Bay Aristokrat
Bir kasım bir sarhoşluk hikayesi
yıldızlar gamsız ağlıyor ışıl ışıl
ya sen
aynı mağrur bakışlar aynı harabe
sarayların uslanmaz sarhoşusun
bu şehirde
martıların gümüşe çalan kanatları gibi saçların gri ve hafif beyaz
son sevdasına güz esintisinde savrulan altın saçlarına ağıt yakan bunak bir aristokrat gibisin
seni bu kuytu sokaklarda
tanrı bile unutmuş
unutulmaya yüz tutmuş despot yüreğinde
hala bir filozof gizli olsa da
uslanmaz sarhoşluğunda vals eden mavimsi deniz ve kızıl mehtabın şavkında yitik hayallerine piyangoyu tutturan hayat akıp gidiyorken
sokak köpekleri havladıkça
kağıt toplayan mültecilerin silüetlerine düşen hazan sarısı
gibi bu şehrin sana olan vefasızlığı
ve
hiç dinmiyor sokak kedilerinin ritmik gürültüsü
ecnebi bir kemancının chopin konçertosu gibi
zemheri esdikçe hatıraların buz ağlarken
bir şişe kırmızı şarabın dibine vururken yine zihnine
sövüyor saatler her makamda
denizin hoyratlığı ile dövüşen balıkçılar
arka sokaklarda sevişen fahişelerin
fısıltıları karışıyor
son çingenelerin raksında gürleyen darbuka sesine
bu sesler işte sessizliğini büyüten
senfoni
bu sesler senle alay eden notalar
bu şehir ve o son sevdiğin kadının gidişi seni yok eden hikaye
bu şehir
biraz aristokrat biraz demokrat bazen monarchist
bazen de anarşist melodileri çalan
nostaljik gramofon gibi konuşkan sessizlik içinde tutuşan ışık seli
oysa ki faşist olmalıydı sevdalar
belki hayatta sövmeliydi eflatun felsefesine mahkum senor burjuva
bu şehir yoksul
bu şehir zengin
bu şehir sarhoşluk
oysa ki
toprak kokuyor ellerin
halâ gözlerinde o saf ışık
sen değilsin sanki o sarhoş
siluet…