Bir Saplantının Gölgesinde
Her gece düşündüklerimi sabaha susuyorum.
Güneşin yüzü belirdimi ufukta,
yakıyor bütün çizdiğim senaryoları
ucunda anlaşılmaz bir kavgayla.
Ve usanmıyorum sonraki gece yine ve yine
yeniden, sıkılmadan.
İnsan böyle değil midir zaten?
Derisi yüzülmüş bir saplantının iç yüzü gibi
yeryüzünün suç ortağıyım.
Ben ölmeye geldiğimi bilirdim şu dünyaya.
Çılgın ve sersem yaş günlerini gördüm, ağaran duygularımı,
mutlulukları, solmuş vesikaları.
Mumlar eksilmeli pastalardan, kalan yıllar gibi.
Yeryüzünün suç ortağıyız seninle çığlıklarımızla.
Sen ki bütün çığlıkların acısını taşırsın gülüşünde şimdi,
bütün yas tutan seslerin titrek süzülüşünde.
Uçurumlar,
bir vücut ve onlarca ruh hali
bir kadın gitmekle kalmak arasında, bir ayağı aksak
birden esen ölüm yeli ve yakasında ince bir çocuk.
Bizi çağıran bakışlarında belirmek seninle bir dua gibi.
Yine buluşuyoruz keder de,
ayırıyorum toprağı orta yerinden
yeni uçurumlar doğuyor,
başladı ve bitmiyor artık seninle
görüşsüz karşılaşmalarımız,
bak görmesem de gürlüyor gök,
bir çocuk yuvalıyor elinde beyaz bir taşı
aşınıyor toprakla her sürtünüşünde
üstünde baş harflerimiz.
Bu dünyaya senin için geldiğimi anlıyorum sonra.
Mumlar eksilmeli yaş günlerinin hüznünde,
raks eden duygularım sana koşmalı yeniden doğarcasına.
Bizi çağıran uçurumlar belirmeli dünyanın küstahlığında.
İki uçurum arasından şiirler yazıyorum,
boşluğunda sözleri taşıyan kuşlarla..
kuşlar da gitti, göç etti bu diyardan.
Bir ozanın türkü çağırması ve benim sığınmam
kırılmış, bozguna uğramış sazın ötüşüne.
Al, boğ beni telleriyle, bağla ya da kalplerimizi sicim gibi.
Yağmur çiseliyor hafiften bilmediğim çiçek adlarına,
değdiği çiçekler kokmuyor eskisi gibi, benim gibi.
Keşke bugün kendimle karşılaşmasaydım,
çamurlu yolların çilesinden sana koşmasaydım.
Yoruldum ve yolun seninle süren yılgınlığında ezildim.
Şimdi göğüs kafesimde yıldız tozlarından şarkılar
ve ağı gibi adın kalp atışlarıma kelepçelenmiş,
dikilmiş gecenin güneş görmeyen yüzüne..