İp
yalnızız,
kan yerine yalanlara bulanmış cesedimiz, toprak yerine kan kokuyor
yine de üzüldüğümüz şey,
ihanetlerle son verdiğiniz, amaçsız yaşam değil
üzüldüğümüz şey, bir daha parmak uçlarınızdan güç alamayacak olmamız...
bir şeyler planlıyoruz,
bir şeyler söylüyoruz,
bir şeyler düşünüyoruz derken,
o bir şeylerimiz, önce her şeyimiz oluyor,
sonra her şeyimiz, size dönüşüyor
sonra da her şeyimizi kaybediyoruz ve hiçbir şey oluyoruz...
insanız,
nasıl varoş doğduysa bir insan, öyle ölmeye mahkumdur...
kıçımıza ilk kez varoş bir gecekonduda vurdular, nasıl ağladık...
büyüdük, gördük, düştük ve elbette kalkamadık
varoş bir yaşantıyla geldik kapınıza, sevdik...
sevgimiz büyüdü, bir ip uzandı tuttuk ve ayağa kalktık
parmak uçlarınızdan aldığımız güçle, varlık sahibi olduk
gözleriniz kılavuz, dudaklarınız merhem, elleriniz sargı bezi oldu,
bizi ayağa kaldıran ip, tüm yaralarımızı sardı önce,
sonra da sizi bedenimize...
varoş doğduk, varoş düştük, varlıklı kalktık
insan nasıl doğduysa, öyle ölmeye mahkumdur dediler,
bizleri ayağa kaldıran, yaralarımızı saran, sizi hayatımıza bağlayan o ip,
siz hayatımızdan anlamsızca çıkarken, kırbaç oldu, vurdunuz...
nasıl varoş acıdı sırtımız,
nasıl varoş ağladık...
gün geçti, yaralar sarıldı, acılar çürütüldü buz dolaplarında...
doğduğumuz gecekondunun çatısında ki çanak anten gibiydik
bağlanıp ışık saçacak bir şeyimiz yoktu ikimizinde, öyle anlamsızdık...
öyle gereksiz...
doğduk, büyüdük, düştük, kalktık, varlık sahibi olduk, yaralandık...
figürana dönüştüğümüz hayatımızda, başrol oynayan bir ip
bir ip kaldı geriye,
kendisini doğrudan astı tavana,
düştüğümüz çukurdan,
sıkıca kavradı, doladı, sardı
ve çekti.
-boynumuzdan...