İhâneti Görenlerin Türküsü
upuzun
falçatalarıyla geldi ihânet
külrengi ve kocaman korkularıyla
saçak aralarında duyduğum
serçe tıkırtıları mı tek-tük
yanıtlayamam
ne sevinçler engellendi
siz görmediniz
bu balkonlarda
o bitirim duyguların yönlendirdiği
birtakım genç adamlardı çoğun
geçerlerdi sevda sınavlarından
yakışıklıydılar
çağcıldılar
afacandılar
doğrusu: kırılmışlardır daha
konuğu olunca böyle derinden
kurşunî günlerin
gidenler
gidenlerimiz
türkülerle bayraklarla döneceklerdi
uçuk-mâvi yeminler
tabanca yüreklerle
çok bakımsız sakallarında seyrederdim hep
nasıl da parlatırlardı
en güzel hüzünleri
geceyarılarından kalma
kamyon sürücüleri
mapushânelere yürürken görüşmeciler
ufuklar tepelerin ardında
haşmetle ürperirlerdi
simitçiler, asıl onlar bilirdi
karşılamasını seher vakitlerini
balıkçılar
ekmek için, nâmus için
küreklere şehvetle yapışanlar
tuzlu ve poyraz kokan küfürlerini
akıtırdı yakamozlara
sormayın sormayın
onları da bilirim
bol kıvırcık saçlarını
bumburuşuk yastıklardan
kaldırıp kaldırıp
güneşe gülümsemeyi
kuvvetle benimseyen kız çocukları
sizi de unutmadım
imrenirdim
bir siz becerirdiniz
kralsız, tapınmasız yaşamasını
ah, benimse kıyılarım
kuşkulu tutanaklarla kirletilmek istenen
eşkıya yokuşlara yolladığım
kırmızı karanfillerle kanayacaktı
denizler imzalayacaktım ben
göklere doğru
dağlar konuşacaktım
nerdesiniz
uzun menzilli selâm
gelincik çağrışımlı iz
baksanıza!
gözyaşı ve yıkımlarla
kanıtlandı ömrümüz
upuzun
o külrengi
kocaman kollarıyla
ihânet gelmeseydi
tersine dönmeseydi
son saatlerde
akrep ile yelkovan
(*): Çıkın, Temmuz-Ağustos 2001, Sayı 5