17 Ağustos Depremi - Vebale Sitem
Okyanusa dalmışım sanki,
Uğuldayan bir derinlikte
Aşağıdan yukarı döne döne dolanıp vuran
Titreyen sırtımda hissettiğim akıntı
Boğulmamak için tüm hücrelerimin yüzgece dönüştüğü çırpınış
Artık uykuların tahammülü kalmadı
Bir yüzgeç sanıp açtığım göz kapaklarımdan içeri giren
Endişe ve korku
...
Ve biraz bekleyiş
Nasıl olsa geçerdi hemen
Böyle kabul görmüş zavallı şuuraltım
Hala sallanıyoruz
Sallandıkça küçülen irademizle
Yeri tutuyoruz, sallanmasın için belki de
Mutfaktan sesler geliyor
Her biri kaçın diyor
Gacırdayan tavan
Tam karşımda sallanan vitrin
İntihar eden tabaklar
Diğer odalarda unuttuğumuz her şey
Ve tüm aile...
Güzel annem
Emekleyerek yanına doğru gittiğim
Bebeklik arkadaşım
Canım annem
Bir de kıpırdayan dudaklarından işittiğim
Dualarımız...
Ne oldu?
Kolay zamanlarda
Ölüme, korkuya meydan okuyan dudaklara
Dudaklarımın ve yüreğimin inadına
Hatırımda her karesi bir tablo gibi
Ömür boyu saklayacağım
Çaresizliğin resmi
Bu benim çaresizliğimdi en azından
Dışarda ne vardı acep?
Takırdayan terliklerin davet sesleri
Bizi de alıp götürüyor
Bir şaşkınlıktır herkesin rengini almış
Gecenin karanlığında anlaşılmamış.
Anlatıyordu kadınlar
Asker olmuşlar sanki
Yanağında bir boncuk gözyaşı
Damağı kaldırılan çocuklar
Ya bebeler
... anlatamam
Anlatırsam, yatamam
Göçük altında inleyen sesler
Adapazarı can pazarı
Çoğunun hala yok mezarı
Su, elektrik, telefon...
Kesilen her şey
Son nefes
Ve düğümlenen gırtlak
Canavar evler
Cehennem içinde
Cennet bahçesi sokaklar, parklar...
Ve bir radyo kaldı geri
Nerde televizyon
Nerde içtiğim su
Nerde iyi
Bir yarık uğruna mı bunca keder..?
Bir yarık dostuna mı bunca talan..?
Ve bir yarık içine mi bunca insan..?
Kepçelerin dişlerine takılan
Takıldıkça örtbas edilen
Düşük tutulan çetele
Bir Birlik uğruna mı bu parçalanış
Bir lütuf uğruna mı bu batan sahil
Ve imdat diye bağıran ağaçlar
Yoksa gözyaşları mı bu deniz,
Bu okyanus...
Ağlayan Adapazarı
Ağlayan İzmit, Yalova
Her şey karıştı duygular gibi
Her şey karıştı yolcular gibi
Her şey karıştı
Kan, toprak, depo, çadır, ilaç, gözyaşı
Kalmadı üzerinde taş üstünde bir taşı
Diyordu yasaklı radyoların
Kulağımda unuttuğu bir sesi
Sevecen bir el gibi uzayıp
Omzumuzda patlayan yumruğun ağrısı
Çıkmadı bedenimizden hala
Çıkmayacak ta...
Boynu bükük minare
Uçuşan ezan
Çekilen tesbih
Çekilince yırtılan Anadolu
Sarsılan Anadolu
Ağıtlarla karışık ağlayan ana dolu
Dizleri titreyen
Babasını arayan kız kalbi mi?
Yalvaran betonlara
Yalvaran, sonra meydan okuyan
Kuruyan pınarlarının
Tuzu muydu gözlerimizi yakan?
Yoksa yüreklerimizin buzu muydu?
Onu titreten...
Bir işgaldi bu
Bir de gözyaşı
Sırtlarda çakılı kaldı
Toprağı taşı
Ölen öldü kalan sağlar kimindi belli değil
Onlar soğuk
Onlar çamur
Onlar öksürük
Onlar sızan naylon altında
Onlar işgal altında
Anladım ki kalan sağlar bizim değildi belli
Onlar yıkıntıların
Yıkıntılar onların
Onlar ölenlerindi
Ölenler de onların
Ya saf duygular
Onca yardım
Onca emek
Onca yok yok, yokluk içinden
Geçmez ince delikli lanet elek içinden
Bir musibet
Allah'ın cezası dendi sonra
Pantolonla yatmalar
Tişörtle yıkanmalar
Durduk yerde kendi kendine sallanmalar
Herkes hasta
Sağlığı sorarsanız
Dökülen tabaklar gibi
Kaldırdık rafta
2000 yılı kış mevsimi...