Işık Ve Kül
`Ateş yürekli arkadaşım Yavuz Güzel`e`
ertelenmiş yıllardan geldin
hüsrana sofranda yer vermeden
tarihin yelesinden tutarak
gurbeti olmadın dramın
riyakar
sağırlıklar içinde
tebessümün buğusunda
çatlattığın umudun kabuklarıyla
güzel olan herşeye
zırhlar yapardın
ayet gibi ezberlediğinle
közünle dağlayıp yonttun zamanı
hükümsüzdür artık
sisler ve yutan bulvarlarda
sahteliklerle beslenen o devler
duru dünyandan maviliklerin kaldı
anıtsız topraklarda nar çiçeklerin
bir de uzaklaştıkça yakınlaşan
tutkulara kan veren aşkın...
takvimde esamesi kalmayacaktı
yıkmak ve yakmanın
tersyüz edildi namlular
erguvani şimşeklerle
boğmak dedim o zaman
ağlayıp dönerek deli sellere
yapamadım
o da senin yasağındı bize
gözyaşımı yakıp da gittin
yer ve gökyüzü
birer çakıydı
bulurdu bizi
kahroldum
çalarak başımı taştan taşa
kahroldum
bütün tanrıları kovdum
küstüm kullara
menzilimde kıvılcım sağanağıyken
tepeden tırnağa ayazdım
üşümedim
üşüyemezdim
dudaklarımın çizgilerindensin
çiğ damlalarının parlaklığında
GÜNEŞin nazlı hüzmelerinde
unutmak da ne?
şuramdasın
resmin yüreğimin penceresinde
oy söze gerek duymayıp
ışığa tapan
kir ve solgun dalgalarının önünde
ateşe ateşçe yanmasını
öğretip
kıydın kendine
takas ederek külünü
biliyorum
hep geleceksin
örtünerek ufuğun tülüne