Aşk Ateşinin Peşine Düş/me

Yalnızlığın hüznü yüzüne vurmuş
Ayrılığın acısı yüreğine
Ellerini boş bırakmış
Sıcaklığını almış gitmiş kara sevdası aşkın...

Ve ateşini de götürmüş ,zifir karanlıklara itmiş ;
kara gözleri gibi derin karanlık gecelere ...

Öyle bir karanlık gece ki ;
Bir yıldızı yok gökyüzünün
Yağacak yağmuru yok bulutun
Bir şehrin sokağındaki kırık bir sokak lambası gibi sahipsiz ve kırılmış
Şimdi aşkın pervasızlığında ,
Pörsümüş duyguların acımasızlığında
Bir yalnızlık perdesi oynaşır akşamlarında ...

Yalnızlık oynanır , perdeler kapatılır seyircisi yoktur aşkın ...
Yalnız yaşar , yalnız oynar.
Şimdi !.. yalnızlık perdesi çoktan açılmıştır ...
Ayak uçlarında sırnaşan ;
Sonbaharın ayrılığın
Alal acele gidilmiş,
Ayak izleri kaybolmaya yüz tutmuş sevgilinin...

Kısa bir elvedanın
Yüzü sarartmasını hatırlatıyor
Sarı kurumaya yüz tutmuş incir yaprağı ...
ve bahar ...
Ve aşkının ateşi ne kadar çabuk sönmüştü ...

Bitmez yollarda avare olmak
Gelenden geçenden haber sormak
Yalnızlığına yolları katmak istercesine
Yollara düşmüş aşk ateşinin peşine....
Boşunaydı bu yola düşüş
Aşk ateşi sönmüştü ,
Bir el tarafından hoyratça kullanılmış ...
Zamanlı zamansız
-sevgiliye göre tam zamanı- söndürülmüştü ...

Şimdi bu ; zifir kara gözlerinde yolunu bulmayı
Yalnızlığına yolları yoldaş edip yol almalı ...
Belki dağ yamaçlarına vurmalı yüreğini ,
Yüzünü yalnızlığın katran karası geceye dönmeli ...
Gözyaşlarını geceye akıtıp
Yanaklarından yüreğine içine sindirmeli ...
hüznün görkemli konağında sabahlar olmamalı
Artık hep geceydi onun için aşk ateşi söneli ...

Susmuştu !..
Her şey durmuştu aşk ateşi söneli
Gösterişli cıtırtısı dinmiş
Kan kırmızısı alevleri ellerinin arasından uçuvermişti...
Dudaklarını büktü çocuk masunluğunda ,
Omuzları düştü ,sanki ağır geliyordu bu benlik ona
Taşıyamıyordu kendini ,ellerini yana bırakmıştı ...
Elinden ellerini usuldan çekip gidivermişti ateşi ...
Nasıl taşırdı ki ? Benliğini onsuzluğun ortasına sonsuzuna ...
Ağır gelen sadece benliği değildi bi o kadarda onsuzluğu....
Bu iki yükü taşımak ağır geliyordu ona
Başı ellerinin arasında karanlığına gözyaşı döktürüyordu ...

Ağlıyordu sessizce, içlice ,sakince ...
Yanaklarına süzülen gözyaşı değil
Aşk ateşinin kırmızı aleviydi
yakıyordu yüzünü
Acıtıyordu içini
Damarlarındaki kanı artık gözyaşında damlıyordu
Sonbahar gecelerinde ,bir zifir gecede incir yaprağının üzerine ...

Ağlıyordu inadına, bir göl düşünüyordu
Gözyaşlarından oluşan küçücük ,
O' nsuz bir tekne yüzdürecekti gözyaşı gölünde ,
Küreksiz yüzebilir miydi ? Düşündü bir anda ...
Ağlıyordu ağlaması yetmiyordu artık
Ne yapacağını bilmezce ağlıyordu ...
Ağlamakla ölünür müydü ? Bilmiyordu ...
Aşk ateşi olmadan ölünür müydü ?...
Yaşamın kıyısında ,ölümün ucunda sadece öylece ...
Başı ellerinin arasında ağlıyordu...
Yaşam ne kadar ağırdı artık
Taşımak ne kadar zordu ...
''O'' ne kadar uzaktı ...
O' nsuzluksa girdaptı ...

17 Eylül 2009 29 şiiri var.
Beğenenler (1)
Yorumlar