Zorlu Dönemeçler-2-B5-3a-c

3. İLK ZİYARETÇİLER
1975 Haziran ayında, Gülşenler ziyaretimize geleceklerdi. Hem mektupla, hem de NATO-İzmir hattından, Halide abla vasıtasıyla konuşuyorduk. Gülşenlerde henüz telefon yoktu. Gülşen, oğlu Noyanı da getirecekti. Gülşenin kız arkadaşının annesi de onlara refakat edecekti. Avrupa trenine binecekler, Venedik ten aktarma yapacaklardı. Napoliye gelirken, tren Garına girinceye kadar, hiçbir ara istasyonda inmemeleri için uyarmıştık. Biz Onları Napoli garında bekleyecektik. Yasemin onlar için yemekler yapmıştı. Çok da mutlu görünüyordu.
Netice de Garda, onları beklemeye başladık. İtalyan Kahramanları Garibaldi'nin Heykeli de Gar meydanında bizimkileri beklemekteydi. Tren Gar'a girerken, Onları pencerede gördük. Tren durduktan sonra, ilk içeri dalan ben oldum. Sarılıp öpüştükten sonra, valizlerle trenden indik. Ana, kız, torun kucaklaşıp hasret giderdiler, Noyan büyüyüp gelişmişti. Çok cana yakındı. Saliha hanımı ilk defa görüyordum. Sakin, ağırbaşlı, efendi bir insandı. Eve gelinciye kadar, Gülcan ve Büyük torundan havadisler edindik. Muhabbet devam etti. Evde , ikinci bir sarılmalar derken, Yasemin, ?çocuklar acıkmıştır' diyerek sofra hazırlamaya koyuldu. Artık çok mutluydu. ..
Gülşenleri gezdirmek maksadıyla izin almıştım. Nerelere götürebiliriz diye de bir program yapmıştık. Yarın sabahtan itibaren programı uygulamaya koyacaktık. Muhabbet gece yarılarına kadar devam etmişti.
A. VEZÜV-POMPEİ-SORRENTO..... 4 Haziranda sabahtan yola koyulduk. Önce Vezüv yanardağı eteklerine ulaştık. Dağın sırtları, kır çiçekleriyle kaplıydı. Bilhassa Katırtırnakları sapsarı çiçek açmıştı. Ne de olsa volkanik araziydi. Her türlü kır çiçeği yetişiyordu.. Çiçekler içinde toplu ve tek olarak resimler çektim. Sonra Noyanla ben yukarı, volkan'a doğru tırmanmaya başladık. Öyle bir yere geldik ki Noyanı götürmeye kıyamadım, ??Sen burada kal , ben biraz daha yukarı çıkayım'' dedim.. Gerçekten kraterin ağzına kadar tırmandım. Kraterin ağzında da küçük otlar bitmişti. Çukurun derinliklerine doğru baktım ama daha fazla bir şey göremedim, (Sonradan, neden resim çekmedim diye hayıflanacaktım). Resim çekmeyi unuttum. Makine otomatik olarak resim çekebiliyordu.
Oradan yolumuza devam ederek Meşhur Pompei harabelerine ulaştık. Burası, açık hava müzesi görünümündeydi. Hikayesi şöyle: Vezüv M.S. 70 yıllarında faaliyete geçmiş, Gürültüden, Vezüv'ün patladığını anlayan insanlar, sağa, sola kaçmaya başlamışlar. Kimi kayıklarla, deniz yoluyla uzaklaşmayı denemişler. Fakat deniz öyle kabarmış ki, kayıkları tekrar kıyıya , sahile atmış. Sahilde kızgın kayalar yağmur gibi yağmaya başlayınca herkes sığınacak bir yer aramış. Akabinde öyle siyah bir kül yağmuru başlamış ki, kimi insanların üzerini kaplamış. Havasız kalmışlar, adeta taş kesilmişler. Bunların arasında korkudan birbirine sarılmış taş kesilmiş insanlar da bulunuyormuş. Aşk evleri dahil her tarafın, her şeyin, taş kesilen insanların, fotoğrafların çektim. Kazılar ise yüzyıllar sonra yapılmış ve açık hava müzesi haline getirilmiş.. Harabelerin içinde ve dışında fotoğraflar çekmek suretiyle bu görüntüleri ölümsüzleştirmiştik.
Pompei'den sonra yolumuza devam ettik. Hedefimiz, bizim daha önce defalarca gittiğimiz Sorrento kasabasıydı. Ama oraya gitmeden önce, yolumuz üzerindeki Metro pizzacıya uğrayacaktık. Yolumuz güzel, asfalt, ama çok virajlıydı. Yol üstünde, denizden yüksekte, düz bir teras vardı. Orada durup, deniz manzarası seyretmek, bizde alışkanlık haline gelmişti. Bu defa baktık, bir İtalyan, eşeğini süslemiş turistleri gezdiriyordu. Arabayı park ettikten sonra, Noyan'ı eşeğe bindirip, sahibinin yedeğinde tur attırmayı gönlümden geçirdim. Gülşen'e söyledim, önce kabul eder gibi oldu. Sonra korkar diye vazgeçti. Ne kadar ben ve annesi, Gülşen'i ikna etmeye çalışsak da önce razı oluyor gibi davranıyor, sonra vazgeçiyordu. Biz de İtalyan eşek sahibi de bu duruma şaşıp kalmıştık.. Netice biraz manzara seyrettikten sonra yolumuza devam ettik. Metropiza lokantasının önünde durduk. İçeri girdik. Epey kalabalıktı. Oturduğumuz masadan her şeyi görmek mümkündü. Hamurun karılması, pizza şeklinin verilmesi, üzerine mozeralla denen özel peynirin serpiştirilmesi, pastırma, sucuk ve ya sosis gibi isteğe bağlı teferruatın konması, fürunda pişirilmesi ve servis yapılması gibi her şey, herkesin gözü ününde cereyan ediyordu. Pizza metre hesabı sipariş veriliyordu. Önceki tecrübelerimize göre, iki kişiye 40 cm.lik karışık pizza ile insan tıka ,basa doyuyordu. . Ayrıca servis arabalarıyla tatlı çeşitleri vs. yiyecekler sunuluyordu. İsteyen istediğini alıyordu. Bizim için profeter gibi özel tatlı kafi gelmişti. Saliha hanım dahil herkes yediklerinden memnun kalmışlardı. Tabii İtalyanlar bize göre, hem çeşit, hem miktar bakımından çok daha fazla yiyorlardı. Tevekkeli değil, İtalyan erkeklerinin, göbekten ziyade mideleri sarkmış haldeydi.!
Sorrento, küçük, şirin, turistik bir kasabaydı. Denizden oldukça yüksekte, düzlük bir sahada kurulmuştu. Yat limanında demirlemiş beyaz yatları ve denizin uzağında ki küçük adaları yüksekten seyretmek olağanüstü güzeldi. Kasabanın içi, yol kenarları, limon, mandalina ağaçlarıyla süslüydü. Ağaçlar sarı meyveleriyle, öylece bırakılmıştı. Anlaşılan turistlerin gözüne hoş görünsün diye kimse toplamıyordu. Buranın turistik olduğu kadar, belki daha fazla, oyma işçiliği bakımından meşhur olmasıydı. Dünyanın her tarafından, çeşit, çeşit renkli ağaçlar getirtiliyor, onların doğal renkleriyle, hiç boya sürülmeden, renkli ve müzikli sehpa takımları, tekerlekli servis arabaları, Sorrento manzaralı resimler, portreler vs. yapılıyordu. Buradan sehpa takımı ve servis arabası almadan dönen hiç bir Türk yoktu. Üstelik sehpa takımlarının, kapağı açıldığı zaman, insanı hoş bir müzik karşılıyordu. Gülşen çok sevmişti. Ama götürme imkânı yoktu. Dolayısıyla, dönerken getiririz diye ona söz vermiştik.
Gülşenlere, bir de Sorrentodan sonra, Amalfi isimli balıkçı kasabasını gösterelim istedik. Tepeye tırmanıp, tepeden aşağı, deniz kenarına inmek gerekiyordu. Burası, evleri yamaca doğru yükselen, kıyısı dar bir balıkçı kasabasıydı. Kıyı boyu lokantaları ve balıkçı tekneleri sıralanmış bir kasabaydı. Aynı zamanda, seramik eserler yaratılıyordu. Buranın toprağı, seramik eserler için çok uygundu. Örneğin: seramik bir tabak düşünün, içine, kır çiçekleri, otlar, küçük, çiçekli bir ağaç ve onların arasında bir geyik ürkek bakışlarıyla etrafı gözetliyor.. Yine seramik bir zemin üzerinde, bir kanepe, etrafında seramikten yapılmış yemlenen kuşlar vardı. kanapenin üstünde, seramikten yapılmış, sakalı, bıyığı birbirine karışmış bir fakir kimse, keyifle ayak, ayak üstüne atmış, ayağının biri çıplak, potini yerde, diğeri ayakkabılı, uyuyor durumdaydı. Ayrıca yine seramikten yapılmış, gül demeti, sigaralıklar vs.. Dedik ya! İtalyanlar sanatkâr insanlardı!...
Haziranın onuncu günü, Kabri Adasını görmeye gittik. Biz de ilk defa gidiyorduk. Orada araba yasağı olduğunu biliyorduk, Bir feribot(Aliscafi) ile adaya vasıl olduk. İskeleye çıkar, çıkmaz, büyük bir levha gözüme çarpmıştı. ??Mavi mağarayı görmeden gitmeyin'' diyordu. Zaten iskelenin sağında, sıra, sıra kayıklar bekliyordu. Birisine atladık, kayıkçı küreklere asıldı, 100mt ilerde, mağaranın ağzına geldik. Burası bizdeki Damlataş mağarasına benziyordu ama, içi çok genişti. müşterileriyle 8-10 kayık vardı, Mağaranın içi elektrikle aydınlatılmamasına rağmen, masmavi bir ışık huzmesi ile aydınlanmış görünüyordu. Bu ışık mağaranın tabanından geliyordu. Dolayısıyla mağara masmavi aydınlıktı. Bu doğal mavilik hepimizi etkilemişti. Kayığın içinde ayağa kalksam, başım mağaranın tavanına değecek gibiydi. Kayıkla biraz dolaştıktan sonra tekrar iskeleye gelmiş, Raylı bir sistemle, adanın yukarısına, asıl yerleşim yerine çıkmıştık. Yeni yerleşim yerleri ve lokantalar, alışveriş mağazaları buradaydı. daracık sokaklarıyla eski yerleşim yerlerini de gördük. Ayrıca turistler için, uzakları da görebilsinler diye paralı teleskopların bulunduğu yerler de vardı. Bu sayede, Yüksekten, Kabrinin civarında bulunan küçük adaları, uzak sahilleri, Kabrinin aşağılarında, yapılmış villaları da görmemiz mümkün oluyordu. Bu geziyi ölümsüzleştirmek için teleskopun başında bir de fotoğraf çekmiştim. Bizim için değişik bir gezi olmuştu. Çok memnun kalmıştık..
B. ROMA-VATİKAN
13 haziranda Romanın yolunu tuttuk. Napoli- Roma arası 200 km. idi. Ben, arabayla, 90 km.yi geçmemeye çalışıyordum. Yanımızdan arabalar vızır, vızır geçiyorlardı. Noyan da ?Dede, geç, dede geç'diye seslenip duruyordu. Onun sesini senelerce hatırlayacaktım. Önce eski Roma'yı, o flimlerde seyrettiğimiz Hipodrom'u gördük. Tabii fotoğraf çektirmeyi de unutmadık..Sonra (Fontana di Trevi) Aşk çeşmesinde bulunan mermer kadın, erkek heykellerini izledik, diğer turistlerin yaptığı gibi, tekrar Roma'ya gelelim diye, omuz başımızdan, havuza madeni paralar attık. Turistlerin içinde İki defa, üç defa para atma işini tekrarlıyonlar vardı. Herkesin dileği farklıydı. Orada da resim çektim. Daha önce bir haftalık seminer için eşimle gelip gördüğümüz yerleri gezdirdim Güzel, çiçekli, ağaçlıklı park içinde bulunan Villa Bughese'yi , buradan devamla, çok basamaklı merdivenlerden İspanyol Meydanına indik. Merdiven başının manzarası şahaneydi. İspanyol meydanı (Piazza di Spagna) öyle kalabalık, lokanta ve mağazalar o kadar çoktu ki hangi birine girelim diye tereddüt ettik. Daha sonra, İber nehri üzerindeki köprüden geçerek Vatikan'a ulaştık. Sen Pietro Bazilikası dünyanın en büyük kilisesiydi. Turistlerle beraber, Sen pietro meydanındaki büyük kiliseyi dolaştık. Dua edenleri, mermer heykelleri, duvar ve tavanlarda, şahane resimleri izledik, hayran kaldık. Oradan Yeni Roma tarafına geçtik. Artık hava kararmaya başlamıştı.. Oradan çevre yolu diye bir yola girdik. Bir müddet gittikten sonra yanlış girdiğimi anlamıştım. Otostrada'ya çıkmam zaman aldı. Gişelere bir km, kala lastiğin patladığını fark ettim. Arabayı yolun kenarına çektim. Patlayan lastiği söktüm, sitebneyi çıkardım, taktım tekrar hareket ettim ama stepnenin de patlak olduğunu anladım. Ee, arabayı aldıktan sonra, sitepneyi kontrol etmezsem olacağı buydu. Eşim ve Gülşen çaresiz ve sinirliydiler. Saliha hanım ise sakin, sakin duruyordu. Onları orada bırakıp, gişelere kadar yürümekten başka çare yoktu. Oradan telefonla çekici çağırtacaktım. Zaten gece olmuştu. Biraz aydınlık yapsın diye farları da yanık bırakmıştım. Düşündüğüm gibi yaptım. Gişelerde, İngilizce-İtalyanca karışık meramımı anlattım, Ama epey zaman almıştı. Çekiciyle beraber, dönüp-dolaşarak arabanın yanına ulaşmam zor olmuştu..Meğer ben hareket ettikten sonra trafik ekipleri gelmiş, fakat dil sebebiyle anlaşma sağlayamadıkları için gitmişlermiş. Bizimkiler ise, hem korkudan, hem de gecenin soğuğundan el aman demişlerdi. Arabayı çekiciye bağladılar, arabada biz olmak üzere, Çekiciyle şehirde bir lastik tamir atölyesinin önünde durduk. Lastikleri tamir ettirip, evimize geldiğimizde saat sabahın üçü idi. Bu olayı da hayat boyu unutmayacaktık.
C. POSSOLİ-SOLFATORA
20 Hz. Günü, kahvaltıdan sonra, Sofiye Lorenin köyü Possoli ve Solfatora'yı görmeye gittik. Maksadım deniz kenarındaki bu turistik ve balıkçı köyü ile , köyün yakınında bulunan, Solfatora volkanik araziyi göstermekti. Possoli, küçük bir köy olmasına rağmen, turistler çoktu..Upim gibi büyük mağazalar da mevcuttu. Deniz kenarına doğru yürüyünce, balık satan kadınlar gördük. Balıklarını, gösteri yaparak satmak için, çiy balık yiyen kadınlara şahit olduk. Bu köyden, volkanik bir arazi olan Solfatora'ya gittik. Bu çökmüş, arazi ile Vezüv Yanardağının yer altı irtibatı olduğu söyleniyordu. Gerçekten, yeraltından yükselen dumanlar, yerden çıkan sıcak sular ve bataklık arazi Vezüv yanardağı ile ilişiği olduğunu gösteriyordu. Bir gün de böyle geçmiş, misafirler memnun kalmıştı.
Yasemin evden bir şeyler hazırladı. Piknik yapmaya, Carney parka gideceğiz. Portatif piknik (Masa , sandalyeler, plastik, kapaklı su kabı. Plastik tabaklar, yiyeceklerin konduğu kapaklı plastik kap vs) malzemelerini arabanın bagajına koyduk. Daha önce bahsettiğim gibi Carney parkta sabit olarak yapılmış her imkân mevcuttu. Hafta içi olduğundan, bu gün piknik yeri, bir kaç İtalyan aile dışında tenha idi. Güldük, eğlendik, İtalyanların, enginarları, kabuklarıyla ateş üzerinde pişirerek yediklerine şahit olduk. Gün içinde resimler çektim. Ama nedense kendimi karenin içine almayı hep unutuyordum. Burada piknik yapmak, bizim ve misafirler için değişiklik yaratmıştı.. Çok memnun kalmıştık. Gün batmadan eve dönmüş, böylece bir günü daha birlikte yaşamıştık.
Bu gün de Noyan'ı, şehir içindeki çocuk parkına götürdüm. İderlandia denen bu çocuk parkı, Napoli ye ilk geldiğimiz sıralarda, 20 gün boyunca kaldığımız otelin karşısındaydı. tabii, Saliha hanım ve Gülşen de bizimleydi..Parkta dönme dolaplar, atış mahalleri, su dehlizleri, su tünelleri, hepsini denedik. Noyan biraz korkmakla beraber, çok zevk almıştı. Onun sayesinde, adeta ben de çocuk olmuş, çocukluğumda yaşayamadığım günleri yaşamıştım. Hanımlar da bir masada oturmuş bizim zevkimizi paylaşıyorlardı.
Ne de olsa sayılı günlerdi. Çabuk geçiyordu., Gülşenleri ufak, tefek alışveriş için çarşıya götürdük. Standa ve Upim gibi büyük mağazaları gezdirdik, Götürebilecekleri şeyleri almalarını sağladık. ?Dönüşümüzde ne isterseniz getiririz' diye de söz verdik.
Artık gitme zamanı gelmişti. Son gece evde bir hüzün, İstasyonda Onları uğurlarken ikinci bir hüzün yaşadık. Ana-kız, anneanne- torun kucaklaştılar. Sonra sıra bana geldi. Vagonda yerlerine oturttuk. Birinci düdükle biz aşağıya indik, onlar pencerede, tren hareket ederken, eller, kollar sallandı. Gözden kayboluncaya kadar hüzünle arkalarından baktık. Yasemini, yalnızlığıyla evde baş başa bıraktıktan sonra ben, karargâh'a dönmüştüm.
Karargâha döndüğümde, Abidin paşa beni çağırttı. Roma ataşesi Doğan Beyazıt'ın hanımı Roma dan Napoli ye gelecekmiş, Karacıların kıdemlisi Kemal Alb. izinde olduğundan, bizim gidip, Capatocino hava meydanında karşılamamızı istedi. Ertesi günü, eşimle gidip karşıladık. Doğan Beyazıtı, Gen kur.da , aynı şubede staj yaparken tanımakla beraber, bu vesile ile eşini de tanımış olduk. Hatta Hanımın, eşimle bir de fotoğraflarını çekmiştim. Karargâhtaki L- binasına gelinciye kadar eşimle muhabbet etmişler, alıveriş için onları yalnız bırakmış, vazifeme dönmüştüm.

11 Mart 2013 13-14 dakika 79 öyküsü var.
Yorumlar