Çingenenin Gözyaşı
Sen bilmezsin
içimde kaybolan çocukluğun
yudum yudum yutuluşunu
ağlayan gözlerinden akan
yaşlarda boğuluşunu
göz sanırsın gören
kulak sanırsın duyan
ya sessiz çığlıklarım
ruhumun kavruluşları
bilemezsin
dilden çıkanlar duyuldukça
Yurt edinmiş yalnızlığın
Kömür üstü cızırtıları söndürüyor yanışlarımı
Avuç içi fallarıma baktırırken
Bir damla yaş düşüyor
Çingene'nin gözlerinden
Ve susuyor dil
Göz kapatıp açmalarda
Hangi gecenin sonu yoktu ki
Bir varoluş varken
Hasret yüklü trenlerden
Kopuyor hüzün vagonları birer birer
Kopup düşüyor gözlerimden
Ellerime
Yinemi yanıldık
Bir ağustos gecesinin sıcağından bunalıp
Hüzünlere bulanıp
Yağmur gibi yağarken
Tekerlekli sandalye ye mahkûm kalmış düşlerimin ilk adımı
Emeklemeyi öğrenmeden yürümeye benzedi
Düştüm
Kanadı
Can acıdı
Sönmez yangınlar peydahlandı
Payıma düşen
Kara gecelerin flâşörü oldu
Bir dinle bin ah işit oldu
Kül oldu
Kömürden sonra
İs oldu
Dumandan sonra
Oldu işte Çingene'nin gözyaşı
Düştükten sonra toprağa
Filizlenip tomurcuk
....
Çekirdeğinden çıkma ne olur
Hüzün denen ağacın meyvesi
Kuruyup gitmesin göz pınarlarım
Akan yaş, hep yaş kalsın