Aşkın İtibarsız Sözleri
Biliyorsun her sözünde
bir hikmet olmasa da şeyhlerin
Tanrı katında hakkını ödeyemeyiz
aşk denilen nesnenin
o zaman kim hangi yolun yolcusuysa
hakkını vermeli öptüğü eteklerin
bana hayrı yok bildim
ne Ayın ne Güneşin
bu dergahlar hep ölümlüler için
karanlıkta kimsesiz bir çocuk gibi
göğsüne bastırdığın başımın
hatırına sevdim seni şu nazenin gözün ve kaşın
ama öyküsünü giden
başka bir kadından almıştır bu dil
sustuğu yerden gülün
suyu içtiği yerden karıncanın
yıkılıveren lahitler gibi bakıyorsun gözlerime
la ilahe illallah aşk var
ağulanmıştır balımız ne çare
kraliçesi olsan da arıların
her gönül kendi sözünün ölümüdür
biz yazdıklarımızı yaşarız
korkulu rüyaların hakikat denilen canavarlarıyla
eskitiriz ömrümüzü dudaklarında evladın
çölde susuz gölde uykusuz
kimsesizliğimizle bu acunda yalnız
sözü söze ularız
ağır bir ceset kesif bir koku ve şehrin
orta yerinde incinmiş bir nota huzursuzluğuyla
gecenin yüzüne dem tuttuğumuz
kamışı yakan nefesi nefesi yakan Hu’yu
aklımdan çıkardığım yâre verdim
yâri en derin yerinden yaralayıp ele
eli terliyor diye tutamadıklarımıza kadar
şimdi içimden geçen en son yolcudur
durdurulamaz ölüm fikri
mezarlıklarda susmalar türküsünün
de bakalım selvi boylu ayrılığını kim yarattı pirim
üzengilere takılıp giden doru atların
aklından çıkartıp attım sizi
rüzgarlarla gelen hüznümün koynuna koydum
sarılır uyursunuz geçmiş ile geleceğe
iki bayram arası gümüş siniler tuttum
hayat mı olsa olsa tadını sudan alan rüyalardır
genzimde hep bir leblebi tozu
bakıyorsun ama görmüyorsun bildim
bildim Kerbelasısın sen ömrümün
o halde yüreğinde bir eğrilik olmalı senin
zamana kaykılmış küçük sevimli çaresizliklerinden artık kurtul
diye diye dolandım durdum narında kalemin
ama efendim bu gece kalbini kırdım sevdiğimin
o kuyuyu ben kazdım o Ay’ı ben çaldım gökte
kimseler duymadan çatı katında efsunlu kelimelerin
aşka tutulmuş şah damarını kestim