onunla beraber sahura kalkıp niyet etmiştim. Kendi, kendime .'madem ki günlerim yarı aç, yarı tok geçiyordu, bari oruç tutmuş olurum ' diyordum. Nasıl olsa açlığa alışıktım. Günler uzun, hava sıcaktı. Akşama doğru içim bayılmaya başladı. Dama çıkan seyyar merdivenin basamaklarına çıkıp oturdum. Galiba ezanın bir an önce okunmasını bekliyordum. Bir ara , ablamla , eniştemin konuşmalarına kulak misafiri oldum.
-Şükriye, galiba, Yusuf bu gün ilk defa oruç tutuyor; söyle de bu akşam, yemeği bizimle yesin!
-Olmaz Hüseyin! Yemeğimiz ancak bize göre, beş çocuk , bir de Onu çağıramam, belki bütün ramazan çağırmak gerekebilir' Eniştem ısrar ediyordu , ama ablama kabul ettiremiyordu,; orada olduğumun farkına varmasınlar diye , daha fazla dinlemeden ağlayarak oradan uzaklaşmıştım. Bu hadise beni çok üzmüş, içimde ukde olmuştu. Her herhangi bir kimse beni yemeğe çağırdığında gitmezdim. Gurur meselesi yapardım. Ancak yemeği hak edecek bir şey yapabilirsem, o zaman farklıydı. ( bu huy bende yıllar yılı sürecekti)
Ekiz eniştem, çok iyilik sever , açık kalpli bir insandı. Ablam ise katı, biraz da cimri idi. Belki O'da hakkıydı, beş tane çocuğu doyurmak kolay değildi. Aşağı yukarı bir evin içinde yaşadığımız için Onun , artık huyunu, suyunu biliyordum.
Diğer ablamı, Sorguna gelin gideni de o sonbahar, yani üzümlerin olduğu mevsimde tanımıştım. Köye gelmiş, Şükriye ablamlar da kalıyordu. Bir gün bağa gidiyordu. Kendisi katırına bindi , ben durmuş öyle bakarken,
--Hadi gel! Kucağıma otur, seni de bağa götüreyim , dedi. Benimle ilgilenmesi, katır sırtında , beraber , bağa kadar gitmemiz çok hoşuma gitmişti. Onu ilk ve son görüşümdü. Daha sonra Onun genç yaşta, iki çocuk bırakarak, öldüğünü duymuş çok üzülmüştüm. ( ama bu hatıra yıllarca benimle beraber yaşayacaktı.)