Zorlu Dönemeçler-2-B5-11A-D
11. MERSİN-KIBRIS
A. ARABANIN AZİZLİĞİ
Damat Mersin bölgesine, su üstü Güvenlik Botlarının komutanlığına tayin olmuştu. Gülşen de yanındaydı ama Noyan Ankara'da Bahçeli evlerde kalıyordu. Halen üniversitede okuyordu.
Bir gün, Gülşen telefon etti. Nisan ayında, Kadın Dayanışma derneği yararına Kıbrıs'a gideceklerdi. Biz de gelmek ister miydik?. Kıbrıs'ı hiç görmemiştik, merak ediyordum. ?'geliriz'' dedim. Annesiyle de konuştum. O'da istiyordu.
Hani, Nurettin enişte rahmetli olmuş, Halide abla yalnız kalmıştı ya! Aklıma geldi. Eşimle de konuşup, telefon ettim. durumu anlattım. Zaten gezmeyi çok severdi, hemen kabul etti. Ben de Gülşeni aradım. Halide ablanın da geleceğini bildirdim..
Kendime göre bir plan yaptım, Sabahtan Halide ablayı da alarak, Ankara'ya, Nadire ablamlar'a gidecek, bir gece orada kaldıktan sonra, Bahçeli evlerde, arkadaşıyla kalan Noyanı da alarak Mersine doğru hareket edecektik.
Nadire ablam, bizi görünce çok sevindi, zaten Halide ablayı da severdi. Gece orada kaldık, yatıncaya kadar muhabbete devam ettik. Sabahleyin Noyan'a uğradık, Çok iyi araba kullanıyordu, direksiyonu ona teslim ettim.
Aksaray'ı 25 km. geçtikten sonra, araba, acayip sesler çıkararak durdu. Noyanla arabadan indik, motor kaportasını açtık, Orasına, burasına baktık, bir şey göremedik. Tekrar çalıştırmak istedik, araba çalışmadı.
Yola yakın, bir benzinci istasyonu vardı. Oraya gittik. Durumu anlattık. Sanayi çarşısına telefon edildi. Benzinci, ? ?Usta 15-20 Dakka içinde gelecek'' dedi. Arabanın yanına gittik, beklemeye başladık.
İki genç geldi. Arabayı çalıştırmak istediler, ama nafileydi. ?'Çekerek, atölye'ye götürmemiz gerek'' dediler. Biz kendi arabamızda olmak üzere, arabamızı çekerek, küçük bir atölyenin önüne geldik.
Esas usta, hasta, evde yatıyordu. Usta 10 sene Almanya'da kalmış, çocuklarının, adet ve ananelerini unutmamaları için kesin dönüş yapmıştı. Delikanlının biri kendi çocuğu, diğeri çırağı idi. İkisi de 17 yaşlarında, daha askerliklerini yapmamışlardı.
Arabanın motor kapağını açtılar. Motor piston başı parçalanmıştı.. Bu arızaların en kötüsüydü. ??Ancak bayramdan sonra yapabiliriz'' dediler. Motorun pek çok parçası değişecek, motor rektifiye edilecekti.
Bizi bir endişe sarmıştı. Bugün arifeydi, ne otellerde, ne de otobüslerde yer bulabilirdik. Delikanlılara durumu anlattık. ?' Biz yolcuyuz, Yolcuya yardım, Allahın emirlerinden biri, ?Yoksa perişan oluruz'' dedik. Delikanlılar birbirlerinin yüzüne baktılar, düşündüler taşındılar, ? ? Bildiğiniz gibi, bu gün arife, herkes dükkanlarını erkenden kapatıp, kabir ziyaretine gider, bir daha da dükkanlarını açmazlar. Eğer parçacı dükkanı ile rektifiye atölyesini açık bıraktırabilirseniz bu işi bitirebiliriz'' dediler.
Artık yapacağım iş, Parçacı dükkanı ile rektifiye atölyesinin sahiplerine gitmem, durumu anlatmam ve yardım istememdi... Ben de öyle yaptım. Allahtan ki ikisi de anlayışlı ve yardım sever insanlarmış. Teklifimi kabul ettiler, Ben de teşekkür ederek atölye'ye döndüm ve iyi haberi verdim. İkisi de oruçluydu. Buna rağmen, yüzlerce parçayı söküp tezgâhın üzerine dizdiler. Bu parçaları söktükçe, sonradan nasıl takacaklar diye şüpheyle bakıyorduk. En çok şüphelenen ve söylenen de Halide ablaydı. Bir ara dükkan sahibi, hasta, hasta geldi ve bizi akşam yemeğine davet etti. Çok duygulanmıştık ama, davete icabet edemeyeceğimizi bildirdik.
Arabanın arıza yapması, saat 1100 civarındaydı. Nerdeyse akşam olacaktı. Biz hem şehri şöyle bi dolaşalım istedik, hem de akşam yemek üzere kıymalı pide ve ayran aldık.. Ezan okununca, delikanlılara da ikram ettik. Noyan oruçlu değildi. onlar da , biz de oruçlarımızı bozduk, . Ama delikanlılar, su içip pide yerken bile, çalışıyorlardı.
Küçük ustalar, öyle sabır ve gayretle çalıştılar ki, saat 2300 de arabayı test ederek bize teslim ettiler. Hayretimizi gizleyemedik. Ustalıkları bir yana, ilgi ve güler yüzle davranışları gözlerimizi yaşarttı. Acaba İstanbul'da böyle bir hadise başmıza gelseydi, bize nasıl davranırlardı?!. Ama burası İstanbul değildi. Burası Anayoluydu. Anadolu insanının asıl özelliği buydu.
Arabayı yine Noyan'a verdim, ben de yanına oturdum. Toros dağlarından aşağı inerken uyumasından korkuyordum, konuşmayı pek sevmediğim halde, devamlı bir şeyler bulup konuşmaya çalışıyordum. Netice de saat 0300 de Mersine, lojmana gelmiştik. Gülşenler de bizi bekliyordu. Çünkü atölyenin telefonuyla onları malumattar ediyorduk. Biraz oturup muhabbet ve dinlendikten sonra, Halide abla Gülşenlerde kaldı, biz de, Ordu evine, Bülent'in bizim için ayırttığı general odasına gidip hemen yattık.
Bayram süresince Mersinde kaldık. Gülşenin arkadaşı, Kara Handan da bayram sabahı gelmiş, Gülşenlerde kalıyordu. Geceleri biz Ordu Evinde kalıyor,,Gündüzleri de, Gülşenlere gidiyor veya Mersini tanımaya çalışıyorduk.
B. KIBRIS ZİYARETİ
Bayramdan sonra, Ordu Evinin önüne bir otobüs geldi, Kıbrıs'a gidecekler otobüslere binerek Taşucu'na gittik. limanda da Kıbrıs'a hareket etmek üzere bir feribot bekliyordu.
Erkek olarak yalnız ben vardım. Kadınların hepsi de, Halide abla, Handan ve biz hariç, Denizci Subayların eşleriydiler. Başlarında da General hanımı olarak, Güler hanım vardı. Güler hanım, Bülent'in sınıf arkadaşı, generalin eşiydi. Onları, daha önceden Yeşildere'deyken tanımıştık.. Çok efendi bir insanlardı.
Feribotta herkes yerine oturup, hareket ettikten sonra, kadınlar arasında curcuna başladı. Herkes yanındakiyle konuşuyordu ama, biribirleriyle konuşur, muhabbet ederken, sesleri mecburen yükseliyordu.
Artık Kıbrıs adası uzaktan görünmeye başladı. Yaklaştıkça, Girmenin yeşil Beşparmak dağları, kendini belli ediyordu.. Limana yaklaştıkça Ordu Evi de görünmeye başladı. . Limana oldukça yakındı. Limanda, iskeleye yanaştık ve dışarı çıktık. Bizi yine bir otobüs bekliyordu. Kısa bir yolculuktan sonra, Ordu evinin otel ve altındaki gazinosuna ulaştık.
Ordu evi deniz kenarındaydı. Binalar geniş bir sahaya yayılmıştı. Erlere ait koğuşlar daha yokarlarda, kantin (daha doğrusu alış-veriş merkezi) ise subay ordu evine daha yakındı. O tarihlerde Türkiye'de bulunmayan şeyler Kıbrıs'ta bulunuyordu. Kıbrıs'a gitmek bir nevi alışverişe çıkmak kabul ediliyordu. İthal çanak-çömlek, kahve ?çay, giyecek, ne ararsan orada bulunuyordu.
Herkes, odalarına yerleşti. Normal olarak, Halide abla bizim odada kalması icap ederken, Gülşen ile Kara Handan, kendi odalarına almışlardı. Halide abla çok konuştuğu için, Bizi rahatsız eder düşüncesiyle böyle hareket etmişlerdi.
Ertesi günü bizim için tahsis edilen otobüsle, Lefkoşe'ye hareket ettik. Tabii, deniz seviyesinden yukarılara doğru tırmanıyorduk. Yollar güzel, asfalttı. Lefkoşe'ye girerken, güzel tek katlı, iki katlı evler, yeşil bahçeler göze çarpıyordu.
Öğle yemeğimizi Saray Otelde yedik. Sonra, otelin tarasına çıktık. Bu yüksekten, Lefkoşenin Rum ve Türk tarafı daha iyi, kuş bakışı görünüyordu. Orda bir de hatıra fotoğrafı çektirdik. Lefkoşenin Türk tarafındaki mağazaları dolaştıktan sonra, tekrar Girne'ye, Ordu evine döndük.
12 nisanda, tekrar otobüse binerek , Magosa limanına gittik. Deniz ve plajlarını gördük, Kumluk, uzun plajları, deniz suyunun temizliği ile ün yapmıştı. Plaj boyunca sıra, sıra oteller mevcuttu. Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa paşanın camiini de gezdik, İçi ayetler ve çinilerle süslenmişti. Birbirine yuvarlak kemerlerle bağlı kubbelerle bağlanmıştı. 1560 senesinde, Lala Mustafa paşa tarafından, Mimar Sinan'a yaptırılmıştı. Avlusunda da sekiz köşeli şadırvan mevcuttu. Magosa'dan sonra, Maraş bölgesine geçtik Burası tek veya iki katlı villalardan oluşuyordu. Ama hiç birinde oturan yoktu. terkedilmiş, yalnızca binalardan oluşan sakin, Yalnız Şehir görünümündeydi. , Öğle yemeğimizi Maraş ordu evinde yedik. Balık yemeğini tercih ettik
Öğle yemeğinden sonra, dönerken, Kıbrıs Türk Barış gücünü ziyaret ettik. Ziyaretimiz, Türk Barış Birlik komutanına bildirilmişti ki hazırlık yapılmıştı. Komutan, subay ve eşleri, gazinoda toplanmışlardı. Bizi karşıladılar. Tanıştık, konuştuk, bize ikindi vakti ikramda bulundular. Bir müddet sohbet ettikten sonra, veda ederek, Ordu evine döndük.
Herkes, gerek Ordu Evi kantininden gerekse, sivil mağazalardan alış-veriş ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Toplu olarak bir yerlere gitmediğimiz zamanlarda, bu gibi isteklerinin peşinde koşuyorlardı. Akşam yemeklerini güle, eğlene bir arada yiyor, gazinoda guruplar halinde oturup muhabbet ediyorduk.
Bir de Girne'yi tepelerinden görelim istedik. Girne limanına girerken, uzaktan, yeşillikler içinde görülen Beşparmak dağları. Kıbrıs'ın kuzeyinde, Girne'nin ise Güneyinde, boydan boya uzanıyordu.. O dağın yeşillikleri, içinde, Beyaz bir bina, sanki kale gibi, uzaklardan göze çarpıyordu. Bu saray gibi Ev, Kıbrıs'ın, ilk Cumhurbaşkanı, Makarios'un kaldığı evdi. Ne zaman yapıldığı bilinmiyordu. Ama kimin oturduğu belliydi. .Artık kimse oturmuyordu. Bizim görmemize müsaade edilmişti. Özel bir yoldan bizim otobüs buraya kadar geldi. Herkes otobüsten inip Beyaz Evi gezmeye başladı, çünkü merak ediyorduk. Sanki kartal yuvası gibiydi. Balkonuna çıkınca, bütün Girne, ve beşparmak dağları görüş içindeydi. Hele, kalesiyle, limanıyla Girne, ayaklar altındaydı. Bu arada limanın doğusundaki kaleden başka, Makarios'un sarayına yakın başka bir kaleyi de ziyaret etmiş, hem sarayda, hem de kalede hatıra fotoğrafları çekmiştik.
Magosa olduğu gibi Girne de turistik bir şehirdi. Çok katlı binaların çoğu oteldi. Ayrıca pansiyonlar da mevcuttu, Bu sebeple her iki tarafta da turist kaynıyordu.
14 Nisan sabahı Mersine dönmeye karar verilmişti. Bir gün önceden hazırlıklar yapılmıştı. Kahvaltı yaptıktan sonra, otobüs bizi limana götürdü.. Feribot gelmişti ama, rüzgar da artmış, sallanıyordu. Herkes binip koltuklarına yerleşti.. Hareket saati geldi, Limandan ayrıldık. Bir,-iki mil açıldıktan sonra, dalgalar yükselmeye, gemi daha çok sallanmaya başladı. Biraz daha ilerleyince, deniz köpürmeye, bazı kadınlar huysuzlanmaya başladı. Neticede öyle oldu ki, kadınlar istifra etmeye, kimi de korkudan feryat etmeye, Eşime, ?Abla bizi kurtar' diye yalvarmaya başlamışlardı. Bir ikisi hariç, sanki sarhoşmuşlar gibi, tuvaletlerin yolunu tutmuşlardı. . Koltukların arası kusmuk içindeydi.
Feribot eski tipti, bu nedenle, bu kadar çok sallanıyordu. Acaba ellerinde daha yeni bir gemi yok muydu?
Velhasıl, Taşucu'na, sakin bir bölgeye gelinciye kadar, hem hanımların eşleri meraktan çatlamışlar, Birkaç tanesi müstesna, gemideki kadınlar perişan olmuşlardı. Otobüsle Mersine dönünceye kadar, hanımların konuştuğu konu, hep gemide çektikleriydi.
C .MERSİN
Biz yine Ordu evinde, Halide abla ile Kara Handan Gülşenlerde kalmışlardı. Ertesi günü buluştuğumuzda, Halide abladan bir teklif geldi. Acaba, Adana kebabı yapan doğru, dürüst bir yer var mıydı.? Kendisi ikram edecekti. Gülşen, çarşıda böyle bir yerin olduğunu biliyordu, daha önce gitmişler, beğenmişlerdi. Dolayısıyla, öğle yemeğinde Adana kebabı yemek için çarşı içinde bir küçük lokantaya girdik. Yemek yerken, Orada bir de hatıra fotoğraf çektirmişçik.
Öğleden sonra, Halide abla ile Kara Handan, otobüsle İstanbul'a döneceklerdi. Her şey ona göre hazırlanmıştı. Biz burada birkaç gün daha kalacaktık. Onları yolcu ettikten sonra biz de ordu evine döndük. Akşam üstleri, Bülent, bize, Mersinin görülecek yerlerini gezdiriyordu. Bu arada, Çarşıda bir tatlıcıya uğradık, Sevdiğim künepe tatlısı aldı. Eve döndük,
D. ESHAB-I-KEHF
Bir gün de Gülşen ve Noyanı da aldık, Tarsus'ta bulunan, Eshab-ı-Kehf mağarasına gittik. Tarsus'a gelmeden, kuzeye doğru arazi tepelere doğru yükseliyordu. Konik bir tepenin yamacınca, Yedi Uyurların mağarasını bulduk. Biraz aşağısında da bir mescitle, lokanta ve dinlenme bankları vardı. Bizim gibi ziyarete gelen pek çok turist bulunuyordu.. Mağaranın içine girdik, elektrikle aydınlatmışlar, Yedi uyurların yattıkları yeri, demir parmaklıklarla çevirmişlerdi. Geniş, enteresan bir mağaraydı.
Yedi Uyurlar hakkında pek çok rivayet anlatılıyordu. Gerçek şu ki Kur'anın 18nci El-Kehf suresinde Tanrı Yedi uyurların durumunu belirtiyordu. Kur'an'a göre: Putlara tapan, Padişah Dekyanus, yedi genç'i putlara tapmaları hususunda zorluyor. Onlar da ?Bizim Rabbimiz, göklerle, yerin Rabbidir. Asla, Ondan başkasına, İlah deyip tapmayız' diyorlar. Ve bu mağaraya sığınıp Allaha yalvarıyorlar. Allah dualarını kabul ediyor ve 307 sene uyutuyor. Tanrı, İnsanlara ölümün ve dirilmenin hak olduğunu göstermek için onları 307 sene sonra uyandırıyor. O zamandan bu yana, bu mağara, Tanrıya inananların (Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar ) dua için uğrak yeri oluyor. Sonradan bir de mescit yaptırılıyor, arzu eden namazını burada kılabiliyordu..
Burada dua edip Mersin'e döndükten sonra, Kara Handandan telefon aldık, Sağ, salim İstanbul'a ulaşmışlardı. Ayrıca bize özel bir havadis de veriyordu. Halide abla, otobüste, şoför mahallinin arkasındaki koltukta yer bulmuş, oraya oturmuş. O kadar devamlı ve çok konuşmuş ki, Şoför rahatsız olmuş ve yolculardan rica etmiş, ?'Bu kadınla birisi yer değiştirsin'' istemiş. Gerçekten yolcular kaptanın isteğini yerine getirmişler ki kaptan şoför de biraz nefes alma imkanı bulmuş.
Biz de zaten Mersinde iki gün daha kaldıktan sonra, Ankara'ya döndük, ablamlarda bir gece kaldıktan sonra da İstanbul'a vasıl olduk. Allahtan ki gidişimizde olduğu gibi dönüşümüzde, araba yönünden, bir zorlukla karşılaşmamıştık.