Aydan Buğdaya
ben
buğday başağında doğmadım belki
ama her hasatta biraz daha eksildim
ve her gece
biraz daha ay oldum gözlerinin siluetine
bazen dolunay gibi coşkulu, bazen hilal gibi narin.
çünkü
bir tek ay bilir nasıl parçalanır insan
bembeyaz suskunluğu bir çığlık gibi büyütürken
ve buğday tarlalarında esen rüzgâr
yalnızlığın karnını doyurur
çatalla değil, ağıtla
dizlerime çökmüş eski bir dua gibiyim
adı unutulmuş peygamberlerin dudaklarında
ay ışığında yürürken
buğday tarlaları çırılçıplak
gövdelerinde
henüz doğmamış çocukların mezar taşları
seninle hiç konuşmadık
ama ben her gece sana bir şey söyledim
bir buğday tanesi kadar sessiz
bir ay parçası kadar kırılgan
ve sustum
çünkü sustuğum her şey
bir gün sana dönüşsün istedim
çünkü benim en güzel şiirim sendin.
yani
ayla buğdayı karıştırdım kalbimde
biri geceye seccade,
öteki açlığa dua
ellerim nasır tutmuş bir anne gibi
gözyaşı büyüttü tarlalarda
ve her gözyaşı
bir başka toprağa düştü:
bir başka ölüye
bir başka hiçliğe
dedim ki
ölüler bile acıkır bazen
ve ay da yorulur beklemekten
ama kimse duymadı
çünkü ay
kendini sadece suya anlatır
ve buğday
ancak yandığında şarkı söyler
şimdi
boynuma dolanmış bir buğday sapıyla
ay ışığında uyuyorum
ve rüyamda
herkes sağ
herkes tok
ve herkes susuyor
ve o rüyada, ay yeniden doğar,
buğday yeniden yeşerirdi.