Zorlu Dönemeçler-2-B5-4f-
F. OBERRAMMARGAO
Yayla gibi, yüksek platolardan geçerek, uzaktan Oberrammargao'yu gördük. Dere üzerindeki bir köprüden geçerek, kasabanın içine girdik. Küçük, turisttik bir yer. Evlerinin dış duvarları, yağlı boya resimlerle kaplı, Sanki her biri, bir masal konusunu işlemiş gibi. Binalar iki, üç katlı, ve çatıları dik, kuzey memleketlerinde olduğu gibi. Caddeleri, dükkanları temiz ve muntazam, Bilhassa kuzey tarafı yüksek dağlarla çevrilmiş. Kasabanın kendisi de yüksek bir arazide kurulmuş. Dere aşağılara doğru, gürül, gürül akıyor. Oberrammargao, hem kasaba, hem de köy görünümünde. Kasabanın arka taraflarında, tarlalar ve otlayan sığırlar mevcut. Bahsettiğim dağlardan, yamaç paraşütüyle atlayanlar görünüyordu. Sonradan öğrendiğime göre, o yüksek dağlar, ikinci dünya savaşında, Alman paraşütçülerini eğitmek üzere kullanılmış. Yani, burası Alman indirme birliklerinin eğitim merkeziymiş. . NATO tesislerinin yerini sorduk, öğrendik. Oraya gittiğimizde, geniş bir sahada birbirine benzer binalar gözümüze çarptı. Bizi karşıladılar, Misafir(Bioque) haneye götürdüler. Bize kalacağımız yeri gösterdiler. Artık bundan sonra çadırlı kamp yok, Çadır kur, çadır topla zahmeti olmayacaktı. Odalarda her şey mevcut, isteyen yemek bile yapabiliyor. Ama herkese açık lokantası bile bulunuyor.. Misafirhanenin tek mahsuru, İki oda arasında, ikinci birer kapıyla irtibatlı olan tuvalet ve banyonun müşterek olmasıydı..
Gittiğimiz gün yerleşme ve istirahatla geçti. Ertesi günü kurs göreceğimiz okula gittim. Okul 1953 yılında yapılmıştı. NATO'ya ait ve standartlara uygundu. Müttefik devletlerden subaylar toplanmıştı. Bizden ise, biri general ve kıdemli olmak üzere iki denizci, bir de ben bulunuyorduk. Neden karadan kimse yoktu anlayamamıştım. 1953 yılından bu yana NATO subaylarını eğiten bir kurumdu. Şimdi sıra bizdeydi. Kurs 15 gün sürecekti. Saat 0900 da başlayıp 1430 bitecekti. Biz kurs görürken , hanımlar kendi aralarında toplanıp, kasaba civarını gezip göreceklerdi. Biz de günler uzun olduğu için, mesaiden sonra ve hafta sonları, alışverişe, gezip, görmeye vakit bulacaktık.
Kursun maksadı: NATO güçlerini, barış ve savaşta sevk ve idare ederken, üye memleketlerin NATO politikaları, stratejileri, görev ve sorumlulukları hakkında, üye devlet subaylarına ve seçilmiş sivil personele bilgi vermekti. Aynı zamanda, NATO Devletlerine ait böyle bir topluluğun., tanışıp, kaynaşmasını sağlamaktı.
G. GARMİCSH
Bize verilen bilgiye göre, buradan sonra, en büyük ve yakın kasaba GARMİCHE idi. Kurstan sonra rahatlıkla gidip, dönmek mümkündü.. 15-20 dakikalık bir yoldu. Garmich'e gitmek için devamlı yokuş aşağı iniliyordu. Yol çok virajlıydı. Garmish geniş bir vadinin içinde kurulmuştu. Yükseklerden akıp gelen dereler burada birleşiyor, büyük bir nehir halini alıyordu. Köprülerden geçerek kasabaya ulaşılıyordu. Bu kasaba, aynı zamanda, kış için, ünlü bir kayak merkeziydi. Yüksek dağlara havai hatlarla çıkılıyordu.. Zaten, Oberammergao dan inerken teleferik hattı görülüyordu.
Garmich daha büyüktü ve bizim için en önemlisi, Piexti.(Kantin), lokanta, fasfoot, giyecek mağazalarıyla, Amerikan tesislerinin bulunmasıydı. NATO subayları burada, her türlü imkanlardan faydalanabiliyordu.
H MÜNİH
Ayrıca en yakın büyük şehir olarak Münih (Münchene) vardı. Orada da büyük bir Amerikan PX i mevcuttu. Ve müttefik subayların istifade edebileceği bir yerdi. Buna mukabil, Napolideki PX' den istifade edemiyorduk. Bu nedenle, elektrikli malzemelerle, porselen yemek takımları gibi şeyleri buradan alacaktık. Münih'e gittiğimiz zaman, şehrin çok modern ve çok katlı binalarını gördük. Yollar şahaneydi, araba hiç sarsılmıyordu. Şehrin içinde ise bizim alışık olmadığımız tüneller, viyadükler, dönmekte zorluk çektiğimiz yollarla karşılaştık. sora, sora PX'i bulmuştuk. PX de Çok katlı bir binada bulunuyordu.. Her katında ayrı cins malzeme vardı. Allahtan ki katlar arasında asansör vardı da katları dolaşmak kolay olmuştu. PX de almak istediğimiz şeyler ucuz ve kaliteliydi. Aradığımız her şeyi bulmuştuk. Münih zaten Türk işçileri için ikinci vatandı. Orada pek çok Türk işçisi vardı. İkinci gidişimizde, Bir Türk lokantasına girdik. sahibiyle konuşup tanıştık. Döner yemeği özlemiştik. Yemekten sonra, tekrar konuştuk, Bizim Damat hobi olarak maket yapımını seçmiş, bizden de Metabo takımları istemişti. Lokanta sahibi Remzi beye, durumu anlattık ve en yakın mağazayı sorduk. Eksik olmasın bize yürüyerek gidebileceğimiz bir mağazayı tarif etti. Liste elimizde oraya giderek, aradığımız her şeyi bulup almıştık.
İ. KIRAL SARAYI
Bir hafta sonu da, tavsiye üzerine, Oberremmargao'ya yakın, Alman kralı Lutvig II.nin sarayını görmeye gittik. Yine yüksek bir platform üzerinde, çeşitli ağaçlardan oluşan orman içinde, sade fakat güzel bir saraydı. Kral buraya dinlenmek istediği zaman geliyormuş. Bizim padişahların av köşkleri gibi. Ama saray, iki katlı ve daha görkemliydi. Bahçesi ve önündeki büyük havuz fıskiye ve yaldızlı heykellerle süslüydü. Ayrıca havuzda, çiçeklerle süslü adacıklar yapılmıştı., havuz çok güzel tanzim edilmişti. Saraya giden yol da parke döşenmişti. Yol, iki taraflı, havuzun kenarından saraya doğru uzanıyor, muntazam kesilmiş lüksturünlerle süslenmişti Saraya bir kaç m telif yaldızla süslü heykeller, resimler ve eşyalarla, çok güzel dekore edilmişti. Ayrıca misafirler için saray yavruları, kuleli kiliseler ve müstahdem binaları mevcuttu. Saraya giderken sol tarafta, yeşil bir yamaçta, bir mağara görünüyordu. Buraya girdiğimizde, dikitler ve sarkıtlar, heykellerle süslenmiş olduğunu gördük. Bu güzel manzarayı kaçırmayıp, bir fotoğrafımızı çekmiştik. Ayrıca saraydan biraz daha uzakta, turistler için lokanta ve yiyecek büfeleri de düşünülmüştü., istiysen, istediği yemeği yeme imkanına kavuşturulmuştu.
O güzelim yerden ayrıldıktan sonra, orman içinde biraz daha dolaşalım istedik. Arabayla, sağa saptık. Gide, gide, anlaşılan bir sınır kapısına gelmişiz. Meğer oradan ötesi Avusturya sınırı imiş, Asker bizi uyarınca ters yüzü dönmek mecburiyetinde kaldık. Ancak akşam üstü olmuştu ki Oberammargao'ya dönebildik.,
J. NAPOLİYE DÖNÜŞ
Obermmargao da on beş günlük kurs bitmiş, artık Napoli'ye dönme zamanı gelmişti. Akşama doğru, haritayı önüme açmış, mesafeye bakmıştım. Bir günde alınabilecek yol değildi. 1100km. Arabanın port bagajında çadır vardı, Zaten hiç indirmemiştim. Bizim aldıklarımız neyse de Damat için aldıklarımız çok yer kaplayacaktı. Burası emniyetli bir yer olduğundan, eşyaları, akşamdan arabaya yerleştirdim. Bagaj ve arabanın arka koltukları dahil her yer dolmuştu. Şoför mahallinden arka tarafımı görmek mümkün değildi. Bu durumda sabah erkenden yola çıkmalıydık
Nitekim, saat 0430 da yola koyulduk. Artık hep yokuş aşağı iniyorduk. Avusturya, İnsburg'a gelince, yol kenarında bir park yeri bulduk. Arabayı durdurup, tepeden aşağılara doğru manzarayı seyrederken, arabanın içinde hem kahvaltı yaptık, hem de burasının ünlü bir kayak merkezi olduğunu hatırladım. Yine yokuş aşağı yola devamla, Balzano,-Trento,-Verona-mantova-Modena. Burada yani Modena'da durup öğle yemeği yedik.. Benzin aldık ve tekrar hareket ettik. Yasemin yanımda, zaman, zaman kestiriyor. Ben ise aynı gece bir benzinlikte durmak suretiyle yarım saat kestirebilmiştim. Araba eşya yüklü olduğu için, herhangi bir hırsızlığa karşı, Arabadan ayrılmama imkân bulamıyordum., Napoli'ye gelişimiz ertesi günü saat 0400 ü bulmuştu.. Aşağı, yukarı 24 saat yol kastetmiştik. Hoş yollar güzel olmasa bu mesafeyi göze alamazdım ya! Kilometre saatine bakıyorum, tamamı, tamamına 1100km. Yorgunluktan bitkinim. Kımıldayacak halim yok ama eşyaları arabada bırakıp yatamam ki. Zar, zor eşyaları yukarı çıkardım. Ondan sonra, hiç bir şey yemeden kendimizi yatağa atmıştık..
K. ADADA PİKNİK
Tekrar NATO Karargâhı'nda işe başlarken, Ağustosun ikisi olmuştu. Bizden bir sene önce gelenler, dönüş hazırlıklarına başlamışlardı. Karşı Apt.da oturan pilot Bnb. Doğan Perk de bunlardan biriydi. Bizim karşı dairemizde oturan Bnb. Hüseyin Şaşmaz ile bana bir teklifte bulunmuştu. Hafta sonunda, son defa, üç aile bir piknik yapalım istiyordu. Piknik yapacağımız yer, Napolinin batısında bir ada idi. Bir sene önce gitmişler, çok memnun kalmışlardı. Tek araba ile gidecektik. Hüseyin Şazmazın böyle büyük bir Amerikan arabası vardı. Gideceğimiz yol kısa olduğundan, hepimiz bir arabaya dolduk..(Genellikle İtalyanlar da böyle kalabalık halinde arabaya binerlerdi. küçük çinko-çentolardan sekiz-dokuz kişi çıkardı da hayret ederdik.)
Nihayet yola çıktık. Sofiye Lorenin köyü olan, Pozoli limanından bir feribota bindik. Biraz gittikten sonra, bir ada göründü uzaktan, feribot oraya yanaştı. Biz, Hüseyin Şazmazın hanımı ve çocuklarıyla adaya atlayıverdik. Sanki diğerleri de arabayla bizi takip edecekler gibi gelmişti. Feribot hareket edince durumu anlayabildik. Bizim şaşkın bakışlarımız arasında feribot gitti. Derdimizi görevlilere anlatmakta zorluk çektik. Neyse, telsiz telefonla konuştular, arkadan bir feribot daha gelecek, Ischia adasına gidecekmiş. Bizim önden giden arkadaşlarla da konuştular, Onlar da Ischia adasın da iskelede bizi bekleyeceklermiş. Gerçekten ikinci feribot geldi, biz ona bindik, on-onbeş Dakka içinde Ischia adasına vasıl olduk. Arkadaşlar, İskelede bizi bekliyorlardı. Arabaya binerek, çamlar, yeşillikler içindeki adanın tepesine, piknik yerine vasıl olduk. Orada her türlü kolaylık mevcuttu. Bizim gibi piknik yapmaya gelen insanlar çoktu. Deniz ve orman manzaralarını izleyerek güzel bir gün geçirmiştik. Acele olarak adaya atlayışımız, yalnız kalışımız , İtalyan ilgililerine zorlukla derdimizi anlatışımız, bir hatıra olarak belleğimizde yer edecekti.
Bir gün Atagündüz paşa beni çağırttı. Odasına gittim.??Otur sana söyleyeceklerim var''dedi. ?Buyurun sizi dinliyorum'dedim. ??Yusuf, bak, ayrılma günlerimiz yaklaşıyor. Buradaki arkadaşlar mey anında sana da sicil vermem gerekiyor. Gerek Hava Kuvvetlerindeyken, gerekse burada, senin nasıl çalıştığını biliyorum. General olurken, Pilot arkadaşlarla, hava yer arkadaşların arasında farklılıklar yaşanıyor. Kadro olarak da öyle. On pilot general oluyorsa, buna karşılık kurmay da olsa, bir Hava Yer general olabiliyor. Bu ve başka nedenlerle, sana yüksek not vermek istiyorum, haberin olsun'' dedi ? ?Size teşekkür ederim, paşam!, siz nasıl uygun görüyorsanız öyle yapın. Ama benim için general olmak pek de mühim değil'' diye cevap vermiştim. Gerçekten general olmak için daha zamanım vardı. Ağustosun sonunda kıdemli Alb. Olacaktım. General olmak için daha üç senem vardı. O zamana kadar kim öle, kim kalaydı. İllâ ki general olacağım diye de bir hırsım yoktu.
Sene boyunca, zaman, zaman Türkiye'den, görev icabı subay arkadaşlar gelip, gidiyordu. Kıdemli olarak Onlarla ilgilenmek ve buradaki bir arkadaşı, gelenlerle, ilgilensinler diye görevlendirmek benim sorumluluğumdu. Tabii generaller de geliyordu. Onlara uygulanan yöntemler biraz faklıydı. Bu defa, I nci Taktik Hava Kuvveti Komutanı Org.Genaral Tahsin Şahinkaya geliyordu. İstekli olduğundan dolayı, Pilot Bnb. Mahir Kütüğü görevlendirmiştim. Zaten Mahir'i tanıyordu. Günlük resmi görevleri bitirdikten sonra, Akşam yemeği için önce, buradaki generallerle bir araya gelecek, Sonra, Baş konsolos tarafından, bir akşam yemeği verilecekti. Bu yemeğe, burada görevli ,Kara, Deniz ve Hava generalleri de katılacaktı. Son akşam da sıra bizlerdeydi. Mahir Bnb. Deniz kenarında bir lokantayla anlaşmıştı. Uzunca bir masa tanzim edilmişti. Abidin Paşa dahil eşlerimizle birlikte yemeğe katılmıştık. Şahinkaya Paşa, daha ziyade pilotları tanıyordu. Benim ise hem okuldayken öğretmenimdi hem de Hava Kuvvetlerinde iken Loj. Başkanımızdı. Erkan Fercan Bnb.yı da Lojistik Başkanlığı yaparken tanıyordu. Tabii ki Abidin paşa ve eşini de tanıyordu. Dolayısıyla hepimize iltifatkâr davranıyordu. Diğer arkadaşlar da dikkat çekmek, biraz da yaranmak arzusuyla Şahinkaya paşa ile konuşmak istiyorlardı. Vel hasılı iyi bir akşam geçiriyorduk Yemekler güzel, biraz da içki olunca, herkes neşeli görünüyordu. Yemek bitince, kahveler içildi. Artık evlere gitme zamanı gelmişti. Önce paşaları ve ekibini yolcu ettik, sıra bize gelmişti. Park yeri yolun karşısındaydı. Eşimle, ben tam yolu geçerken, bir araba farlarını yakmış, bize doğru geliyordu ki ışıktan mesafeyi kestirememiştik. Araba acı bir fren yaparak durdu. Eşim önde ben arkadaydım. Araba tam eşimin sağında durmuştu. Şoför, frene basmak suretiyle, Muhtemel bir kazayı önlenmiş, eşim ezilmekten kurtulmuştu. Biz de çok korkmuştuk. İşte ömür boyu unutamayacağımız kötü bir hatıra daha.(Hatıraların hepsi iyi olacak değil ya!)