Zorlu Dönemeçler-2-B5-10c-e

. C. GATA-ANKARA
Rapor için gittiğimizde, ?' Üç damarın, %80 tıkalı olduğunu, ameliyat olmam gerektiğini söylediler. ?' Fazla gecikmeden ameliyat olmalısın' ? diye de tavsiyede bulundular. Aynı odada kalan hava astsubay Şükri bey'e ise ameliyata gerek görmemişlerdi.. Ameliyat haberini alınca Eşim de, ben de çok üzülmüştük. Bir ara Başhekim yardımcısı, Dr. Alb. Mustafa bey'e uğrayıp raporu gösterdim. ??Bana göre ameliyat olmasan da olur, ama kendin karar ver''dedi. Günlerce bu üzüntüyle, moral bozukluğu ile yaşadım. Orman gibi siyah, gür saçlarım endişe ve moral bozukluğundan seyrelmeye başladı. Aslında, kâlbimde fazla bir rahatsızlık hissetmiyordum. Her ihtimale karşı ilaçlarımı muntazam alıyordum.
Bir ara, Ankara GATA'ya gitmek aklıma geldi. Ama orada bir tanıdık olması gerekliydi. Bu sebeple, Silahlı Kuvvetler Akademisinden devre arkadaşım, Koramiral Mustafa Turuncoğlu'nu hatırladım.. Kuzey Deniz Saha komutanıydı. Akademide yan, yana oturuyorduk. Gezide de İzmir Ordu Evinde aynı odada kalmıştık. Randevu almak suretiyle Kasımpaşa'ya, karargâha gittik. Eşimle beni, her zamanki nezaketiyle karşıladı. Odasında oturduk, bize çay ikram etti. Bu arada durumu anlattım. Hemen, Gülhane'yi aradı. Arkadaşı, Kardiyoloji bölüm başkanı, Profesör, Dr. Kd. Alb. Salih beyi aradı. Konuştular. ??İstediği zaman gelsin, ilgilenirim, Anjiyo filmini de beraberinde getirsin'' demişti. Teşekkür ettik. Turunçoğlu bizi kapıya kadar gelerek uğurladı. Endişemiz biraz azalmıştı.
Damat, Deniz Kuvvetlerine bağlı, Radar mevziine Komutan olarak atanmıştı. Ankara'ya yakındı. Telefon ettik. Zaten kâlp krizi geçirdiğimi biliyorlardı. Hemen gelin dediler. Nisan ayı gelmiş, havalar da güzelleşmişti. Arabayla oraya hareket ettik. Ankaradan sonra, Kayaş'a kadar gitmiştim. Fakat ilersini bilmiyordum. Sormak suretiyle öğrendim. Yemyeşil ekin tarlaları içinden geçerek lojmanların bulunduğu yere ulaştık. Nöbetçi er,Nizamiyeden telefon etti. Eve vardığımızda biz Çok iyi karşıladılar. Noyan da evdeydi. Oturup, muhabbet ettik, hasret giderdik. Meğer, Kardoloji bölüm başkanı da Bülent'in arkadaşı imiş. Onu tanıyormuş Askerî lisedeyken, sınıf arkadaşıymış. ?' Pazartesi beraber gideriz'' diye söz verdi. Sonra, beni bölgeyi dolaşmaya çıkardı Lojmanların bulunduğu saha, yüksekte, çok geniş, ağaçlıklı, çiçek bahçeleri, gazinoları, havuzuyla sanki bir sayfiye yeriydi. Oradan bakınca da aşağılarda, geniş ova ve yeşil tarlalar görünüyordu. Askerî bölge, bir tarafta meyilli arazisi dereye kadar , diğer taraftan köy sınırlarına kadar uzanıyordu. Askerî bölge olarak da dağın eteklerinde yamacında kurulmuştu. Subay lojmanları, Astsubay lojmanları, Kantin ve erlerin yatakhaneleri de aynı bölgede bulunuyordu. Etraf telle çevrilmişti. Subay yemekhanesi, gazinosu ve havuzu ayrı bir bölgede, fakat lojmanlara yakındı., Bahçesi ve havuz kenarları nazlı, nazlı sallanan söğüt ağaçlarıyla süslenmişti....
Subayların oturduğu lojman, uzunca, iki katlı bir bina idi. Komutan dairesi, diğerlerinden farklı, dört odalıydı. Salon genişti, odalardan birini, Bülent atölye olarak kullanıyordu. Benim Almanya'dan getirdiğim alad-edevat ve tezgâh kurulmuştu. Bülent , boş vakitlerinde daha ziyade gemi maketi yaparak değerlendiriyordu.. Ben de burada kaldığım müddetçe,, zeytin çekirdeğinden, hediye vermek üzere, tespih yapacaktım.
Nihayet pazartesi günü, Bülent ile GATA'ya gittik. Mesafe elli km. civarındaydı. Profesör'ün odasına aldılar. Turunçoğlunun selamını söyledik. Oturduk, durumu anlattık. Bülent de çok konuşan cinsindendi ya! Kendini tanıttı. Okul arkadaşı olduğunu söyledi. Hoca, biraz zor da olsa hatırladı. Benden anjiyo filmini istedi. ?'ben bunu izlemek isti yorum. Size telefon ederim, gelirsiniz, neticeyi bildiririm'' dedi. Profesörü daha fazla meşgul etmeden ayrılıp, geri döndük.
İki gün sonra, bize telefon etti. ??gelin görüşelim'' dedi. Gittik. Bizi kabul etti. Oturduk. Konuştuk.?Filmi inceledim. Hatta, anjiyo filmini, Profesör Dr. Kemal Beyazıt'a da izlettim. Şimdi size soruyorum, yol yürürken, yokuş çıkarken, merdivenleri tırmanırken yoruluyor, kendinizi, halsiz hissediyor musunuz? Nefes alırken güçlük çekiyor musunuz!' ?Hayır'' diye cevap verdim. Profesör, ?Bana göre, ameliyat olmana gerek yok. Hatta Kemal Beyazıtın fikri de bu yönde, size ilaç yazacağım, beslenmenize dikkat edin, fazla yağlı ve kızarmış şeyler yemeyin. Stresten, üzüntüden uzak durun'' tavsiyesinde bulundu, Filmi de bana iade ettikten sonra, bizi uğurladı.
Allah, Turunçoğlunundan ve Bölüm başkanı. Profesör Salih beyden razı olsundu. Onların sayesinde, üzüntü ve moral bozukluğundan kurtulmuştum.
İtalya'dan getirdiğim ( Fiat-131) arabayı 15 yıldır kullanıyordum. Artık elden geçirilmesi gerekiyordu. Bu konuyu Bülent'e açınca, ??Kırıkkale'de tanıdıklarım var. Hatta, tüccar bir asker yeni terhis oldu. Biliyorsun, orası sanayi bölgesi. Arabayı oraya götürür tanıdıkların fikirlerini alırız ve tamir ettiririz''dedi.
Gerçekten bir cumartesi günü, iki arabayla yola çıktık. Tanıdığı tüccar delikanlıyı bulduk. Beraber sanayi çarsısına gittik. Onun tanıdığı kaportacı ve motorcuyu bulduk. Arabayı kontrol ettiler, konuştuk ve neticede, hem kaporta hem de motorun gözde geçirilmesi ve gerekenin yapılması için anlaştık. Ve arabayı onlara teslim edip döndük. Ustalar arabanın tamirat işi bitince, bize telefon edeceklerdi. 15-20 gün sürer demişlerdi.
Arabanın tamirini beklerken., Bülent'in arabasıyla, kasabaya , pazara gidiyor, meyve sebze vs. diğer ihtiyaçları alıp getiriyordum. Bazen, eşimi ve Gülşeni de götürüyordum.
Bülent beni daha yukarıda bulunan, karargâha götürdü. Arkadaşlarıyla tanıştırdı. Öğleden sonra da tepeye, radar mevziinin bulunduğu sahaya gittik. Muazzam bir yerdi. Radar persir dostun ölümüonelinin esas olarak çalıştıkları yerler burasıydı. Dehlizler, gazinolar, yemekhaneler, yatak odaları, görüntü cihazları, her şey mükemmeldi. Napoli'de gördüğüm harp karargâhının küçük bir benzeriydi.
19 Mayıs gösterileri için, ilçe kaymakamı, Radar Mevzii komutanı olarak, Bülent'i de davet etmişti. Fakat hava o kadar soğuk v e yağmurlu idiydi ki Bülent giderken pardösü giymek mecburiyetinde kalmıştı. Lojmanların bulunduğu yerler ve tepeler kar içinde kalmıştı. Dolayısıyla havası, suyu, yeşilliği her şeyiyle bu durum , benim duygularıma yansımış ve şiir olarak dile gelmişti. YEŞİLDERE

Y E Ş İ L D E R E ( Mayıs 1991 )


Sosyal tesis kurulmuş , bir tepenin üstüne ,
Haspam pek de düşkün endamına , süsüne .
Sanki ağaçların arasına , özellikle gizlenmiş ,
Adına YEŞİLDERE - YEŞİLTEPE denmiş .

Batı sırtta bir köy , eteklerde yeşil ovalar ,
Köpekler var , koyunları , kuzuları kovalar .
Tepeden, kuşbakışı, uzakları , yakınları seyriyle ,
Yarlar içinden akar , etrafı yemyeşil bir dere .


Derinden ses veriyor , yeşil dereler
İnsan şükür diyor bin - bir kereler ;
Öyle asûde ki , günü ve de gecesi ,
Kendinden geçirir insanı , doğanın sesi .

Dört mevsim yaşadık mayıs ayında ,
Kuşlar cıvıldarken , bahçesinde , bağında ;
Renkli , güzel çiçekleri kara büründü ,
Yemyeşil tepeler , bir anda , beyaza döndü .--

Bin bir renkli kır çiçeği , koparmaya kıyamazsın ,
Buz gibidir içeceği , içsen de pek kanamazsın .
Dağlarında kaynaklar , yamaçlarda otlaklar ,
Nisan - Mayıs sağanak , yeşil oldu topraklar .

Ne pis koku , ne toz, ne de sis , duman ,
Çevirmiş etrafı , küçük ,yeşil bir orman ,
Havuz başı yemyeşil, söğüt altı pek serin .
Oturursan altına , kalmaz gâmın , kederin .

Özlem duyar, burada bir günü yaşayan ,
Bizim gibi gelip de hep günleri sayan .
Dostlar, artık ayrılık zamanı , kapılmayın yeise ,
Veda ederek , neşe diliyoruz buradaki , herkese

20 günü geçtiği halde ustalardan telefon gelmemişti. Bir cumartesi günü damatla Kırıkkale'ye indik. Arabanın durumunu inceledik.. Bir hafta daha sabretmemiz gerekecekti.
Yeşildere de hatıra kalsın diye poz, poz resimler çektik. Noyan da vardı. Hatta benim tanımadığım , beş-altı yaşında bir çocuk da karelerin içindeydi.
Nihayet arabanın motor parçaları ve kaportası yenilenmiş ve biraz daha değişik bir renge boyanmıştı.. Yeşildere'de, tam kırk beş gün kalmıştık bu cennet köşesinde. Noyanı da yanımıza alarak, Gülşen ve Bülent'e veda ettik, İstanbul'a doğru yola çıktık.. Bir hatıra fotoğrafı da Bolu dağında, bir tarafta güneş, bir tarafta bulutlar olmak, üzere iki adet hatıra fotoğraf çekmiştik.

D.. DOSTUN ÖLÜMÜ
Daha önce bahsetmiştim. Cahit ağabey, eşi Samahat hanım, Göztepede, Bağdat caddesinin arka sokağında ev satın almışlar, Beykoz'dan buraya taşınmışlardı. Samahat hanım, Yaseminin en vefalı arkadaşıydı. ?'Onlar olmasaydı ben Beykoz'da yaşayamazdım ?' derdi Onların arasında Ragıba, Fitnat hanımlar da vardı. Ben Haydarpaşa lisesinde okurken, yaz tatillerinde iki sene Cahit ağabey'in yanında, gemilerde, puantör olarak çalışmıştım. O tarihlerde kıtlık vardı. TMO, Amerika'dan, gemilerle hububat taşıttırıyordu. Cahit ağabey de TMO temsilen, gemilerde, sorumlu olarak çalışıyordu.
Samahat hanımlar Göztepeye taşındıktan sonra tekrar gidip-gelir olmuştuk. Cahit Ağabey, ?'Size gelirken, şaşırıyorum Yusufcuğum iki tane panjurlu daire var, hangisi sizin, hangisi başkasına ait'' diye her gelişinde bana sorardı.. Yine konuşmalarımız sırasında namaz konusu ele alındığı zamanlar, 'Namaz kılmasını biliyorum,(Tarif de ederdi) sabahleyin ezan sesine uyanıyorum. Allaha dua ediyorum ama bir türlü kalkıp namaz kılamıyorum'' derdi. Ben de ?'önemli,,olan Tanrıya inanmak, üzülme diğer günahlarımızı Tanrı affeder'' diye teselli ederdim.
Aradan seneler geçti, hastalanmıştı, ve Allahın rahmetine kavuştu. Onun için de üzülmüştüm, Erenköy Galip Paşa camiinde namazı kılındı. Cenazesini kaldırdık. Kabir yerleri Edirne Kapı mezarlığında olduğundan. Oraya defnettik.
Yine üzüntülerim galip gelmiş , BİR DOST VARDI adını verdiğim şiirimle duygularımı dile getirmiştim

E. .ERDEMLERİN ZİYARETİ
Yaseminin büyük kardeşi, Erdem, eşi Bedia, Oğlu murat 1986 ağustosunda, İzmir'den kalkıp, bizi ziyarete gelmişlerdi. Onlara, İstanbul'un görülmeye değer yerlerini göstermiş, gezdirmiştik. Bu arada, Sarıyer Dz. Ordu evine de götürüp yemek yedirmiştik. Bir gün de Çubuklu'da, Hıdiv'in köşküne gitmiş, yüksek tepeden, Boğaz manzarası seyrettirmiştik. Oradan hareketle, öğle yemeği için Üsküdar, Havacıların lokalinde yemek yemek istedik. Ama girişte, Murat kod pantolonlu diye içeri almamışlardı. Murat anlayış göstermiş, ?'Ben dışarıda bir şeyler yer, sizi deniz kenarında şu banklarda oturur beklerim ? ?demişti. Biz içeri girdik ama üzülmüştük.
Kulübün yemek salonun manzarası şahaneydi. Kız Kulesi, Gülhane Parkı, Süleymaniye Camiinden başlayıp Beşiktaş'a kadar her tarafı görüyordu. Biz biliyorduk ama Erdemle eşi bu manzara karşısında hayran kalmışlardı.
Birkaç gün kaldıktan sonra, Değirmendere'ye Ahmet dayısının kızına misafir gideceklerdi. ?Biz de gelelim, Gölcük Ordu evinde kalırız' dedik. İzmit'e girip Gölcük yoluna saptıktan sonra, Outlet diye mağazaların bulunduğu yere uğradık. Mağazaları gezerken, bir ayakkabıcı mağazasına girdik.. Yasemin İnci Marka, kısa topuklu bir ayakkabı beğenmişti. Tam kasada ödeme yaparken, Bedia yenge ? ? Ne zamandır, Yasemine bir şey almak istiyordum. Madem bu ayakkabıyı beğendiniz, müsaade edin parasını ben vereyim''dedi. Biz de kabul etmiştik.(O ayakkabıyı, sevmiş, senelerce giymişti).
Erdemler, Değirmendere'de, Handan'da misafir kaldıkları sürece, Handan dahil, akşam yemeklerinde Ordu Evinde buluşmuş, Muhabbetimizi devam
ettirmiştik.

26 Mart 2013 10-11 dakika 79 öyküsü var.
Yorumlar