Aşk Ve Esrar
mahkumların bir geleneği vardır
koğuşa getirilen bahtı karaya
Allah kurtarsın, derler
bu aslında, birkaç lira verir misin, demektir
önce ceplerini yoklarlar adamın
ardından kalbinin zulasını deşerler
hal hatırdan sonra
bıçak sırtında esrar getirirler
bu aslında, ya esrarı tadarsın
ya da bıçağı yersin, demektir
bıçağı yersen yaralanır ya da ölürsün
esrarı dudaklarına götürürsen
bir ömür emniyete alınmış mahkumsun
aşk da böyledir, der zindandaki Adem Babalar
bu sefil ruhlu yaratıklar için
aşk bıçak sırtında sunulan bir esrar
ya bıçağı yer, bir kere ölürsün
ya da esrarı tadar kul köle olursun
hani diyeceksiniz ki hapishanede esrar ne arar
adam zaten zehir tacirliğinden girmiş içeri
hani diyeceksiniz ki bu devirde
bu kanı bozuk dünya semasında aşk ne arar
mahkum yorganını silkelediğinizde
lifler arasından bembeyaz toz dökülür
adam zehriyle uyur da kimse bilmez
kimse bilmez kalbin yitik zindanlarında
çığlık çığlığa aşkla doludur nice Adem
dünya semasından yağmurlar dökülürken
kalbin denizinde ne ateşler yakılır
aşk ve esrar; bıçak ve kan gibidir
yaralar, kanatır, ağlatır
tutkulu, arzulu ve yalnızlıkla doludur
hadi uyan ey Havva oğlu Adem
bu ne sarhoşluk, bu ne rüya
bırak saplasınlar kanlı bıçağı kalbine
adam gibi ölürsün bir kere...