Ardından
ay saklanırken bir bulut tümseğinde
cüceler doğarken çınlayan tepelerde dizleri bükük
havanın aklığı yeni ıslanmıştı
gün silkinip henüz kurtulmuşken akşam ışığından
o doğduğu günün öncesi şafakta gitti
sindi anadan doğma karanlıklara
harcayan ömürden alıp bir çukura sürdüler
pekleşti toprakla kayan yıldızlar gibi sessiz
aşınmış karanlıkta başka bir kalabalığa doğru yürüdü
yabancı dilde bir makam oldu sûr borusunda
çaresiz ve üzgün son bakışlar ışıksız
kar havasıyla titreşen yıldızlar gibi buğulu bir hüzünle
durduk yerde neredeydin diye sordu zaman
nereden bileyim
sadece yitirdiklerimi bilirim yalnızlığımdan
ve unutulmuşluğun ıssızlığını yankı yamaçlarında
o doğduğu günün öncesi şafakta gitti
sindi anadan doğma karanlıklara
harcayan ömürden alıp bir çukura sürdüler
pekleşti toprakla kayan yıldızlar gibi sessiz
Burada unutulmak belki ama, zamanın ötesinde hatırlayıp, hatırlanmak. Toprağın alıp verme döngüsü değil mi zaten hayat? Tebrik ediyorum Enver bey. Güzeldi.