Gün Olur ki
Buğday taşıyan buğu atıyla düşüyorum şafağa
Garipleşen akşamların yağmurlu saatinde
karanfil yanığı...
Yollar,düş ortası rüyalara
Masal koyunlu iklimin mızrak ateşiyle açar sarı çiçeklerini
Tarihin sularında uçurum bakışlı ninnilerin alıcı kuşu
Ve yeşili yurdundan kovulmuş çocukların
sancı ertesi
Gün olur ki bir yankıyla taşırız göğü
Ay akşamlarında tesbih ağızlı sözcükler
Göçlenmiş ç’ağrının güneşsiz ıslığı
Çadırlar ve parlayan yıldızları
gurbet çöl’ün
Yüzüme bir fotoğrafla kesilen..
-avuçlarımda kalbimin minesi-
Ne zaman düşünsem
Yokluğun çoğalmış dinğinliğinde seni
Genişleyen perdede adın sürülür alnıma
Ey ruhumun kuyusunda sessizliğe kapılmış ferman
Kıyı yaralanışında düş odaları
Saf bir tortunun içinde duvarı boşalmış
gölgeler,
Işıklar ve uçurum ağaçlar
Uykumu bekleyen karanlığın kundağında
kristal sel
Ve dil ucu aynaların öteki yüzü
Gün olur ki bir yankıyla taşırız toprağı
Saklı şiirlerin şarkısıyla büyür denizler
Eteklerinde kamaşan su duruluğu
Yolunu bekleyen kaç araf
Yosunlu dalgınlığın zakkum alfabesi
Soluğumda şehirler var benim
Soluğumda bulut ezmesi dağlar
İçimin adasına el sallayan gemiler ve
tuzlu boşluklar
Ey ruhumun dalgaları vuran sessizliği
Gün fenerli aydınlık
Çıplak bir tohum zaman
Gözlerimin uykusuna kibrit çakan çocuk
Buğday taşıyan buğu atıyla düşüyorum
Gel öp beni
.......
hep gece olsunnnnnnnnnn... şavkı yeter ayın ferimizde kandillenmemize... çıplak bir tohumdur zaman... virgülsüz nokta..
hep şiirsin...