Zorlu Dönemeçler-2-B5-4o-ö
L. YİNE BİR HATIRA
Eşim genç kızlığından buyana, Migren baş ağrısı çekiyordu.. Baş ağrısı tuttuğu zaman dayanılmaz acılar içinde kalıyordu.. Bazen, mide bulantısı, istifra beraberinde geliyordu. Bazen 24 saat sürerdi, bazen daha uzun. Dr. İğne yapmak suretiyle biraz sakinleştirebiliyordu. Çok doktora gidilmiş, çare bulunmamıştı. Bir de buradaki doktorlara derdimizi anlatalım istedik. 02-03-1976 tarihinde , İnternational hosbital diye bir hastane vardı, oraya gittik. Durumu doktora, İngilizce, İtalyanca, karışık izah ettim. Muayene etti. Bilhassa gözler üzerinde durdu. Bir de iltifat etti. ??Madonnanın gözleri çok güzel''dedi . İlaç yazdı, ??Daha bu hastalığın çaresi bulunamadı' dedi. Biz doktorun odasından çıktık, eşime Türkçe doktorun söylediklerini izah ederken, hastabakıcının biri yanımıza yaklaştı. ??Sizin konuşmalarınızdan Türk olduğunuzu anladım. Bir hastamız var, et yemeği yemiyor. Üzülüyoruz. bir de siz konuşur musunuz? ?'Dedi. Yol gösterdi, bizi hastanın odasına götürdü. Hasta yatakta yatıyordu. Bizim Türk olduğumuzu anlayınca, canlandı, çok sevindi. Niyazi Kutlu bir gemi işçisi imiş. Çalışırken ayağına demir.düşmüş. Gemi, yoluna devam etmek için Kutluyu bu hastahaneye getirip bırakmış. Tedavi etmelerini istemişler, bir ay sonra dönüp alacağız demişler. Lâkin, hasta ne zaman dönecekler diye merak ediyormuş. Hastabakıcının şikayetini dile getirdik. ? Efendim, domuz eti verirler diye korktum, bu sebeple et yemeği yemiyorum' dedi. Durumu hastabakıcıya izah ettim. ?'Biz, Türklerin domuz eti yemediğini biliyoruz. Yemeklerde hep sığır eti kullanıyoruz''dedi. Bu defa hastabakıcının söylediklerini Kutlu efendiye tercüme ettim. Memnun oldu. Bundan sonra et yemeklerini yiyeceğini vaat etti. Yapılacak bir şey yoktu. ?' Geçmiş olsun'' diyerek, Evin ve büronun telefon no.sunu verdik. 'Bir ihtiyacın ve sıkıntın olursa bize telefon ettir'' diyerek ayrıldık İkinci defa ziyaretine gittiğimizde, geminin Napoliye geldiğini, hastanın iyileştiğini ve alıp götürdüklerini öğrendik.
Yukarı taraflarda, L- binasından ve buradaki, oldukça ucuz dükkanlardan bahsetmiştim. L- binasının alt katında, Musevi, Toninin dükkanı bunlardan biriydi. Basit, masa, sandalye, hortum vs. gibi malzemeleri buradan alıyorduk. Epey de Türk müşterisi vardı. Ayrıca, L- Binasında çeşitli malzemeler satan dükkanlar da vardı. Bu dükkanlardan, yalnızca, karargaha girebilen insanlar istifade edebiliyordu. Bir gün de öğle yemeği boşluğundan istifade ederek, eve gitmiştim. Eşimle beraber dönerek L- binasındaki saatçi dükkanından birer saat almak istemiştik. Seiko marka iki saat aldım. Benimki yalnızca kolumun hareketiyle çalışıyor(58 dolar), eşiminki, aynı marka fakat hem hareketle, hem de pil ile çalışıyordu(100 dolar). Bu arada başka dükkanları da dolaşmış, eşimin istediği bir şeyi de almamış, ??sonra alırız, başka yerlere bakalım'' diyerek, isteğini yerine getirmemiştim. Eve dönerken arabayla nizamiyeden çıktık, bir-iki yüz metre sonra ? ? arabayı durdur! .ineceğim''dedi. Baktım ki kararlı, frene bastım. Arabadan indi. Eve yürüyerek gidecek. Anlaşılan bana bozulmuş. Fakat evin yolunu bulmasına imkân yoktu!. Üstelik de ev uzak, yürüyerek gidemez..Şimdilik yolu doğru ama ben her ihtimale karşı arabayla arkasından takip ediyorum. Bir yere geldi ki nereye gideceğini şaşırdı. Ben arabayı yanaştırarak, ? ? Hadi gel, hem ev çok uzak, hem de yolu bulamazsın, bin arabaya ?' dedim. Biraz tereddüt etmesine rağmen arabaya bindi , ama hiç konuşmuyordu. Böyle durumlarda, benim, anlayış göstermem, üzerine gitmemem gerektiğini biliyordum. Biraz yağcılık yapmam lazımdı ki yumuşatabileyim ve konuşturabileyim. Ancak böyle davranırsam, birkaç saat içinde onu yumuşatmam ve konuşturmam mümkün oluyordu.
M VENEDİK YOLCUSU
İtalya'ya galipte Venediği görmeden Türkiye'ye dönmek olamazdı. Bütün arkadaşların gönlünde Venedik vardı. Doğrusu, biz de oraya gidip görmeye can atar olmuştuk. 24 ekim 1975 da yola çıkmak üzere hazırlık yaptık. Sabah saat 0700 de hareketle, Roma-Frenze-Bologna, ki burada öğle yemeği yedik, Padova'yı geçtikten sonra, akşam üstü Venedik'e vasıl olduk. Arabayı, park yerinde bıraktıktan sonra GARDENA Oteline yerleştik. Otelin önünden itibaren kanallar görünmeye başlamıştı. Otelin civarındaki bir restoranda akşam yemeğimizi yemek istedik. Çorba hususunda tutucu olduğumuzdan, evde pişirdiğimiz çorbaya benzerini tercih ettik. sonra, yattık ve yorgunluktan hemen uyuduk. Ertesi sabah, bir gondola binerek, San Marco meydanına gittik. Meydan, daha şimdiden turist kaynıyordu. Meydanda, Turistlerden daha çok da güvercinler vardı. Sanki İstanbul, Yeni cami önü gibi. İnsanlar onları besliyor, bir bulut gibi havalanıp, sonra yere iniyorlardı. San Marco Kilisesi büyüklüğüyle , kubbesiyle, kuleleriyle hemen göze çarpıyordu. Sanki ilk defa kilise ziyaret ediyormuşuz gibi içeriye girdik. Mermerden yapılmış heykeller, yaldızla süslenmiş çeşitli resimler, kubbenin büyüklüğü ve resimlerle süslenmesi yine ilgimizi çekmişti. Meydan öyle büyüktü ki, lokantalar, büfeler, alışveriş mağazaları ve turist kalabalığı. Biz de turistlere uyarak, bir büfeden, peynirli sandviçle çay alıp içmiştik. Okuduğum büroşöre göre, Büyük kanaldan başka yüzlerce kanal varmış. 110 civarında da kanalların oluşturduğu, toprak parçası, yani adacıklar. Bu adacıkların üzerlerinde de kiliseler, muhtelif binalar. Büyük kanalın uzunluğu 3800mt., genişliği 30-70 m. Derinliği ise 5mt civarında imiş. Kanalların ayırdığı adacıklar arasında da muhtelif ebatta, bombeli köprüler mevcuttu. Köprülerin bombeli olmasının sebebi ise Su Kanalları üzerinde ulaşımı sağlayan gondolların rahat geçebilmesiydi. Kanallar boyunca, iki-üç katlı eski binalar sıralanmaktaydı. Her binanın önünde bir kayık bulunmakla beraber, insanlar, yakın yerlere gitmek için Bombeli köprülerden de istifade ediyorlardı. Öğleden sonra da turistlerle beraber, gondollara binerek, Venedik'i dolaşmaya çıktık. Gondol içinde, Yaseminin fotoğrafını da çektim. Ayrıca bir de, kanal üzerindeki köprüdeyken Yaseminin resmini çekmiştim.
Morano adasının bizim için önemi büyüktü, Orada kristal eşya imal eden fabrikalar olduğunu ve kristal eşyaların ucuz satıldığını duymuştuk. Fakat oraya gitme imkanı bulamadık. Buna rağmen, kristal su takımları, sigaralıklar, Heykeller ve içi ışıklandırılmış gondollar alma imkânı bulduk.
Bu enteresan ve güzelim şehirde de ancak üç gün kalabildik ve aynı yollardan Napoli'ye geri döndük.
Artık 1975 senesinin son ayına gelmiştik. Türkiye'ye götüreceğim yeni bir arabanın tipi, modeli hakkında araştırma yapmam, ona göre de bir karar vermem gerekiyordu. Malum serde, İkmalcilik yani lojistikçilik vardı. Benim için arabadan ziyade yedek parçası mühimdi. Türkiye'ye döndükten sonra, Aradığım yedek parçayı her yerde bulabilmem, hem de ucuz bulabilmem benim için önemliydi.. Arkadaşlar ise Opel, Fort, Pejo gibi arabalar üzerinde duruyorlardı. Halen Türkiye'de- Bursa'da, Fiat 124 arabası yapılıyor ve kullanılıyordu. Bir rivayete göre, Fiat marka arabanın yeni versiyonu, Türkiye'de üretilecekti. Henüz ne model olacağı belli değildi. Lojistik Başkanının sekreteri, daha önce İtalya daki Fiat firmasında çalışmış olan bir Türk tü, Ülkü hanım!. Onunla konuşmak suretiyle, Türkiye'de hangi model Fiat arabasının üretileceğini öğrenmesini rica ettim. Kendisi de bana söz vermişti. Ondan gelecek cevabı beklemeye başladım.