Güve
Kaç kaçabildiğin kadar Sevim, ruhun engelli nasılsa
Nereye gidersen git kendini de yanında götüreceksin
Kaçınma bastığın yaşından ve dahî gölgenden
Genç ve çiziksiz tenin üzerini bir çul gibi örtüyor
Örtüyor kızgın ruhundan gelen olgun aşırılıkları
Seninle konuşurken
Konuşma bilmeyen bir çocukla konuşur gibiyim
Gülüşlerin cevap veriyormuş da sanki
Sen dertlerini anlatırken
Ben satır aralarına giriyormuşum
Virgül gibi, bir etkisiz eleman gibi
Matematikten de hiç anlamam oysa ki
Açıkça sorduğun sorular karşısında
Babasından para çalmış çocuğa döndüm, otuzumda
Tırnaklarının arasındaki karartıyı izlerken dalıp gitmişim
Kaşlarını gördüm bugün ilk defa
Bakmamışım bile daha önce sana
Böyle ciddiyetle dolunca yüzün
İçindeki kadını gördüm
...
Antik kentin agorasında
Farz et ki
Koyunlarını güden çoban, aşık sana
Ne sen bu sevdanın farkındasın,
Ne de sütunları ezen koyun, Roma'nın...
Sizi birbirinizle rastlaştıran bu an bile
Ne akıl almaz bir bilmece
Kendi rutinlerine kapanmış bu kasabada
Gerçek bıkkınlık verici olduğu kadar, acımasız da
Temel ihtiyaçları siyam ikizi olan insanlar
İki elmanın karası kadar farklı, biyolojik açıdan
Biliyoruz ki yapılacak hiçbir şey kalmamış
Hayıflanmaktan başka
İyi ile kötü, yanlış ile hakikat arasındaki
O kalın, modernist çizgi artık yok.
Doksanlardaki naiflik de çoktan bitti
Artık sadece zamanı oyalıyoruz hep birlikte
Bakmışsın ortalarına kadar gelmişsin yaşamının
Cebindeki kırık yumurtalardan başka hiçbir şey yok
Sevim...
Şimdi derinlerden gelen çan sesleriyle,
Ruhunu arındırmanın eşsiz azabını yaşayabilirsin.
Kuyuya sarkıtılmış ipi,
Güveler çoktan yemiş bile!
Bazen geç kalınmış olabiliyor bir şeyler için. Geç olsun güç olmasın demek bile anlamını yitiriyor. Şiir güveleşmişliği anlatmış olsa da kendi içinde demlenmiş. Tebrik ederim Yunus bey.👏