Issızlığımdaki Buğdaylar
ıssızlığımı anlatayım mı sana
dinlemek ister misin o sessizliğimi...
ama dinlerken takılma sakın
bir noktaya sabitlenmiş o cılız bakışlarıma...
takılma sakın,
buz tutmuş o ıssız bakışlarımın ayazlarına...
tutulma sakın,
bir aralık gecesi kış kıyametinden kalma
o göz gözü görmez kar fırtınalarıma..
bak sonra
için üşür titrersin...
ve bakma sakın o kimsesiz gözlerimden
içlerime doğru...
görme sakın
içimdeki o dipsiz karanlık boşluklarımı
ve dehlizlerimde döne döne
nasıl yok oluşlarımı...
görme sakın hiçliklerimi
ve bütün yokluklarımı...
ve bölme sakın ruhumun o derin uykularını
bakma sakın o derinliklerimden aşağılara...
bak sonra
başın döner düşersin...
ıssızlığımı dinleteyim mi ben sana
ve o yalnızlığım bağırsın mı
hiç avazı çıkamadığı kadar
ve hiç kimsenin duyamadığı kadar
kısık kısık..
ve bağırsın mı
o uyanılamaz karabasan kabuslarımın
kan ter içindeki o eli kolu bağlılığında..
suskunluğumu da anlatayım mı ben sana
ama dinlerken gözlerini kapat
ve öyle bak bana...
takılmadan şu cigaramın dumanına
ve kül tablamın neden bu kadar dolu olduğuna
durmaksızın beynine çekılır gibi
içerde damlayan şu musluğa
ve şu odanın darmadağınıklığına..
dinlerken gözlerini kapat
ve öyle bak bana
takılmadan o cılız bakışlarıma...
görüyor musun
uçsuz bucaksız o buğday tarlalarını...
uzaklarda
ama çok uzaklarda...
hissediyor musun
kızgın güneşin o yanık alnını
hoyrat rüzgarın eliyle nasıl da sıvazladığını..
ve duyuyor musun
o başakların hışırtılarını
derinden
ama çok derinden..
ve geliyor mu senin de kulaklarına
meleyen kuzuların o çan sesleri..
ve bir çobanın kavalından
feryat eden o ıssızlığının sesi...
yanıktan
ama çok yanıktan...
ve görüyor musun şu karşı yamaçtaki
o yanık buğdayların içinde
bir vaha gibi
can kurtaran
cana can katan
o asırlık dev çınarın kuytu gölgesini...
ve senin de içinden
yararak
o boyunca bir buğdayları
delicesine koşmak;
sanki kendi içinden çıkıp da
atıp da vücudunun bütün o ağırlıklarını
bir kuş gibi uçmak geçiyor mu..
hafiften
ama çok hafiften...
ve tadıyor musun sen de
bir bakır tasta sunulan
ve bir dikişte
kana kana içtiğin
soğukluğundan
başına ağrılar saplanan
tuzlu soğuk bir ayrandaki
o küçücük mutluluğu...
serinden
ama çok serinden...
ve işte tam o anda
bir özlem duyuyor musun
bir sıla türküsü düşüyor mu hiç diline
ve o yanık buğdaylar gibi
bir sancıdır giriyor mu hiç gönlüne..
ateşten
ama çok ateşten..
ve şimdi!
işte tam şu anda!
burada!
o anacığın geliyor mu hiç aklına..
ve anneciğinin o nasırlı sevgisiyle
sana bin kurban o göz yaşlarıyla
yoğrulan
işte şu gördüğün yanık buğdaylarla
bir yürek yangını sıcaklığında
kavrulan
o esmer köylü ekmekleri gibi
bir hasretliktir çekiyor musun sen de
sıladan
ama çok sıladan..
ve bir ilkindi rüzgarı serinletiyor mu
senin de her yanını
o yarıya kadar bağrı açık
alaca gömleğinden girerek
içlerine içlerine..
ama çok içlerine...
ve görüyor musun,
şu yamaçtaki
o gölgeli asırlık çınarın altından bakınca
o başaklar nasıl da dalgalanıyor
bir bayrak gibi
o huzur veren hışırtılarıyla
nazlı nazlı
ama çok nazlı...
ve annen gözlerine bakarak ağlıyor mu hiç
o yanık ağustos buğdaylarının arasında...
ve okşuyor mu başını senin de...
ve hissediyor musun
o nasırlı ellerindeki yumuşaklığı
ve dünyanın o en büyük şefkatini..
ve sen de ağlıyor musun
benim gibi
içinden
ama çok içinden...
ve o çobanı hatırlıyor musun şimdi
hani sesi geliyordu ya o ıssızlığının..
kuzu meleyişlerinin
o çan sesleri yalnızlığında..
ve
takılma sakın sen o ıssızlığa
takılma sen bir türlü göremediğin
şu tepenin ardındaki
o yalnızlığa..
demedi deme
bak sonra
kaybolur gidersin...
ve şimdi
aç o gözlerini...
ama takılmadan
şu toz kireçli çatlak duvarlara
ve dün sabahtan kalma
pis bir masanın üstünde
dipleri posalı
o kirli boş çay bardaklarına..
istersen aç pencereyi
biraz nefes alalım
dışarıdaki kalabalık o isli yalnızlıklarla
içerideki şu havasız ıssızlıkları biraz atalım..
bak gözlerime
ve iyice bak o cılız bakışlarıma...
bak!
ne görüyorsun...
o kapalı gözlerinin ardında kalan
hayallerde
senli benli bir şeyler var mı...
ben sadece
yalnızlığımı anlattım sana
ıssızlığımı anlattım...
içimdeki boşlukları
ve bütün uçurumlarımı..
ve o küçücük mutlulukları anlattım...
buğdayları anlattım sana
başakları anlattım
şu şekilsiz binaların arasından...
ve rüzgarları anlattım,
kuzuları anlattım,
ve içimdeki ıssız bir çobanı anlattım;
yokluklarımı anlattım
bir çobanın o azığındaki
kuru bir ekme kıtlığında..
ve bakma artık o cılız bakışlarımdan
içimdeki yalçın kayalıklarıma
bak sonra
başın döner düşersin!
bakma o cılız bakışlarımdan
içimdeki o Konya ovalarıma
bak sonra sen de
bir buğday olur
benim gibi
başak başak
bitersin!
yürekten
ama çok yürekten..
👍Gerçekten yürekten, yüreğiniz incinmesin,😅ıssızlığınızıda sessizliğinizide dinledim,bağıra bağıra anlatmışınız duymamak mümkünmü?😙yine çok güzel ifade etmişiniz, kendinizi çok çok tebrikler.....👍👍👍
yüreğine kalemine sağlık abim
👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍
bakışların ardındaklere çağırır gibiydi bakma derken...
güzeldi. tebrikler. sevgiler.