Zorlu Dönemeçler-2-B5-4a-e

4. İTALYA İÇİ VE DIŞI GEZİLERİ
Artık Temmuz gelmiş, havalar ısınmıştı. Senelik iznimi almıştım. Almaya- Oberammargau'daki, 15 günlük NATO Kursuna katılacaktım. Denizci Amiral ile Denizcilerin kıdemlisi Kur.Alb. İlhan Aran da aynı kursa katılacaktı..Ama gezi programımız farklı olduğundan, birlikte seyahat edemeyecektik.
Yaptığım plana göre, önce Frenze'ye gidecek, Mikelanjio nun eserlerini görecek, Çadırlı kamp mahallinde çadır kurup bir hafta kalacaktık. Kamp yeri ve Floransa(Frenze) konusunda Amerikalı Bnb. Poul'den bilgi almıştım. Frenze den sonra, Fransa nın güney sahillerine yakın San-Remo, Cannes, Monoco gibi yerleri dolaşacak sonra, Oberemmargau'ya geçecektik
A. FRENZE
Sabahın erken saatinde, çadırı, arabanın üstüne, port bagaja, diğer kamp malzemelerini bagaja yerleştirdikten sonra Roma'ya, kuzeye doğru yola çıktık. Otostrada'da, asfalt yol çok güzeldi, Tabii Roma ya uğramadan, yolumuza devam ettik. Eşim, bir yerde duralım, bir şeyler yiyelim istiyordu. Ama Otostrada'da duracak yer yoktu. Haliyle bana kızıyordu. Nihayet bir benzin istasyonunda durduk. Benzin aldık, arabanın içinde bir şeyler yedikten sonra yola devam ettik. Bana göre gidilecek yere bir an önce varılmalıydı. Napoli- Frenze arası 480 km.idi. Ferenze'ye girerken muazzam bir köprüden geçtik, Köprü Mikelanjio tarafından yapılmıştı. Kendi memleketi olduğundan, Kadetral ve kiliselerin iç tezyinatı, helkeller, frenksler, resimler her türlü eserler ressam ve heykeltıraş Mikelanjio tarafından yapılmıştı.. Mikelanjio Santa Crose kilisesinde gömülüydü. Kilisenin dış yüzeyi tamamen beyaz mermer kaplıydı. Yapının şekli enteresan ve görkemliydi. Şehri şöyle bi dolaştıktan sonra, yine aynı Mikelanjio köprüsünden geçmek suretiyle kamp yerine ulaştık. Çadırlı kamp yeri, dere kenarından başlayıp batıya doğru yükselen bir arazi yapısına sahipti. Kamp yerinden Frenze şehri ve nehir görünüyordu. Çok kalabalıktı. Daha ziyade zeytin ağaçlarıyla kaplıydı. Biz de çeşmeye yakın bir yer bulduk. Çadırımızı kurduk.. Kamp malzemelerini çıkardık. İkindi olmak üzereydi ve hava çok sıcaktı. Nehre girip serinlemek istiysen kadın ve erkekler şimdi kampta duş yapıyorlardı. Duş yaptıkları yerler ise güya kapalı, fakat insanların belden yukarısı ile bacakları meydandaydı. Kapıların yalnız orta yerleri kapalıydı. Kapılar, kadınların malum yerlerini gözden gizleyecek şekilde yapılmıştı. Kampta, her türlü kolaylık ve alışveriş merkezleri mevcuttu. Turistlerin yüksek sesle konuşmaları ve her taraftan müzik sesleri gelmesi insanı rahatsız ediyordu. Eşim de rahatsız olmuştu. Güya buraya dinlenmeye gelmiştik. Üstelik çok da sıcaktı ve müzik sesleri bütün gece devam etmişti. Eşim ısrarla sabah erkenden burasını terk etmek istiyordu.re
B. İRVEA
Sabah erkenden kaçar gibi yola çıktık. Planladığım şekilde Cannes, San-Remo, Nice ?e gitmeyi düşünüyordum. Fakat otoyola çıkınca sağa dönmeyip yola devam ettiğimi anlayınca iş, işten geçmişti.. Artık bahsettiğim yerlere gelecek sene gideriz diyerek planımda değişiklik yapmış oldum. İtalyanın kuzey batısına doğru ilerliyorduk.. Frenze-Parma-Piecenza-Milano-Novara derken İrvea kasabasına geldik. Bu arada da yol devamlı yükseliyordu. İrvea, İtalyanın kuzey batısında, küçük, şirin, turistik bir kasabaydı. İçinden bir nehir geçiyordu. Haritaya baktığım zaman, PO nehrinin kollarında biri olduğunu anladım. Kasabaya girerken, çadırlı kamp yeri sordum, hemen tarif ettiler, halk çok cana yakındı. Turistlere yardım etmeye can atan cinstendiler. Tarif ettikleri kamp yeri, kasabanın doğusunda, fakat kasabaya çok yakın bir göl kenarındaydı. Üstelik çok da tenha idi. Küçük gölün öbür yakasında ,bir çadır vardı ama kimseler görünmüyordu. Yemyeşil ağaçların altında, yeşil çimenlikte, kendimize göre güzel bir yer bulup çadırımızı kurduk. Duş kabinleri, akan çeşmeler, hazır ocak yerleri, tuvaletler, gibi, her türlü imkan vardı, her şey düşünülmüştü. Kabinlerde, paralı olsa da sıcak su vardı. Sessiz, sakin bir yerdi. Tam bizim istediğimiz gibi! Çadırı kurup yerleştikten sonra .ılık suyla duş aldık. Yasemin, bulgur pilavı ile kuru fasulye pişirdi. Seyyar tüp dahil her türlü kuru yiyecek mevcuttu.. Göl kenarında, yeşillikler içinde Afiyetle ve zevkle yemek yedikten sonra kasabayı görmeye karar verdik. Bizden önceki turistlerin yaptığı gibi, Çadırın fermuarını kapattık, ( Daha önce de bahsettiğim gibi, İtalyanın kuzey tarafı emniyetli yerlerdi.) ve kasabaya gittik. Burada Upim gibi büyük mağazalar bile vardı, Ufak , tefek ihtiyaçlar ve bilhassa karpuz aldık. Alplerden çıkıp gelen Dora nehrinin kenarında, yeşillikler içinde bir yamacı fon gibi kullanarak Yaseminin fotoğrafını çektim. (9 temmuz 1975) Kasabayı da şöyle bi dolaştık, Kulesi kırmızı tuğladan yapılmış bir kale ile, kuleleri ve mermer sütunları bulunan büyük bir kadetral'ı gezdikten sonra kampa döndük. Küçük gölün karşı tarafında çadırları bulunan turistler de gelmişlerdi. El sallayıp merhabalaştıktan sonra, onlar kendi alemlerine biz de kendi alemimize daldık. Ne biz onları, ne de onlar bizi rahatsız ettik. Burada huzur içinde üç gün geçirdikten sonra, İsviçre ye doğru yolumuza devam ettik.
C. CENEVRE
İrvea'yı geçince Oto yol son buluyordu. Ama yollar yine de güzeldi. Gittikçe yükselerek yolumuza devam ettik. Tünele yaklaştığımızı gösteren trafik işaretleri görünmeye başlamıştı. Geçeceğimiz tünel. Edindiğim bilgiye göre: Dünyanın en uzun tünellerinden biriydi. Alp dağlarının altından, İtalya 'yı İsviçre ve Fransa'ya bağlıyordu. 1957-1965 yılları arasında tamamlanmıştı. Tünelin uzunluğu 11.6,km., yüksekliği 4.35m, genişliği 7 m.idi. Tünelden geçmek, bizim alışık olmadığımız bir şeydi. Tünele girdiğimizde her tarafın aydınlanmış olduğunu gördük. Her ne kadar güneş ışığına benzemese de elektrikle aydınlatılmış olması bizi rahatlatmıştı. Yine de çok uzun gelmişti. Sıkılmıştık. Anladığım kadarıyla bir yerlerden hava da alıyordu.
Tünel çıkışında şahane bir manzarayla karşılaştık. Hem ormanlık, yeşillik, hem de o kadar yüksekteydik ki, kasaba ve köyler, çok, çok aşağılarda, yeşillikler içinde görünüyordu. Bu şahane manzaralı, düz platformda arabayı park ederek, hatıra kalsın diye eşimin fotoğrafını çekmiştim. Tarih 10 temmuz 1975.idi. Sonra, İsviçre'nin güzel ve şirin köylerinden geçerek, yeşillikler içinde yol kenarlarında semiz, bakımlı, iri sığırları otlarken izleyerek Cenevre ye ulaştık. Artık şehrin içindeydik. Arabayı park edecek bir yer arayıp, sorarken, bir park yeri tarif ettiler. Burası, yer altında bir park yeriydi ve ben ilk defa böyle yeraltında bir park yerine girecektim. Park yerine girerken başımı öne doğru eğdiğimi fark ettim. Onu hatırlayınca, ikimiz de, kendimizi gülmekten alamadık.
Arabayı park ettikten sonra dışarı çıktık ki burasının cennet gibi bir yer olduğunu fark ettik. Kapalı park yerinin üstüne çok geniş bir sahada, çeşitli çiçekleri ihtiva eden bir park vardı. Aynı parkta, yine çiçeklerle süslenmiş, çalışmakta olan büyük bir saatin mevcut olduğunu gördük. Ayrıca parkın içinde, fıskiye ve heykellerle donatılmış büyük bir havuz vardı.. Parkın bir tarafından da koskoca Leman gölü uzanıyordu. Leman gölünün Cenevre tarafında da yüz küsur metre yüksekliğinde, fıskı yelerle sular fışkırtan bir sütun görünüyordu. Hayran, hayran bu manzaraları seyrettikten sonra, Çiçekli saatin bulunduğu yerden Yaseminin fotoğrafını çektim. Araba, park yerinde duradursun, Şehrin içinde küçük bir lokanta aradık. Bütün sokak ve caddeler tertemizdi. Bizim memleketin ve bilhassa Napolinin halini, kirli sokaklarını düşündük! Nihayet, .Küçük bir lokanta bulup yemeğimizi yedik. Masalarda şık, şık insanlar yemek yiyorlardı. Galiba kendi kıyafetlerimizden dolayı da sıkılmıştık. Oradan çıktıktan sonra, yatacak bir otel bulduk. Lokanta da, yattığımız otel de tertemizdi. Sabahleyin kahvaltı eder, sonra da Lozan'a hareket ederiz düşüncesiyle yattık ve yorgunluktan, derin bir uykuya daldık

.
D. LOZAN
. Sabahleyin, Leman gölünün sol tarafındaki yolu takiple , Ağaçlıklı, yeşil bahçeler içindeki villaları seyrederek, Lozan'a ulaştık. Sormak suretiyle, çadırlı bir kamp yeri bulduk. Giriş işlemlerini yaptıktan sonra, bisikletli bir kişi, önümüze takılarak, bizi, kamp sahasının uzak bir yerine götürdü. Çünkü kamp yeri doluydu. Kamp yeri çok genişti. Her tarafta, yüzlerce Karavan, rengarenk çadırlar kurulmuştu..Tam da Leman gölünün kenarındaydı.
Çadırımızı kurup, yerleştikten sonra, duş yapma ihtiyacı duyduk. Ama, banyolar ve diğer alışveriş yerleri, kampa giriş yerindeydi. Epey yol yürümemiz gerecekti. Buna rağmen oraya yürüyerek gittik. Pek çok tuvalet ve banyo kabini vardı. Tabii, kadın ve erkeklerin gireceği yerler farklıydı. Banyodan çıktık ki Yasemin titriyordu.'' Ne oldu'' diye sorduğumda, sıcak suyu ayarlayamadığını, bu sebepten soğuk suyla duş yaptığını söyledi. ??İnşallah hastalanmam'' dedi. Çadırın oraya vardığımızda Migren baş ağrısı başlamıştı bile. Genç kızlığından bu yana migren baş ağrısı çekiyordu. Gözleri ışıktan rahatsız olur, başını, şakaklarını uğar dururdu. Midesi bulanır, Bazen istifra etmesine bile sebep oluyordu. Genellikle , üç gün sürer, bazen de yirmi dört saatte geçerdi. Neyse ki bu defa bütün gece devam etmiş, ertesi günü geçmişti.
Bir gün göl kenarında dolaşıp hava alırken, bir genç yanımıza yaklaştı. Türkçe konuştu. Hayret ettik. O'da bizi konuşurken duymuş, yanımıza gelmişti.. Meğer İsviçre üniversitesinde okuyan bir Türk genci imiş, Burada işçi olarak çalışan bir ailenin çocuğuymuş. Cenevre ve Lozan'da çalışan epey Türk işçisi varmış. Okurken vakit bulup buralara gelemiyormuş, Şimdi tatil zamanı olduğundan, göremediği yerleri görmek istiyormuş. Göl kenarında oturduk, epey muhabbet ettik. Biz de kendi durumumuzu anlattık. En önemlisi de buraya uğramaktaki maksadımızı anlatarak, ?'Lozan Andlaşmasının yapıldığı yeri görmek istediğimizi, nasıl gidebileceğimizi' sormuştum. Anlaşma, Lozan Üniversitesinde imzalanmış. Halen orasını müze haline getirmişler. ?Üniversite kapalı ama imza edilen yer açık olabilir' dedi ve bize nasıl gideceğimizi tarif etmişti.
Bir gün de Lozan'da dolaşırken, küçük bir Pazar yerine rastlamıştık. Sebze-meyve satılan bir yerdi..Müşteriler, sanki düğüne veya komşuya gider gibi, süslü elbiselerini giymişlerdi. Bir tane yaşlı kokana gözümüze çarptı .Kolunda hasır bir sepeti vardı. İki patlıcan, iki-üç domates, yarım da hıyar alıp hasır çantasına koymuştu. Hıyar dediysem, uzun cinslerindendi. Bizim ki gibi Çengelköy cinsinden değil. Diğer İsviçleri kadınlar da süslüydüler ve onlar da öyle, çok az sebze meyve alıyorlardı.. Hayret etmiştik. ?Ne kadar az şeyler alıyorlar' diye! Türk insanının aldıklarıyla, bilhassa İtalyanların aldıklarıyla mukayese edilemezdi. İtalyanların mı gözü açtı, yoksa bizimkilerin mi?
Bu kamp yerinde üç gün kaldık ve Almanya'ya gitmek üzere yola koyulduk.

E. KONSTANS GÖLÜ
Hedefimiz, kurs göreceğimiz Oberrammargao kasabası idi. Yemyeşil ormanların içinden geçtik.Yol boyu, ? geyiklere, tavşanlara dikkat' levhaları asılıydı. Bir konaklama yerine saptık. Tuvaleti, oturulacak bankları, çeşmeleri mevcuttu. Bankların birine oturup, çıkınımızı çıkardık, peynir, haşlanmış yumurta gibi şeyler yiyoruz. Yumurtayı soyarken yere bir kabuk parçası düştü. Her taraf o kadar temiz ki gözümüze çirkin göründü. Hemen toplayıp çöp kabına atmak mecburiyetinde kalmıştık. Tuvalete girdik, işimizi bitirince, sifon otomatik olarak çekilmişti. Buna rağmen görevli bir kişi, etrafı ve tuvaleti kontrol edip çöpleri topluyor, tuvaleti temizliyordu.
Artık Almanya sınırını geçmiş bulunuyorduk. Yolda, bir kamp yeri işareti daha gördük. Sağa saptık. Bu defa, göl (Konstans Gölü) kenarında bir kamp yeri bulduk. Çadırlar, karavanlar kurulmuş, tuvaletler, çeşmelerden, şarıl, şarıl akan sular!. Her türlü imkan düşünülmüş. Biz de, arabayı müsait bir yere çekip, çadırımızı kurduk, piknik malzemelerimizi çıkardık. Hava sıcak, iri kıyım kadınlar, çeşme başlarında, bacaklarında şort, sırtlarında bir sütyen, koltuk altlarını, bağırlarını ve kollarını yıkayıp serinliyorlardı.. Ellerinde de kese gibi bir şeyler var, onunla koltuk altlarını sabunluyorlardı. Konuşmalarından ve vücut yapılarından, Alman turistleri oldukları anlaşılıyordu.. Bu kamp yerinde de resim çekmeyi ihmal etmemiştim.
. Üç gün süren kamp hayatımız sonunda da buradan ayrılıp yolumuza devam etmiştik..

12 Mart 2013 11-12 dakika 79 öyküsü var.
Yorumlar