Zorlu Dönemeler-2-B5-5a-d
5. NATO' DA İKİNCİ SENE
Aralık ayının sonu, Ocak ayının başı, bir hafta - on günlük yılbaşı tatili düşünülüyordu. yabancılar için yortu, veya Cristmıs, Biz Türkler için ise yılbaşı tatiliydi. Biz Türklerden Tatilini Türkiye'de geçirmek isteyenler için, İzmir'e NATO uçağı kaldırılacaktı. İzmir'e gidecekler için listeler hazırlanıyordu. Yasemin Çocuklarını çok görmek istiyordu. Onları özlemişti. Ama bizim için böyle bir imkân görünmüyordu. Arkadaşlar mobilya almak için Türkiye'den, ailelerinden para getirtiyorlardı. Biz ise evin taksitini ödemek için Türkiye'ye para gönderiyorduk. Üzülsek de bu böyleydi, çaresi yoktu.
Ocak 1976 içinde Ülkü hanım, Fiat 131 marka ve model arabanın Türkiye'de üretileceği malumatını verdi. Ben de, İtalya dan Fiat 131 götürecektim. Fercan Bnb. Otocuydu. Onu da alarak, Fiat arabaları bayiine gittik. Orada, katalogundan, Fiat 131'arabasının özelleri hakkında bilgi aldık. Torino deki Fabrikasından getirtmek üzere, bayi ile 1200,000 Liret'e anlaştık Araba işini böylece anlaşmaya bağladıktan sonra, sıra diğer eşyalara gelmişti. Salon, yatak odası, misafir ve oturma odası takımlarıma, mutfak takımları için, hafta sonları, araştırma ve tetkik gezilerine çıkmamız gerekecekti. Normal olarak tetkiklerimiz uzun zaman alacaktı. Arkadaşların en çok gittiği mobilyacı, şehir dışında bulunan Petti'nin mağazasıydı. Napolinin kuzey batısında da pek çok mobilya mağazası vardı.. Birkaç hafta sonu Petti'nin mağazasına da gidip, tetkik ettik. Bizim zevkimiz başkaydı, diğerlerinden farklıydı. Arkadaşlar genellikle, klasik mobilya almak istiyorlardı. Biz ise daha ziyade modern mobilyayı tercih ediyorduk. Berjer koltuk gibi klasik mobilya alan arkadaşlardan bazılarının, memlekete döndükten sonra, koltukların kurtlandığı hakkında bazı duyumlar almıştık. Bu husus da tercihimizde rol oynuyordu. Renkli televizyon, müzik seti, çamaşır ve bulaşık makinesi gibi ihtiyaçlarımızı da düşünmemiz gerekecekti. Ayrıca Çocuklara, eşe, dosta hediyeler de almalıydık. Bu imkânı bize verdiği için , Allahtan, Devlet ve Milletimize zeval vermesin diye de dua etmekten geri kalmıyorduk. Hele benim gibi, yalın ayak, başı çıplak, köyden şehre göç edip zor şartlar altında yaşamış olan bir kimse için bu imkanlar büyük bir nimetti. Bunu hayat boyu aklımdan hiç çıkarmayacaktım.
A. GANDİLERİN GELİŞİ
Mayıs ayı gelmiş, yine piknik yerlerine gidip, piknik yapmaya başlamıştık. Biz ikinci seneyi bizden sonra gelenler ise birinci senelerini yaşıyorlardı. Gelenler içinde, Kur. Alb. Engin eşi ve iki kızı vardı. Onlarla da görüşür olmuştuk. Engin Alb.ın, bir hafta sonu, Monte di casinoya gidelim önerisine katıldık. Monte di casino, ikinci dünya harbinde, Almanların işgal ettiği bir tepeydi. İtalyanları harbe sokmak maksadıyla buraya indirme birlikleri göndermişlerdi. Napolinin oldukça uzağında, bir tepenin düzlüğündeydi, piknik yaptığımız yer. Tepeye kadar asfalt yollar yapmışlardı. Tepe ormanlarla kaplıydı. Orada büyük bir bina vardı, Alman askerleri orasını karargâh olarak kullanmışlardı. Amerikan Kuvvetleri, Almanları bu tepeden söküp atmak için çok zorluk çekmişler, büyük bir dirençle karşılaşmışlardı. O yükseklikte hem piknik yapmış, hem de ailece daha fazla kaynaşmıştık.. Bir bakıma 1940 ların tarihini yaşamıştık..
Bu ay içinde, Baldız Fulya, bacanak Gandi Orhan ve kızları Gaye bizi ziyarete geleceklerdi. Bacanak Orhan, sağlık memuru olarak D.D.Yolları Haydarpaşa polikliniğinde çalışıyordu. Zayıflığından dolayı Ona Gandi lakabını takmıştık. Kızları ise 13-14 yaşlarındaydı. Demiryolcu sayıldığı için trene para ödemeyecekti. Yoksa eli oldukça sıkıydı. Buraya, bu bakımdan kolay gelecekti. Yine de bazı tavsiyelerde bulunmuştum..Venedik ten aktarma yaparken dikkat etmesini, Napoli ye gelirken ise, Gara girenciye kadar küçük istasyonlarda trenden inmemesini tenbihlemiştim.
Gandiler için de bir program yapmıştım. Türkiye den misafir gelince, herkesin yaptığı gibisinden.
25 Mayıs'da onları karşılamaya, Napoli Garına gittik. Tren geldi ama, bekle, bekle ne gelen var, ne giden demiş. Başlarına bir şey mi geldi diye? Üzüntüyle eve döndük. Eve gelir, gelmez soyunmamıştık ki telefon çaldı. Gandinin sesi!. Daha, nerede kaldınız diye çıkışmadan önce, ara istasyonda (possoli) indiklerini, gelip almamı söyledi. Neyse ki indiği yer Napoli Garından daha yakındı. Hemen ters yüzü döndüm, onları ve bavullarını arabaya aldım, hoş beşten sonra, yolda gelirken ?sana ara istasyonlarda inme diye tembih etmemiş miydim.? Sen ki demiryolcu sayılırsın, nasıl böyle bir hata yaptın, bizi de meraklandırdın ve üzdün''diye söylendim durdum.
Yasemin Küçük kız kardeşini çok severdi. Hoş ben de severdim ya! Onun için lafı fazla da uzatmadım. Eve geldiğimiz zaman, Abla-kardeş, hasretle sarılıp, kucaklaştılar. Onlar için, güzel, güzel yemekler yapmıştı. Akşam yemeğinden sonra da geç vakte kadar muhabbet devam etti. Gandiler için yaptığım programa göre hareket ederek, Gülşenleri götürdüğümüz her yere onları da götürdük, gezdirdik. Sorrento'ya götürdüğümüzde, hem metro pizzadan çok hoşlanmışlardı hem de Sorrento imalatı sehpaları çok sevmişlerdi. Bir takım satın aldılar, Ama onlar için nakliyatı zordu. Bu sebeple, Türkiye'ye dönerken, bizim eşyalarla beraber getireceğimize söz verdik. Normal olarak onlarla da muhtelif yerlerde hatıra fotoğrafları çektirmiştik.
Bir gün de Possoli yakınındaki Solfatora'ya gittik. Hani şu, Vezüv yanardağı ile irtibatı olup, sıcak su ve dumanlar çıkaran bataklık sahaya. Orasını çok enteresan buldular ve götürdüğümüze memnun kalmışlardı. Fakat, eve dönüşte, Gandi'ye Ateşçi kızları göstermek istemiştim. Gandinin böyle şeyleri sevdiğini biliyordum. Ateşçi kızların bulunduğu caddeye dönerken, bir trafik kazasına sebep oldum. Aslında ölen yaralanan yoktu. Olan benim Woswos olmuştu. Sağ yandan kaportası sıyrılmıştı. Biraz da çökmüştü. Neyse ki Kasko sigortası vardı. Benim için tamir süresi önemliydi. Artık misafirler gittikten sonra tamir ettiririm diye düşünmüştüm. O sıralar bir de NATO tatbikatı olacaktı. Napoli den 80-100 km. uzaktaki yer altı karargahına gidilecekti. Misafirler geleli 15 gün olmuştu. Tatbikat programını öğrenince Türkiye'ye dönmek istediler. Onlar da haklıydılar çünkü ben olmadan Gandiler bir yerlere gidemez, gezemezlerdi. Nereye ve nasıl gideceklerini bilemezlerdi. Bu sebeple tatbikat başlamadan önce Misafirleri yolcu etmek mecburiyetinde kalmıştık.
B. PİZA-
Tatbikattın sonrasında, bu sene 15 günlük izin kullanmak istiyordum. Bu defa, çadırlı kamp değil, otellerde kalmak niyetindeydim. Hatta, Woswosla değil, Fiat-131 i denemek istiyordum. Önce San Remo'ya gidecektik, tahmini mesafe 750km. idi.
07 Haziran, Sabah, saat 0730 da hareket ettik.. Otoyolda, Roma'ya uğramadan Civita Vecchia'ya kadar gittik., Buradan sonrası Oto yol değildi. Fakat yollar hâlâ güzeldi, bir dinlenme yerinde benzin alıp öğle yemeği yedik.. Yolumuza devamla, saat 1800de Piza'ya ulaştık. Bir otel bulup yerleştik. Akşam yemeğini yedikten sonra , yorulduğumuz için hemen yatıp uyuduk.
Sabahleyin kahvaltıdan sonra, Piza kulesinin bulunduğu, Mucizeler meydanına gittik. Her tarafta turist kaynıyordu. Önce, kuleye çıkmak için, 2x500 liret vererek bilet aldık. Yavaş, yavaş merdivenleri sayarak çıktık. Mermer merdivenler, zaman içinde, kullanmaktan aşınmış durumdaydı. Ara sahanlıktan meydanda bulunan, Kadatrali, müzeyi, diğer yapıları ve şehrin manzarasını seyrettik Manzara şahaneydi. Eşimin sahanlıklarda, iki defa fotoğrafını çekmiştim.. Daha yükseklere çıkmak istemediği için, Ben çanların bulunduğu sekizinci kattaki, en üst sahanlığa kadar çıktım.. Kule, yapılışını müteakip, toprağın yumuşaklığından ötürü, zaman içinde 5.5 derece güneye doğru eğrilmişti. İnsan yıkılmadan nasıl böyle eğri durabildiğine hayret ediyordu. Kulenin en üst katından görüntü daha farklıydı. Şehrin bütün genişliğini ve şehir içinden geçen nehri kapsıyordu . Merdiven basamak sayısı ise 294.adetti. Öğrendiğime göre: kulenin yüksekliği ise 56 m. Küçük Piza Devletinin ne zaman kurulduğu belli olmamakla beraber, zamanında Haclı seferlerine katıldığı söyleniyordu. Piza devletiyle, Cenova ve Venedik devletleri arasında rekabet başlıyor, aralarındaki rekabetten dolayı, Katedralin Çan kulesi, Katedralden ayrı olarak, Piza kulesinin yapımına 1173 yılında başlanıyor. Kulenin yapımı iki yüz yıl sürüyordu. Kuleden indikten sonra, Muziceler meydanında bulunan Kadatrali, Piazza dei cavaliara sarayını, müzeyi ve diğer binaları da gezip görmüştük. Bilhassa Kadetralin mermer yapısı, içindeki mermer heykelleri, tavan ve duvarlardaki yaldızlı resimler görülmeye değer şeylerdi. Turistler gibi biz de öğle yemeğimizi orada bulunan lokantaların birinde yedikten sonra, gezip, görmeye devam ettik. Niyetimiz sabahleyin de şehrin içini gezmekti.
Şehir, genellikle iki-üçkatlı binalardan oluşuyordu. Şehrin caddeleri muntazam, yolarları da yeşil ağaçlarıyla süslüydü. İçinden geçen ARNO ırmağı ve üstündeki köprüler şehre bir güzellik ve özellik katıyordu. kuzeyden-güneye, güneyden-kuzeye (Bizdeki Eskişehir Porsuk üzerindeki köprülerinden geçer gibi) geçip şehrin görülecek yerlerini gezdik., Nehre yakın bir meydanda bulunan lokanta'da öğle yemeğimizi yedik, biraz dinlelendikten sonra otelimize döndük. Meğer çadırsız gezmek, görmek ne kadar kolaymış diye düşünmekten kendimizi alamadık.
C. SANREMO
10 Haziran, Sabah saat 08 de kahvaltı yaptıktan sonra San Remo'ya gitmek üzere hareket ettik. İmperia'ya girmeden önce dinlenme tesisinde hem arabaya benzin aldık hem de öğle yemeğimizi yedik. Ne de olsa Fiat-131in içi Woswos tan daha geniş ve daha rahattı. Onun için yolda fazla yorulmuyorduk.
İmperianın içine girmedik ama uzaktan görme imkanı bulduk. Denize doğru uzanan bir yarım ada üzerine kurulmuştu. Arazi yapısı yüksekteydi. Şehrin manzarasını uzaktan seyredebildik. İmperia'dan sonra yol kenarları, sağlı, sollu çiçeklerle bezenmişti. Geçmekte olduğumuz bu bölgeye Riviera di fiori yani Çiçek Bahçesi, diyorlardı. Bu bölgede iklim, sene ortalaması 15-20 derece olarak kabul ediliyordu. Yani kış mevsiminde bile her taraf, çeşitli renkte çiçeklerle bezenmiş oluyordu. Solumuzda, deniz tarafında kasabalar, sağımızda ise tepelere doğru yükselen yamaçlarda, yeşillikler içinde köyler, villalar görünüyordu. Hedefimiz San Remo idi. Oraya varıncaya kadar, her taraf cennetti sanki, Gözümüzü renklerden, manzaralardan alamıyorduk. San Remo'ya geldiğimizde saat 1700 idi. Artık Güneşin batışını- gurubu buradan seyredebilecektik. LOLLİ adında denize yakın bir otel bulup yerleştik. Otel odasında her şey düşünülmüştü. Banyoda ve lav obada devamlı sıcak su akıyordu. Balkona çıktık, etrafı seyrediyoruz. Hemen otelin yanında enteresan yapıda bir bina görüyoruz. Kuleleri yuvarlak ve yükseldikçe minare gibi inceliyor. Binanın tabanından itibaren renkli sütunlar binanın çevresine konmuş. Sütunlar dahil ta kulelerine varıncaya kadar binanın her tarafı renklere, bilhassa yeşil desenlere bürünmüştü. Otelin odası, gar dolaplar, komedinler, karyola, yatak örtüleri ve çarşaflar sade ve tertemiz. Akşam yemeği için otelin lokantasına indiğimizde herkese güler yüzle davranan, iltifatlar eden otel sahibesiyle tanışıyoruz. Bu arada Otelin yanındaki enteresan bina hakkında bilgi aldık. Orası bir Rus kilisesi imiş. Bu binanın daha büyüğü Rusya'da, Moskova da bulunuyormuş. Yemekten sonra odamıza çıktık, tertemiz yatak içinde, uykuya daldık.
Sabahleyin, otelin lokantasında kahvaltı yaptıktan sonra, ki saat 1100 civarıydı deniz kenarına doğru yürüyüşe çıktık. Denize çok yakın, güzel tanzim edilmiş, çiçeklerle ve palmiye ağaçlarıyla süslü bir park görüyoruz, Banklara oturup, hem dinleniyor, hem de etrafımızı seyrediyoruz. Park öyle hoşumuza gidiyor ki, hatıra olarak, çiçeklerin arasında, birer hatıra fotoğrafı çekiyoruz. Parkın hemen yanında da plaj olduğunu fark ediyoruz. Havanın sıcak, plajın da tenha olduğunu düşünerek, otel'e dönüyoruz. Plaj kıyafetlerimizi giyip, gelerek denize giriyoruz..Bu İtalya da , denize girdiğimiz ilk plaj oluyor. Napoli veya başka yerlerde denize girmek hiç aklımıza gelmemesine rağmen, bu bölgeye gelirken, böyle bir şey düşündüğümüze seviniyoruz. Halbuki Yasemin denize girmeyi çok severdi. Sevindiğimiz diğer bir husus da bu bölgeye çadırsız gelişimiz oluyordu..
Öğle yemeği ve biraz istirahattan sonra, şehri dolaşmaya çıktık. Tabii arabasız olarak. Şarkı yarışmalarının yapıldığı, yuvarlak İmperia adlı...binayı gördük, Bütün sokak ve caddeler, muntazam, çiçek ve palmiye ağaçlarıyla süslüydü. Eski ve tarihî yapılar, Villalar, kiliseler, saraylar, Şatolar olduğu gibi, yeni yapılmış binalar, villalar da vardı. Modern, turistlerin çok olduğu bir yerdi San Remo. Hemen şehrin merkezine yakın, yüzlerce bembeyaz yatların bulunduğu YAT LİMANI da vardı.
Akşam yemeğimizi yine otel LOLLİ nin lokantasında yedik. Yatmaya çıktığımızda, çarşafların değiştirildiğini fark ettik.Tertemiz kokuyorlardı. Demek ki çarşafları her gün değiştiriyorlardı. Yarın sabah, Cannes ve Monoco'ya gitmeyi düşünerek rahat bir uyku uyuduk
D. CANNES- MONOCO
Tabiatımız icabı, erken kalkmaya alışıktık. Ama Kahvaltı yapıncaya kadar saat 0900 u bulmuştuk. Karar verdiğimiz gibi San Remo'nun batı sahilini takip ederek Cannes ve Monoco'ya doğru hareket ettik. Zaten mesafeler uzak değildi. Cannes'da bilhassa deniz kenarlarında yüksek modern binalar mevcuttu. O yüksek binaların önünde, geniş bir meydan, ve büyüklü, küçüklü, şahane yatların bulunduğu Yat limanı vardı. Beyaz yatlar nazlı, nazlı sallanıyorlardı. Orda da hatıra olarak birer fotoğraf çekmiştik. Cannes kumarhaneleriyle, araba yarışlarıyla meşhurdu. Burada da turistler şortlarla, omuzları, sırtları açık, ayaklarında düz, rahat ayakkabılarla dolaşıyorlardı. Şehir olarak çok moderndi. modern yapılar, yüksek binalar çoktu. Şehrin batısına doğru bir halk plajına rastladık. Hazırlıklı geldiğimiz için burada da denize girme imkânı bulduk. Bu tarafta daha ziyade villa tipli binalar çoğunluktaydı.
Öğle yemeğimizi yedikten sonra Monoco'ya doğru, yine deniz kenarından yolumuza devam ettik. Monoco, flimlerden de hatırladığımıza göre küçük bir krallıktı. Prens Rainier ve Prenses Graice Kelly'yi hatırlamayan yoktur zannederim. Prensliğin Arazisi hem dar, sahası az, hem de deniz kıyısı müstesna, arazi yapısı yüksekti, denize kıyısı ise dardı. Buna rağmen deniz kenarında, betondan yapılmış genişçe bir şerit görünüyordu. Her şeye rağmen Yat limanlarını ihmal etmemişlerdi. Bembeyaz yatlar sanki uyuyan güzeller gibiydiler. Şehrin yolları, pek çok tünellerle devam ediyordu. Tünellerin üzerindeki arazide ise bembeyaz binalar mevcuttu. En üst tepede de bembeyaz kral sarayı göze çarpıyordu. Yanında da küçük saray yavruları. Burasını arabadan inip gezerek değil, araba içinden yolarda dolaşarak görüyorduk. Daha ileri gitmedik.. Monoco'dan geri döndük, yine aynı güzellikleri seyrederek otelimize geldiğimizde saat 1830 civarındaydı.
Ertesi günü, yine otelin yakınında bulunan parka ve yanındaki plaja gittik, bu defa yalnız ben denize girdim. çıktıktan sonra biraz rüzgar yedim. Öğle yemeğinden sonra da alışveriş için mağazaların bulunduğu, şehrin en kalabalık yerine gittik Yasemin için hasır çanta, bana gömlek, sigara tablosu vs. aldık., 13 Haziran günü yola çıkmaya karar verdik. Dönüş yolunda, bir akşam Pizza'da kalırız düşüncesinde idik.
Sabah kahvaltıdan sonra yola çıktık. Çiçeklerle bezenmiş bu güzel yerlerden ayrılırken, bütün güzellikleri içimize çekmek istiyorduk. Ciprasa'ya kadar, yol boyu, etrafımız çiçekler içindeydi. Bir dinlenme yerinde oturup çay içtik. Orada eşimin bir hatıra fotoğrafını daha çektim. normal yoldan sonra Oto yola çıktık. Bu sırda, benim karnım ağrımaya başladı. Oto yolda nerede durabilecektim. Muhtemelen, dünkü denize girişimde üşütmüştüm. Artık benim gözüm bir yer görmüyordu. Yalnız önüme bakıyor ve gaza basıyordum. Nihayet, Pizza'ya girmeden önce bir benzincide durduk. Hemen tuvalette koştum. Orada epey kalmak mecburiyetinde kaldım. Artık rahatlamıştım. Benzin alıp, yemek yedikten sonra, Piza'ya uğramadan yola devam ettim. Eşim Piza'da bir gece kalmamızda ısrar ediyordu. Ben ise yola devamda kararlıydım. Yol otoyol değildi, ama çok güzeldi. Denize yakın geçiyordu. insanları, plajlarda denize girerken görüyorduk..Bazen de arazi yapısı gereği, denizi göremiyorduk. Nihayet, Roma'yı da geçtikten sonra, gece yarısı Napoli'ye, evimize vasıl olmuştuk. Allahtan Fiat-131 herhangi bir arıza göstermemişti.
Henüz, iznim bitmemişti. Bu arada yapacağımız çok iş vardı. Alacağımız eşyaları tamamlama imkânı bulamamıştık. İşe başlamadan önce büyük eşyaları satın almamız gerekiyordu.
Öncelikle Woswogen'i sattım. Arabayı iki sene önce 900 $ a satın almıştım, iki sene kullandıktan sonra, 1200$ a sattım. Bir hafta boyunca şehir dışındaki mobilya mağazalarına taşındık. Bir salon takımı aldık ki büfesi siyah tik ağacından imal edilmişti. masasının üstü yuvarlak kalın camdandı. Sekiz adet sandalyesi ise ayakları ve arkalığı nikelaj ve deri karışımı, oturacak yeri deridendi. Satıcının ifadesine göre, Mersedesle, diğer otoları mukayese ediyor, bunlar için ise Mersedes diyordu. Her ne hâl ise bunu da tamamlamıştık. Artık alacak, ufak, tefek şeyler kalıyordu ki bunlar için ise hafta sonlarımız kafi gelecekti