Zorlu Dönemeçler-2-B5-9h-k
H. DEĞİŞİK GÜZARGÂH
Artık İstanbul'a dönme zamanı gelmişti. Bu defa geldiğimiz yolu değil, daha kısa olur düşüncesiyle Balıkesir- Bursa yolunu tercih ettik. üç Ekimde yola çıktık, Susurluğa geldiğimizde Arabayı park ettikten sonra, ikişer tost ve Susurluğun meşhur köpüklü ayranından içtik. İki paket de Kemal paşa tatlısı aldıktan sonra Bursa'ya gitmek üzere yolumuza devam ettik. Bursa Ordu evinde bir gece kaldık.
Ertesi günü dönüşte İznik yoluna saptık..Orasını hiç görmemiştik. İznik'e girerken, araba süratsiz olmasına rağmen bir güvercine çarptık. Zavallı ölmedi ama kanatlarıyla uçamıyordu, yaralıydı. Eşim de ben de çok üzüldük. Yapılacak bir şey yoktu. arabayı durdurup yakalamak için uğraştık, güya tedavi ettirecektik. Ama yakalayamadık.
İznik gölü, Marmara bölgesinin, ikici büyük gölüydü. Şehrin yerleşimyeri düzlüktü. Diğer taraflarda, zeytinlikler, meyve ve sebze bahçeleri vardı. Yeşillikler içindeydi. İznik'in Tarihi çok eskilere dayanıyordu. Osmanlının ilk başkentiydi. Eski kale ve surları mevcuttu. Yeşil caminin minaresi , meşhur İznik çinisiyle kaplıydı. Burası Osmanlının eline geçtikten sonra, çiniciliği daha fazla gelişmişti, Nilüfer hatunun Müzesi de bu gelişmişliğin kanıtıydı. Yol bizi mecburen, gölün kenarını dolaştırmıştı. Öğle yemeğini yine Yalova'da yemiştik..Bu defa, Yalova'dan sonra, İzmit körfezini dolaşmadık Araba vapuruyla Gebze -Hisar bölgesine çıktık. Bu sayede yol kısalmış zamandan kazanmıştık. Eve geldiğimizde, arabanın kilometre saatine baktım ki bu seyahatimizde, 2121 kilometre yol kat ettiğimizi gösteriyordu.
İ. YELLİ KÖYÜ
Önümüzdeki 22 kasım 1977 tarihinde Kurban Bayramı olacaktı. Köye gidip kurban kesmeye karar verdik. Kurbanı Yaseminin adına kesecektim. 15 kasımda yola çıktık. İlk defa kendi arabamızla köye gidiyorduk. Bolu Dağı Ulusoy tesislerinde mola verdik. Öğle yemeği yemek istiyorduk. Yağ ve etine pek güvenemediğimiz için çorba ve pilavı tercih ettik. Benzin de altıktan sonra , yola devam ettik. Kızılcahamam'ı geçtikten sonra, sağa Çeltikçi-Güdül yönüne döndük. Yollar hem iyi değildi, hem de virajlıydı. Hava güneşliydi ama etrafta dağlar, tepeler ve malum biraz da bozkırdı. Tek tük ağaçlar görünüyordu Keşanuz'a gelip, bizim köyün yokuşunu çıkarken, bir km.lik yolda epey sıkıntı çekmiştim. Yolun bir an önce bitmesini istedim. Pınar önüne vardıktan sonra rahatladım. Köyün erkekleri, köy odasındaydılar. Bu mevsimde onların yapacağı fazla bir iş yoktu.Her zaman olduğu gibi, kadınların yapacağı işler çoktu. Arabadan inip, biraz hoşbeşten sonra, Annemlerin değil, ablamların evine yöneldim.
Ablamların evi bizim için daha uygundu. Fevzi eniştem çok efendi ve konuşkan bir insandı. Namazında, abtestinde, aynı zamanda anlayışlıydı. . Annem de oraya geldi. Sarıldık, hasret giderdik. Köye Senelerdir gelmemiştim. Artık annem geceleri de ablamlarda kalıyordu. Köy yüksekti, İsviçre köyleri gibi .havadardı ama, bu mevsimde, hatta Haziranda bile havalar soğuk olurdu. Oturma odasında gündüz, gece soba yanıyordu. Annem biz yatmadan ve sabah kalkmadan önce yatak odamıza usulca gelir, sobasını yakardı.. Herhalde çocukken gösteremediği sevgi ve şefkat'i şimdi göstermek istiyordu. Ayrıca gelinini de çok seviyordu. Hoş köydeki, herkes Yasemini seviyordu ya!
Artık Bayram gelip, çatmıştı. Kurbanı da köyden almıştık. Daha önce de bahsettiğim gibi, Bayram namazından sonra, önce köyün yaşlıları namazdan çıkar, köy odası önünde yaş sırasına göre dururlar, sonra gençler camiden çıkarak sıra ile yaşlıların elini öperlerdi. Böylece herkes bayramlaşmış olurdu.
Diğer bir adette, Köylüler, bayramlaştıktan sonra, kurbanlıkları kesmeye giderlerdi. Öğleye doğru, bütün köyün erkekleri, çocuklar dahil, köy meydanında toplanırlardı., Bilhassa kurban kesenler, evlerde, kurbanlıklardan kavurma, ayrıca pilav ve tatlı yaptırırlar, yemek tabakları siniler içinde, köy meydanına getirirler, hep birlikte yemek yerlerdi. Böylelikle, kurban kesemeyenler ve fakirler, güle, eğlene yemek yemiş ve kurban etinden istifade etmiş olurlardı. Yemekten sonra da köy hocası dualar okur, amin sesleri göklere yükselirdi. Ben de Bayram yemeğinde, köylülerin bir araya gelişlerini fotoğraflarla ölümsüzleştirmiştim.
Köye gelen her misafire yapıldığı gibi, bize de Köyden ayrılırken, karınca, kararınca, eve götürmek üzere, üzüm, ayva, elma, tarhana, bulgur gibi ne varsa hepsinden, sepetlere , torbalara koyup bizi yolcu etmişlerdi.
J. BODRUM-TURGUT REİS
Geziler konusunda Halide ablanın kulağı delikti. Anlaşılan, Turla geziyi, arkadaşı, Memduha hanımdan duymuştu. Turla, Bodrum-Turgutreis'e gidilecekti. Bizim de gelmemizi istemişlerdi. ''siz gelirseniz, biz de gideriz, Memduhalar da gidecekler''dediler. Tur'un başlangıç tarihi 15 haziran 1978 , otobüslerin hareket yeri, Taksim civarı, saati 09.00 idi. Biz de gitmeye karar verdik. Bir taksi ile karşı tarafa geçtik. Üç otobüs dolusu insanlardık., Bizim otobüste, Halide ablalar, Memduha hanım, eşi E- Alb. İbrahim bey ve onların, karı-koca iki arkadaşları vardı. Arkalı, önlü koltuklara yerleştik, Gürültü, şamata ve zaman, zaman etrafımızı seyrederek yola devam ettik. Bu arada, otobüste, çaylar, kekler, meşrubat ikramları da devam ediyordu.
Çanakkale'de öğle yemeği yedikten sonra, yolumuza devam ederek Ayvalığa geldik. Tur sahipleri, Sarımsaklı Plajına yakın, Büyük Berk Oteliyle anlaşmışlardı Otelde odalarımıza yerleştik. Her şeyi çok güzel organize etmişlerdi. Akşam yemeği, yatıp uyuma, sabah kahvaltısı ve yola devam. Her şey güzel ayarlanmıştı.
Öğle yemeğini İzmir'de yedikten sonra yine yola devam ettik.Torbalı, Selçuk Söke ve bilhassa Milastan sonra ormanlar içinden geçerek, Bodrum'a, oradan da daha ileriye . Turgut Reise varmadan Deniz kenarında bir Site'ye ulaştık. Burası yeni yapılan bir site idi. İlk defa turla biz geliyorduk. İki katlı villa tipi binalar vardı. Her bir aileye bir bina tahsis edilmişti. Arazi geniş ve denizden yüksekte idi. Binaların bir kısmı, biraz yamaç üzerine inşa edilmişti. İki giriş kapısı vardı. Alt kattaki kapıdan girince, iki yatak odası, banyo tuvalet, ahşap merdivenle üst kata çıkılıyordu. Orada da bir giriş kapısı daha vardı. O kapıdan doğrudan ikinci kata giriliyordu. Burada da mutfak, salon gibi bir yer ve üstü açık teras vardı. Tarasın manzarası çok güzeldi. Denizi, ve ilerdeki küçük adaları görüyordu.
. Siteye girişte, alış-veriş yerleri, mutfak ve geniş bir yemek salonu mevcuttu. Büyük yemek salonunun pencereleri önünde de oturup, istirahat etmek için koltuklar, kanepeler konmuştu. Artık yemeklerimizi ve sabah kahvaltılarımızı bu salonda, uzun masalarda yiyecektik. Yemek yerken de biz ahbaplar hep aynı masada oturacaktık. Nitekim akşam yemeği için masalar donatılmıştı. Yemeğimizi güle, eğlene yedikten sonra, biz bir tarafa çekildik, muhabbete devam ettik. Daha doğrusu, Halide abla ile Memduha hanım konuştular biz dinledik, İkisi de çok konuşan cinsindendiler. Yol bizi çok yorduğu için villalara çekildik, Allahtan yatak ve çarşaflar temizdi ve üşüme ihtimaline karşı, yedek battaniyeler de konmuştu. Yatıp, rahat bir uyku uyuduk.
Sabah kahvaltısından sonra, Akbayır'a gitmeye karar verdik. Sitenin önündeki yoldan dolmuşlar geçiyordu. Biz ahbap çavuşlar bir minibüse binerek Akbayır'a gittik. Burası bir balıkçı köyü idi. Ama eski evlere bakınca sanki bir Rum köyü havası vardı. Buna rağmen villa tipli güzel evler de yapılmıştı. . Bizim gibi dışardan gelen turistler çoktu. Kimi denize giriyor, kimi de bizim gibi, etrafı, mağazaları dolaşıyordu. Pek çok da lokanta vardı. Burada yenecek en güzel şey balıktı. Çünkü balıkçılar, taze balıklarla avdan dönüyorlardı. Biz de öğle yemeği için bir balık lokantasını seçtik ve balık yemeği tercih ettik.
Ertesi günü de Turgutreis'e gittik. Bilindiği gibi, Turgut Reis, Osmanlı donanmasının Amiraliydi. Malta'da, 80 yaşında çarpışırken şehit düşmüştü. Bu kasabada doğmuştu Buraya Onun hatırası için Turgut Reis ismi verilmişti. Turgut Reis köyü, Önce denizci, sonra balıkçı ve şimdilerde de yat limanıyla ünlü bir kasaba durumuna geliyordu. Devamlı gelişmekte olan turisttik bir kasabaydı. karşıda Türkiye'ye ve Yunanlılara ait adalar görünüyordu Siteden, yürüyerek Turgut Reis'e gitmiştik. Etrafta daha küçük köyleri görmek mümkündü. Köylüler, yetiştirdikleri mahsulleri buraya getirip pazarlıyorlardı.. Grup halinde, Burasını da gezip, görmeği Tanrı nasip etmişti.
Bir gün de Bodrum'a gittik. Zaten her tarafa aynı ahbaplarla beraber gidiyorduk. Burası daha büyük ve gelişmekte olan, fakat ta eski devirlerden kalma turisttik bir kasabaydı. Saint Jane şovelyelerinden kalma Bodrum kalesini gezip, gördük. Kale iki liman arasında, üç tarafı denizle çevrili kayalık, yarımada şeklinde bir alana kurulmuştu. Fransa, İngiliz, İtalyan, Yılanlı kule olmak üzere dört kulesi vardı. Vaktiyle Korsanlar, kendi güçlerine güvendikleri için deniz tarafını değil kara tarafını daha çok takviye etmişlerdi. İç avluda, zakkum ağaçları dahil çeşitli cins ve renkten çiçekler yetiştirilmişti., şehri dolaşırken, benim için, şile bezi gömlek ve eşime çanta almıştık. Sonra Kara Ada'ya geçtik. Adada pek çok gazino vardı. Denize girenler de çoktu. Ben önce mağara gibi, şifalıdır dedikleri bir yerde çamur banyosu yaptım. Daha sonra da denize girip temizlenmiştim. Öğle yemeğini de gazinonun birinde yedikten sonra, akşama doğru Siteye dönmüştük.
Yine bir gün, dolmuşla Gümüşlüğe gittik. Gümüşlük Körfezinin karşısında Milas kıyıları görünüyordu. Aslında, etraf yemyeşil ormanlarla kaplıydı. Ama gittiğimiz Gümüşlükte,bir plaj vardı.. Plajın, geniş kumluk kıyısı bulunuyordu.. Yaseminle, ben tenha bir yer seçmiştik. Denize girerken kumların üstünde bir fotoğraf çekmek istemiştim. Makineyi otomatiğe ayarladım, koşup eşimin yanına geldim. Ama resim istediğim gibi güzel çıkmamıştı. Ama sitede, Halide ablalar ve Memduha hanımlarla poz, poz fotoğraflar çekmiştim.
İşte böylece, zevkli on gün geçirmiştik. Geri dönüşümüzde yine aynı güzel yollardan geçtik. Geceyi ayvalıkta, bu defa küçük Berk Otelde geçirdik. Çanakkale üzerinden Kadıköy'e döndük
K. ANNEMİN ÖLÜMÜ
16 Haziran 1978 de annemin ölüm haberini aldık. Yaşlıydı ama önemli bir hastalığının olduğunu bilmiyorduk. Doğal olarak çok üzgündük. Yeğenim Semiha'yı da alarak köye gittik. Ablam ve Makbule zaten köydeydi. Annem kardeşim Celalle beraber oturuyordu.. En çok sevdiği çocuğu da Celaldi. Celal'i ben de çok severdim. Köye vardığımızda daha detaylı malumat edinmiştik. Her zaman olduğu gibi gelin Ruhdane, tarlaya gitmiş, annem de cam önünde, eli şakağında, uyur görünüyormuş. Ev köy odasına yakın olduğundan gelip, geçenler onu cam önünde uyuyor zannediyorlarmış, Netice, gelin işini bitirip eve dönünce, Annem uyur durumda görünürken öldüğü anlaşılmış. Her zaman Allaha dua edermiş. ?'Allahım sonumu hayretle, yataklara yatırıp kapılara baktırma, ölürken acı, ıstırap çektirme'' dermiş. Demek ki duaları kabul olmuş. Zaten Celal'in babası da iki ay önce rahmetli olmuştu..
Nadire ablam, anneme davranışları sebebiyle çok üzgündü. Gelin Ruhdane de öyle. Gelinin kötü davranışlarını gören de, suçlayan da ablamdı. Köy yerinde dedikodu çok yapılırdı. Bunları hiç göz önüne almadan, Annemin defin ve dînî görevlerini yerine getirdik. Bir-iki, gün daha kaldıktan sonra, geri döndük.