Beş Doğum
Aşkın felsefeyle, uçurumun ucundan hayatı bilgece seyrediyordu.
Gözünün oyuklarında, ses ses kıvrılan unutturma hücreleri hareketsizdi.
Kulağında, Tanrı'dan el almış bir koro, sanki ona ölümsüzlüğü fısıldıyordu.
İncil'den sayfalar seziliyordu ağıtında; bizden umarsız, izliyordu bize görünmeyeni.
Katresince nur barındıran bir sağanak başladı sonra; koklayın bulutu!
Omzundan süzülüverdi giz uzuvları, sanki gördük dedik, hayal meyal.
Hakikatin ayak izlerini sezmeyi-denemeyi-umduk;
Büyük... Çok büyük bir adımdı bu bizce, cahilce.
Bakın! Eflatun'la fikirlerini tartışıyor; zihninde olağanca şiddetiyle.
Görülmüyor belki ama, alnındaki ter damlaları sezdiriyor, olan biteni.
İnsan aklın kölesi mi, efendisi mi? Tanrı var değil mi?
Duygular yanıltıcı mı, yoksa sezdirici mi?
İşitin! Bin mil öteden, bu kısır döngülü suallere verimli cevaplar aranıyor.
Asırlar köle oldu yüzyıllarca; varlığın, yokluğa olan baskın ısrarına.
Aramak lazımdı, sebebi. Biz onun çalışkanlığına inat sere serpe, görmezden geldik.
Müsebbibi tahkik etmenin ağır yükü altına girmektense, tayin etmenin arkasına sığındık.
Tembelliğin tadına, boyun eğmeyi bırakın! demeliydi o...
Demedi, yalnızca işaret etti, kenarından, uçurumun.
Akabinde onu; sert bir rüzgar alıp götürdü aniden, bir çırpıda ve hiddetle!
Mozart'ın asrından gelen ses, Antik Çağ'a karıştı, dumanvari uçtu gitti ufka.
Kendi kendimize kalıverdik, gerçekliğin buz yapışığı koynunda.
İşte şimdi doğduk!
İlk yanık nefes bu... Zamandan çaldığımız.
Söz sizde:
- ...