Dağları Kembosun
Gelincikler ve menekşelerle sevişen su
Gölgesinde zamansız uçurumlar büyüten üç çınar
Bu dere yataklarından karşı ufuk çizgisine
Ve o ufuk çizgisinden diğer ufuk çizgisine
Ve o çizgiler bitinceye kadar
Gün doğumundan düşen ışık taneleri bizimdir
O ışık tanelerinin aydınlığında içtiğimiz su
Ve yediğimiz meyveler hepimizindir
Kırlarda kendi rengiyle açan çiçekler böyle buyurdu
Zaman tarihe sığmıyor
Kan damarda zor akıyordu
Kembos Dağları kayalıktır
Üç yüz efsane ve binlerce türküyü çıkınlarınıza doldurduğunuz yaylaların gülle meşrulaştığı saatte gri eteklerine varılır
Yolculuk uzun
Düşler sonsuz
Serüvense ağrılıdır
Çok maksatlı sözcüklerle yüklü şiirler dağın çevresinden dolanır
Zirveye yakın durur ufka izdüşümlerini düşürmeden yolcular
Gülümsemesini düşürenlerin dudaklarındaki yarı aydınlık burda onarılır
Kembos Dağları kayalıktır
Kahverengi sütunlarını dağın eteklerine döşerken gece
Islığı harami bir rüzgar esti
Islak taşlara dayanan başlar kulak kesildi
Şiir şehirde mahpus
Cengaver kafiyeler esirdi
Tahammül mülk eylenemezdi gayrı
Rüzgarı harami şiiri esir bir geceydi
Kırmızı çataklardan sızan bulutlar
Sizden haber getirdi
Nefreti bir zulümdür zaman sana
Girdiğin bütün savaşları hesapla gel
Biz direniyoruz karanfil kıyımına
Seni tanımlayan alları topla gel
Demişsiniz
Öylece sükut kesildik
Çeliğe döndü yere düştü sözcükler put kesildik
Neye benzeyebilirdi ki bizim yapacağımız resim
Tablosu parçalanmış renk kaçağı birer firari esirdik
Kızıl gurubun altında
Toynaklarını birbirine çarpa çarpa
Geceye kıvılcımlar saçarak
Ve yelelerinin arasından asi rüzgarlar bırakarak
Şaha kalktı atlar
Devam etti söze
Kırmızı çataklardan sızan bulutlar
Cesaret emziriyor analar bebeklere
Çiğ yeşil kuytu zifir azrail ve kene
Sureti kendinden utanan nice hergele
Şehre işgal düzmekteymişse hele
Kütüklüğündeki sözcükleri yokla gel
Düşündük ki nolaydık
Şehir tekne olaydı biz ona tel olaydık
O tele ses düşüren bir yiğit el olaydık
O ellerle çoğalıp tufani sel olaydık
Derken
Gümüş kılıcı gecenin üstünde şafaklara ayar gibi
Eksilen her sevdaya bir teselli koyar gibi
Yüreklendirerek umudunu yitiren her aşığı
Kembosun kayalarından aktı ayın ışığı
Bu sanki ay ışığı değil sevdalı bir duruştu
Kırmızı çataklardan sızan bulutlar konuştu
Cellatların zulmünden kan sızan dereye kadar
Pırangalar çiçek açsın diyen dileye kadar
Bu aşk bizim ey hain
Zulüm nereye kadar
Diyen türküleri kırlardan kucakla gel
Baktık
Gecenin serinliğini kirli ve uzun sakallarımızdan siler gibi tutarak yüzümüzü
Baktık
Ve Kembosun eteklerinde yitirdiğimiz bakışlarımızı gözlerimizde toplayarak
Uysal yapraklar gibi uçuşan korkularımızı bıraktık
Şafağa az kalmış idi
Avucundan bebeğine su verir gibi
Bulutlar son sözünü söyledi
Matraları sevdayla nehirlerde doldurup
Menekşenin morunda aşktan çadırlar kurup
Bin çağlayandan düşüp bin kuytuda durulup
Mavinin şimşeğini karanlığa sapla gel
Kalktı en gencimiz
Zirveden aşağıya ikinci münhaninin en sivri yerinden şehre baktı
Sakalları uzun yüzleri ter içinde bir dolu sevda
Kalktık
Şafağın şehre gelinlik biçme saatinde
Kendimizi rüzgara bıraktık
Ardımızda menekşe ardımızda gül ardımızda ıtır
Ardımızda köpüren dereler
Ardımızda sevda türküleri satır satır
Kembos Dağları kayalıktır
Kalktı en gencimiz Zirveden aşağıya ikinci münhaninin en sivri yerinden şehre baktı Sakalları uzun yüzleri ter içinde bir dolu sevda Kalktık Şafağın şehre gelinlik biçme saatinde Kendimizi rüzgara bıraktık 👍
Güzeldi kutladım yürekten Bülent bey...