Ey Mahçihrelim,
Ey mahçihrelim,
Ateş-i hecr içime bir çöktü ki...
Geçmesine gün geçti,
Ama sanki bir asır gibi.
Güneş kızardı ve söndürerek ışıklarını,
Tepenin üzerinden terk etti,
Usulca diyarı.
Hazırlığında zaman,
Aylı, yıldızlı perdesinin.
Akşamın sırası.
Beyaz zambaklar gibi açıyor,
Semt lambaları.
Esnaflar absürt şaka yarışıyla,
Telaşında akşamın.
Balıkçı, dilinde uygun bir melodi,
Çare oluyor,
Balıkların susuzluğuna.
Haber veriyor heyecanla,
Bir hevesle ruhum.
Yaklaştığını ayin-i vaktin.
Vapurun!
Sesisiyle müsemma,
Geliyorsun neşeyle,
Bir kuğu gibi süzülerek,
Aheste.
İhtiyatla yanaşırken,
Kaptan-ı derya.
Beyaz köpükleri,
Çitileyerek yıkıyor kıyıları.
İskele yanaştırılırken vapura,
İşte, yine o görevli, budala
Çımacıymış...
Yine giyinmiş, kuşanmış.
Havalı bir edayla,
Tutarak elinden,
Yardım ediyor güya.
İlk inenlerdensin,
Hafif bir yağmur başladı çisil çisil,
Bereketinle hoş geldin.
İlk adımların,
Yankılanırken kulaklarımda.
Çehrende bir tebessüm,
Hiç eksilmeyen,
Bana yaklaşırken,
Bir ates basar vücuduma.
Fırlayacak sanki, kalbim yerinden.
Tam içine bakarım gözlerinin,
Kulak kesilirim.
Duymak için,
Dudaklarından çıkan iki, üç nağmeyi.
İlk önce ben seslenirim;
?Buyurun sıcacık, akşam simidiniz?
Sonra sen;
?hayırlı işler, iki tane, sabaha görüşürüz ?
Gözlerimi yumarım,
Ve sımsıkı tutarım,
Avucuma bıraktığın,
Elli kuruşu.
İçime işlersin,
Yakar beni sıcaklığın...
Oysa, bu kısacık an...
Kifayet etmiyor bana,
Doyamıyorum varlığına.
Sabahın ilk çığlıklarında,
Söz bulaşacağız...
21.06.2009 pazar