Aşk-ı Pencere
biz, iki yabancıydık başta...
o, karşı sokağın sakini;
ben de bizimkinin, lafta...
herkes çocuk sayardı beni
anne tarafından almışım şeklimi
yaşım geçer,kaydıramazdı tipimi
ben, ortanca dayıma çekmişim
dayım da şimdi aynı benim gibi
işte, onu yirmi yıl önce tanımıştım
bir sokak turuydu akşam vakti
penceresine taş atmıştım
korkudan neredeyse ölecekti
hışımla koşmuştu pencereye
gözlerimiz o sırada kesişti
e tabi başladı söylenmeye
bu, ondan ilk azar işitmemdi
hep penceresindeydim sonrasında
görüşmelerimiz böyle devam ederdi
vakit her akşam olduğunda
gizlice çıkıp beni beklerdi
gün olur, aşardık bu muhabbeti
kaçamak buluştuğumuz pastane vardı
mekânı en uzaklardan seçmişti
çünkü tanıdık yüzlerden korkardı
aşkımı bir gazozla ilan etmiştim
heyecandan dilim kilitlenecekti
kabul etmişti, önce gözünden fark ettim
sonra o da, sevdiğini söyleyecekti
zaman bizim önümüzde akıp gitmişti
öksüz kalmıştım bir hafta sonu
sevdiğim bu şehri terk etmişti.
göremeyecektim artık onu
ah o babası ! memur adam tabi
tayini, aşkımızın ipini koparmıştı
taşınmışlar, boşaltmışlar evi
pencerede bir tek saksı kalmıştı
başıboşum hep o yıldan beri
içi boş, etrafı boş bir deli
saksıyla konuşuyorum şimdi
o, bu pencereden gitti gideli