Ab-ı Ateş
ah adı peygamber neslinden gelen kadın
yüzünün çizgileri avucumda bir filizken henüz
bağlayıp gözlerimi
yedi iklim öteye saldın beni
ellerimi bırakırken
göğsünden ayrılan düşlerimin
yasını tutuyorum hâlâ
göğü her daim kızıl bu ülkede
bir tutam maviye hasretim
kimi geceler
semadan gözyaşın düşüyor yalnızlığıma
ben cehennem ateşini tadıyorum
tekrar tekrar
her gündoğumu
sûr oluyor adın
miğferim adının sessiz harflerine yeniliyor
çırılçıplak kalkıyorum mezarımdan
mezarımı gölgeleyen bir servi yok
isyan etmeden
kısa kızıl bir günün gecesini bekliyorum
tekrar yanmak için
utanıyorum çünkü
ısmarlama yüzlere heba ettiğim
adının manasından
tanrısal bir kale burası
bir mahşerin kapısı açık
içimde koşan doru atlara
sürülüyorum özgür kırlardan
sen papatyaları bensiz sev diye
söylesene
bu zulmü hakedecek ne yaptım ben
ben kaybolurken anılarından
efsunun
hangi tuvale renk olacak
kimler bakacak kirpiklerine
gamzen kimlere gülecek bilmem
bir seyyahın
el yazması kitabına yetmeyeceği belli
mürekkep gibiyim
ha tükendim ha tükeneceğim
iki imkânsızı bağlayacak
bir vav yazmaya
kudretim yok
duydun mu hiç
ateşin suyu yaktığını
ben böyle yanıyorum
nazar değmiş düşlerimde
bilmiyorum
göğün bu kızıllığı kalkar mı
ak bir güvercinin kanat çırpışıyla
mavi yayılır mı yeniden
yeniden ıslanır mıyım
iki kişilik bir yağmurun altında
yedi iklim öteden sesleniyorum sana
neden çıktın karşıma demeyeceğim
çünkü
gülüşünde
tüm tiranlar yıkılırken
yepyeni bir ülkenin bağımsızlığı beliriyor
artık
çağır beni bu sürgünden
adını haykıramıyorum
adın bir kor dudaklarımda